Yalnızlık bir tercih midir, yoksa kader mi?
Uzun zamandır bu sorunun yanıtını arayıp duruyorum. Defalarca kendime danışmama rağmen sağlıklı bir yanıtım olamıyor. Etrafımdaki eşe dosta soruyorum ama, maalesef kimseden net bir yanıt alamıyorum. Aralarında yalnızlığı tercih eden de var, onu kadere bağlayan da.
Sonuç mu? Tabii ki; kocaman bir sıfır!
Bildiğin yalnızlığa teslim olmuş durumdayız. O şekilde yaşıyor ve en kötüsü de buna hızlıca alışıyoruz. Kısacası yalnızlığımıza ne çaremiz var ne de umudumuz…
Yazımın girişi biraz içinizi acıtmış olabilir, ancak gerçeklerden de kaçamayız.
Geçtiğimiz günlerde izlediğim ‘Mukadderat’ isimli film de aslında doğrudan bu neticeye işaret ediyordu. Harika bir oyuncu kadrosu var ve konu da su gibi akıp geçiyor. Özelikle bu dünyada bir gün yalnız kalmaktan korkan, bunu aşmak için de her yolu deneyen insanlar için tarifi imkânsız bir film diyebilirim. Keyifle izleyip kendiniz için çıkarımlar yapabilirsiniz.
Film adının kelime anlamı ‘alın yazısı’ ya da ‘kader’…
Kastamonu Cide’de çekilen filmin başrol oyuncusu Nur Sürer, uzun zamandır hasta olan, son 2 yılını ise yatalak olarak geçiren kocasının ölümüyle yalnızlığını sorgulayan Sultan isimli bir karakteri canlandırıyor. Önce ‘acilen’ kendine bir koca bulma derdine düşen Sultan, işe gençliğinde kendisine aşık olan adamların kapısını çalmakla başlıyor, ancak hiçbiri kendinde ikinci baharı yaşama özgüvenini bulamayan eski aşıkları tarafından reddediliyor. Bundan umudu kesen Sultan, dipsiz kuyuyu doldurmak için çareyi kendine iş çıkarmakta buluyor ve pazarcı oluyor; bahçesinde yetişen mis kokulu sebze ve meyveleri tezgahında satmaya başlıyor.
Peki bununla yetiniyor mu? Tabii ki; hayır. Aynı zamanda oturduğu iki katlı evinin üst katını da hem de kızının olmasına rağmen, pansiyon olarak işletmeye başlıyor.
İki çocuğu var Sultan’ın; ikisi de birbirinden habersiz, ilgisiz. Adeta gözlerini para hırsı bürümüş! Yalnızlık psikolojisini yönetemedikleri için de Sultan annelerinin kendisiyle baş başa kalmasına neden oluyorlar. Varsa yoksa miras kavgası. ‘O senin, bu benim. Yarısını ver, bir kısmını al’ derken içinde onlarca soruyla kendini yiyip bitiren Sultan’ı bir köşede unutuveriyorlar.
Filmin sonu her kadar güzel bitse de Sultan’ın yaşadıkları insana kendini sorgulatmaya yetiyor.
Acaba yarın bir gün yalnız kalırsam, kalan ömrümün son damlasına kadar nasıl yaşama tutunurum?
Hadi bakalım, gel de cevapla şimdi. Ben tıkanıp kalıyorum…
Yalnız kalırsam bir gün ona boyun mu eğmeliyim, yoksa alın yazıma güzel bir imza atıp, gelişi güzel yaşamın tadını mı çıkarmalıyız?
Cevabı var mı sizde? Bende yok şu an için…
Yalnızlığın dibine vursam, kafama göre takılsam nasıl olur ki?
Hayda! Yok yok, valla olmuyor böyle!
İnanın bana; film günlerdir bu sorularla yatıp bu sorularla kalkmama neden oldu. Hala evde, yolda, ofiste; nerede olursam olayım, aklımda deli düşünceler…
Mesela aynı çatı altında yaşarken;
Ya da eşimizden veya sevgilimizden ayrılınca;
Veya eşinizi ya da sevdiğimizi kaybedince…
Birçoğumuz bu gibi durumlarda yalnızlığı tercih ederken,
Bazılarımız ise ‘etraf ne der’i kendimize dert edip, öylece kala kalıyoruz.
Kısacası kimilerimiz yalnızlığımızla savaşırken, kimilerimiz ise yalnız olmak için var gücümüzle savaşıyoruz, ancak inanın bana bunların hiçbiri şu gerçeği değiştirmiyor:
“Hepimiz günün birinde yalnız kalacağız. Ya eşimizden ya çocuğumuzdan ya da köpeğimizden…"
Kadın ve erkek fark etmeksiniz, bir de çareyi her akşam evinde tavana bakarak bulmaya çalışanlar var ki; onların durumu hepimizden vahim. Tavandan medet ummak bazen kolaylık sağlamış gibi gözükse de bunun yanlış bir kurtarıcı yöntem olduğunun artık farkına varmalıyız bence.
Biz en iyisi dua edelim de yalnızlık bizi geç bulsun. Hatta hiç bulamasın.
İnsan sağlığına sigara ve alkolden daha fazla zarar veren şeyin yalnızlık olduğu kanıtlanmış bir gerçek olarak karşımızda duruyor.