Analizimde William Shakespeare'in Macbeth adlı eserinin, Justin Kurzel tarafından 2015 yılında sinemaya uyarlanışını yorumlayacağım.
Shakespeare'in başka eserlerinin de okuru olarak söylemeliyim ki, yazarımız, kader, kadercilik kavramlarını sorgulayan ve eserlerindeki karakterlerin kader mi yoksa kendi dürtülerinin mi kurbanı olduğunu bizlere gösteren ve temelde de kaderciliği reddeden bir anlayışı var. Ancak bu anlayışı kaleminin incelikleriyle okuyucuya sunarken, insanın dürtülerini başarılı bir şekilde gösterip, sebep sonuç ilişkisini sağlam temellere oturtarak gözler önüne sermektedir.
William Shakespeare, edebiyat, tiyatro ve dizi senaryoları için tarihe paha biçilemez eserler bırakmıştır. Tarihte yüzyıllar boyu esin kaynağı olmuş bu eserler, insan ve drama var olduğu sürece de esin kaynağı olmaya devam edecektir. Geçmişte ve günümüzde yazılan, yazılmakta olan, uluslararası izleyici kitlesine ulaşan bir çok dizinin dramasında, William Shakespeare'in eserlerindeki örgünün yer aldığını görmekteyiz. Yazarın gerçek anlamdaki okuyucuları bahsettiğim bu esinlenmeleri bulmakta güçlük çekmeyerek çözümleyecektir. Ancak bunun ciddi bir okuma ve derinlemesine analiz edebilme yeteneği gerektirdiğinin altını çizmeliyim. Sıradan okurlar ile sanat alanında üretim göstermek için okuyan insanlar arasında fark kaçınılmazdır. Hayatın ve sanatın her alanında kaçınılmaz olarak olan bu fark, William Shakespeare'ın eserlerini çözümlerken de yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Yazarın, Macbeth eserinde kadercilik kavramını kendi üslubuyla son derece derin işlediğini söyleyebilirim. Filmimizin ve kitabımızın başrolü olan Macbeth, zaman zaman küçük katarsisler yaşasa da hiçbir zaman tam olarak katarsis yaşayamaz . Bunu eserin sonunda da okuruz aslında. Bitiş çizgisine gelmiş Macduff tarafından yenilgiye uğratılmış Macbeth, hala yaptıklarından ve ihanetinden dolayı kehaneti suçlar, kendi istek ve arzularına yenildiğini bir türlü kabul etmez. Bu arzuları eşinin de kamçıladığını ara ara dile getirmeye çalışsa da hep üstünü kapatır. Kendi bilinçaltındaki duygulara yenik düştüğünü hiçbir zaman doğrudan kabul etmez.
Kitaptan uyarlanan 2015 yapımı aynı adlı bu filmde de kaderciliği çok güzel işlediklerinin altını çizmek isterim. Özellikle de kral Duncan Macbeth’in evinde uyurken cadıların söylevleri ve karısı Leydi Macbeth’in dolduruşlarındaki isteği, arzuyu, kamçılamayı Marion Cotillard’ın müthiş oyunculuğuyla sinema sahnesinden görürüz. Ancak eleştireceğim bir konu da var tabiki. Bir kadının istediği zaman bir erkeği nasıl dolduracağını jestleri, mimikleri, yer yer yükselişleriyle ve inişleriyle kitapta var olan detaylı imgeleri beyazperdede yakalayamıyoruz. Oysa ki 'Macbeth' kitabını okurken , diyaloglarda Leydi Macbeth'deki hırsı, gözlerimi kapadığım zaman görüyor hatta içten içe hayalimde oluşan bu aşırı hırslı kadına kızıyordum. Bu kadar hırsın her şeyi mahvedebileceğini tahayyül edebiliyordum. Bu duyguları filmi izlerken de elbetteki doz doz yaşadım. Ancak kitapta yakaladığım, o derin çizgiler film ile eşdeğer değildi. Yine de Filmde Lady Macbeth karakterini canlandıran Marion Cotillard'ın oyunculuğu için, başarılı ve bir kötü karakterin zaferi diyebilirim. Kötü karakteri izleyiciye aktarmak, izleyicide karşıt duyguları oluşturmayı biraz bile başarabilen oyuncuları her zaman takdir etmişimdir. Kaldı ki oyuncu bu duyguları çok güçlü ve başarılı bir şekilde beyazperdeye yansıtabilmiş. Ancak kitap ve film arasında bir köprü kurarak analiz sunmayı amaçladığım bu yazıda, filmin kitaba kıyasla eksik yanlarının ya da eşdeğer yanlarının olduğunu söylemem gerekmektedir. Bu yüzden Leydi Macbeth karakterini filmde daha baskın görmeyi arzu ederdim. Marion Cotillard gibi başarılı bir kadın oyuncunun cevherinin bu filmde ışıldamasına pek de izin verilmemiş diyebilirim.
