İstanbul, içinde yaşayan herkes için ikinci memleket konumunda. Buna ben de dahilim. 33 yıldır ikinci memleketimin havasını soluyor, suyunu içiyor, yollarını arşınlıyor ve dertlerini dert ediniyorum. Zaman içerisinde doğduğun değil, doyduğun kent oluyor senin şehrin, hayalin, emeğin, geçimin… Kaçış yok yani bu halden.
Benim gibi 16 milyon insan da bu duygu içerisindedir, eminim. Her birimiz memleketimizden çok uzakta, bir gün mutlak döneriz umuduyla yaş alıp gidiyoruz. Umudumuz var mı peki? Sizi bilemem ama, benimkisi ortalarda sürünüyor. Nasıl gidebilirim ki zaten. Hayatımın yarısından fazlasını bu memlekette geçirmişim. İsyanlarım da olmuş, mutluluklarım da. Acısına katlanmışım, tatlısına alışmışım bir kere. İyi geliyor bu şehir artık her birimize, bir şekilde. O zaman, hazırsanız 100 puanlık bir uzmanlık sorusu geliyor…
Memleket hasretinizi nasıl gideriyorsunuz?
Bence bu sorunun iki yanıtı var. Bunlardan ilki tüm şartlarınızı zorlayıp yılda birkaç kez de olsa doğduğunuz şehre gidip, akraba ziyaretleri yapıp, yiyip içip arkanıza bakmaya fırsat vermeden de ikinci memleketinize dönmek. Bazılarımız bunu yapabildiği için gerçekten de çok şanslı. Ben bunu yapamıyorum mesela. Param olursa vaktim, vaktim olursa da param olmuyor. Yine kendimle baş başa kalıp, bu güzel yedi tepeli şehirde gidenlerin yerine nöbet tutmaya devam ediyorum. En son 2018’de ailecek gidelim dedik, ama onda da canım annem rahatsızlanınca tatilimizi yarıda keserek, geri dönmüştük. Gidiş o gidiş. Aradan 7 geçmiş, memleketimden minicik bir eser bile yok, ruhumda ve bedenimde.
İkinci yanıt ise başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde düzenlenen ve büyük hemşeri buluşmaları olarak nitelendirilen yemek şenlikleri. Bu harika oluyor işte. Memleket hasreti ile yanıp tutuşan insanların hem kulakları hem de midesi bayram ediyor. Ben her yıl İstanbul’da düzenlenen en az 2 ya da 3 Gaziantep Yemek Şenliklerine muhakkak giderim. Benimle aynı ağızla konuşan, Antep tabiriyle, her haneği (lafı) anladığım insanlarla bir arada olabilmek müthiş keyif veriyor. Ancak gelin görün ki; sabırsızlıkla beklediğimiz, özellikle Maltepe ve Yenikapı etkinlik alanlarında gerçekleştirilen yemek şenlikleri, en azından bu yıl yapılamayacakmış. Nedeni nedir peki, diye soracak olursanız; halkın yoğun ilgi gösterdiği ve katıldığı bu tarz yemek şenlikleri ya da festivallerin, riskli bir ortama sebebiyet verebileceği endişesi.
Peki bu bilgiyi nereden aldım?
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Kadıköy Gaziantepliler Derneği ve İstanbul Ataşehir Gaziantepliler Derneği’nin birlikte düzenledikleri Geleneksel Gaziantepliler Pikniğine, ailem ile birlikte katılım sağladık. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Salim Erdem ve Betül Ataoğlu başkanlarım harika bir organizasyona imza attılar.
İster kendi malzemelerini yanında getiriyorsun, istersen de piknik alanında kurulan ve nohut dürümünden, ciger kavurmasına, patlıcan kebabından kuşbaşı kebabına kadar birbirinden leziz yiyecekleri paran ile satın alıp yiyebiliyorsun. Tercih sana kalmış. Biz hazır bulmuşken açılışı kahvaltıda kavurma ve nohut dürümü yiyerek yaptık. Allah’ım o nasıl bir lezzet! Yiyen bilir gerçekten de.
Etkinliğin bir diğer güzel yanı da memleketimin en kıymetli sanatçılarından ve aynı zamanda Gaziantep Kültürü ve Türkülerini Yaşatma Derneği Başkanı Faruk Lök’ün piknikte bizlere bir arada olması ve harika sesiyle gönüllerimizde taht kurması.
Antep’ten ötedir Maraş’ın Yolu
Biz bir Gelin aldık, dondurma bebek gibi
Bahçada Mış Mış
Anteb’in Hamamları…
Faruk abimin o güzel sesinden hala kulaklarımda çınlar durur, bu özü sözü bir şarkılar.
Peki bitti mi sizce? Tabi ki; hayır.
Bir güzel etkinlik de ablamın da bizzat katıldığı Yağlı Köfte Yarışması. Antep kadınları hamarattır. Öyle güzel bir yarışma oldu ki; netice açıklanana kadar köfteler yedik bitirdik.
Harika bir etkinliğin sonuna hemşerilerimizden birkaçı bu yıl yöresel yemek şenliklerinin yapılamayacağını söyleyince adeta başımızdan kaynar suyu boca ettiler. Canımız o kadar sıkıldı ki bu habere, sormayın!
İstanbul’da nohut dürümünü yiyebileceğimiz 3-5 mekan var. Ciğer kavurması desen onda da durum aynı. Her ikisi de sokak lezzeti olarak nitelendirildiği için restoranlar bu iki güzelliği menü içerisine dahil etmekten kaçınıyorlar. Peki şimdi yemek şenlikleri de olmayacaksa, biz ikinci memleketliler yemek kültürümüzü nasıl gelecek nesillerimize aktaracak ve memleket hasretimizi nasıl dindireceğiz?
Gidemiyoruz; uçak ve otobüs ücretleri pahalı. Varamıyoruz takatimiz yok. En azından yaşadığımız şehirdeki yemek şenliklerinde gitmiş gibi olalım istiyoruz, bu yıl o da yok. Şaşırdık kaldık.
Bu yıl ne yapıp edip ya memleketimizin yolunu tutacağız ya da onun hasretiyle kavrulmaya devam edeceğiz.
Sonumuz hayır olsun!