Kral olma arzusunu besleyen söylevlerle bilinçaltı dolan Macbeth, gayriihtiyari gibi Kral Duncanı öldürse de, aslında temelde kral olma arzusunun buna sebep olduğunu film boyunca yaşadığı ikilemlerde görürüz. Macbeth bilinçaltına bastırdıkça, Leydi Macbeth’in ortaya çıkardığı kral olma arzusu sonunda Macbeth'i geri dönülmez bir yola sokar. Ve onu tamamen ele geçirir. Macbeth’in ikilemlerini Michael Fassbender oyunculuk kabiliyetiyle izleyiciye hissettirmeyi başarabilmiş.
Justin Kurzel ana esere hikaye bazında çok sağlam bağlı kalmış. Filmini izlerken kitabında hissettiğim duyguların epey bir benzerini hissettim diyebilirim. Ancak bazı karakterlerin gidişatı ve gelişimi için bunu söyleyemeyeceğim. Film büyük bir talihsizlik yaparak Leydi Macbeth karakterini biraz geri planda tutmuş diyebilirim. Oysa ki Leydi Macbeth karakterinin son derece derin, güçlü duyguları simgelediği yadsınamaz. Leydi Macbeth, yazılı eserde Kral Duncan’ın ölümünün başlıca sorumlularından 2.sidir. Cinayeti işleyen her ne kadar Macbeth olsada, 2. önemli suçlu Leydi Macbeth'tir. Çünkü Macbeth’i hırsıyla yıkayan ve her geri dönmek istediğinde devam etmesinin başlıca gücü olan Leydi Macbeth’in yer yer daha fazla öne çıkmasını arzu ettim. Filmdeki bu kadın karakter çok daha fazla ön planda olmalıydı.
Eserde yer yer olan ancak sürekliliği olmayan Macbeth’in gördüğü halüsinasyonlar aslında onun travmasının, acısının ortaya çıkma biçimiydi. Bu biçim oyuncunun ortaya çıkardığı oyunculukta da böyle gözüküyor. Ancak bu dışavurum bir tık fazla uzatılmış olabilir. Çünkü karakter film boyunca hep hasta ve ruhen acı içinde gibi bir izlenim verilmiş. Oysa ki eseri okurken, Macbeth'de bulunan bu vicdan azabının ne kadar az olduğunu, pişmanlığının yer yer küçük serzenişler halinde ortaya çıkıp Macduff ve Malcolm'la karşı karşıya gelince birden tekrar saklanmasını çözümleriz. Bu yüzden de onun acısını (iç çatışmasını) pek de samimi bulamıyoruz. Çünkü yazılı eserin finalinde, krallığı kaybederken bile kendini suçlu görmemiş, son ana kadar kehaneti suçlamış bir Macbbeth’i okuyoruz.
Macbeth'in halüsinasyonlar gördüğü için doktor desteği alması kısmında bu acıya ikna olmuştum. Bu acılar filmde de güzel işlenmişti doğrusu. Ama filmin örgüsü ağırlıkta Macbeth ve onun halüsinasyonlarıyla ilerliyordu. İsterdim ki Malcolm ve Macduff karaktlerleriyle daha çok yüzleşsin onlar da ön plana biraz daha çıksın. Bu karakterlerin gerek kamera açılarıyla gerekse diğer sinematografik unsurların kullanımıyla geride bırakılmaya çalışıldıkları aşikardı. Filmde beni en çok üzen ve uyarlamadan tatmin olmamı azaltan önemli bir konunun tekrar altını çizerek yazımı bitirmek istiyorum. Filmde, Leydi Macbeth karakterinin silik gösterilmesi, eseri okurken hayalimde canlanan ne istediğinden kocasından daha çok emin olan , leydi olmak için gözünü hırs bürümüş olan takıntılı kişiliği uyarlamada tam olarak göremedim. Orjinal eserde son derece belirgin olan bu kötü karakterin fazlasıyla geri plana itildiğini gözlemledim. Marion Cottilard’ın başarılı oyunculuğuna rağmen törpülenmiş ve eksilmiş bir Leydi Macbeth izledik. Bu durum kitabı okuyan kitlenin, filmden beklediği doyumu almasını çok azaltmış diyebilirim.