"Bana görev verilirse PKK mağaralarına giderim"

Taraf gazetesine konuşan Ayşen Gruda, devlet görev verirse PKK'lılarla görüşmeye gidebileceğini söyledi.

Google Haberlere Abone ol
"Bana görev verilirse PKK mağaralarına giderim"

Taraf Gazetesi'nde Ümit Aslanbay ve Serkan Ayazoğlu'nun "Türkiye Barışını Arıyor" konulu yazı dizisi bugün başladı.



Kürt sorunuyla ilgili devlet ile PKK arasındaki görüşmeleri de kapsayan yazı dizisisinin ilk gününde Adalet Ağaoğlu, Ayşen Gruda ve Hidayet Şefkatli Tuksal’ın görüşlerine yer verildi.



Yazı dizisinin ilk bölümü:



Türkiye barışını arıyor





“Türkiye barışını arıyor” derken Kürt sorunuyla ilgili devlet ile PKK arasındaki teması da içine alan uzun bir süreçten söz ediyoruz. Bu zorlu ve hassas süreç hakkında barışın ve çözümün tarafı olarak toplumun her kesiminden vatandaşların düşünceleri bu sayfalarda yer alacak. İlk gün Adalet Ağaoğlu, Ayşen Gruda ve Hidayet Şefkatli Tuksal’ın görüşlerini bulacaksınız.



Sürece ışık tutabilecek iki önemli deneyi, İspanya ve İngiltere uzmanlığıyla tanıdığımız iki isim Akın Özçer ve Mithat Sancar önümüzdeki günlerde anlatacak. Kürt sorununun ortaya çıkışı ve tarihsel gelişimini ise Oral Çalışlar kaleme aldı. Okurlarımız olarak barış süreci hakkındaki görüşlerinizi iki bin vuruşu geçmemek kaydıyla barisintarafi@taraf.com.tr mail adresine gönderebilirsiniz.

 



Hidayet Şefkatli Tuksal: Artık söylem değişti, barış için umutvarım

 



Müzakere sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?



Aslında arada kesintiler olsa da, bir yandan çatışmalarda iki tarafın çocukları vuruşmaya devam ederken, bir yandan yetkililerin müzakere masasında pazarlıkları sürdürdüğünü, yani bunun çok önceden başlamış bir sürecin devamı olduğunu biliyoruz. Ama artık bu bir sır değil, alenileşti. Bu açık bilgi bile ülkede pek çok şeyi değiştirdi diye düşünüyorum. Yani müzakerelerin kendisi önemli olmakla birlikte, bu sürecin vatandaşlar, sivil kamuoyu üzerindeki etkisi, en az müzakere masasında konuşulanlar kadar önemli bence. Kürt olmayan kamuoyunun sürekli maruz kaldığı düşmanlaştırıcı medyatik söylemlerin bu dönemde belli oranda değişmesiyle birlikte, Kürt sorununun Kürtler tarafından nasıl tarif edildiğine dair belki de ilk defa sağlıklı bilgi edinme imkanı doğmuş oldu. Toptan reddedilen ya da bölücülükle, terörle özdeş görülen/gösterilen Kürt siyaseti, bu aşamada doğal bir meşruiyet kazandı ve kamuoyunda farklı tutumlara sahip Kürt siyasi aktörlerinin görüşleri, talepleri ve çözüm önerileri ilk defa bu kadar görünürlük elde etti. Bu gelişme/normalleşme adımları iki kesimin arasında gittikçe açılan mesafeyi telafi etme imkânı sunması açısından önemli.

 



Konuşabilir hale gelmek





Ayrıca, birbirine karşı çoktandır sloganlarla konuşan iki toplumun, yeniden ve hakiki bir biçimde “konuşabilir” hale gelebilmesi açısından da bu süreç önemli bir zemin sunuyor. Bu yüzden müzakere süreci, masada konuşulanlarla birlikte, toplumsal kesimler üzerindeki olumlu ve sağaltıcı etkileri açısından çok önemli bir imkân olarak önümüzde duruyor. Bunu iyi değerlendirmemiz lazım.



Barış süreci zorlu bir süreç olacaktır, bunu biliyoruz. Ancak, hem dünyadaki iyi örneklerden alınacak dersler, hem kendi ortak değerlerimizin sağlayacağı avantajlarla, bu zorlukları aşmanın mümkün olduğuna inanıyorum. Ben bu gelinen noktada “kalıcı ve sürdürülebilir bir barış” için umutvarım.

 



Barışın dili nasıl olmalıdır, kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?



Barışın dili en azından barıştan önceki dilden farklı olmalıdır. Barıştan önceki dil karşı tarafa yönelik bir karalama, suçlama, karartma dilidir. Kendini yüzde yüz haklı ve üstün, adaletli ve erdemli gösterme üzerine kurulmuş bir dildir; çünkü taktiksel olarak üretilir. Barış dönemi dili de taktiksel olarak üretilebilir ki, şu anda bunun bir örneğini görüyoruz. Hükümetin kullandığı dil, geçmişteki “üstünlük ve haklılık” pozisyonunu sürdüren, milliyetçi reflekslere hitap eden bir dil. Bu aslında eşitlikçi ve sürdürülebilir bir barış için uygun bir dil değil, ancak anlaşıldığı kadarıyla bir süre bu dil bir taktik olarak devam edecek. Ayrıca sürecin tek aktörü başbakan değil, hükümet kanadından başka isimlerin kullandığı dile de bakmak lazım. Mesela Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “kardeşlik edebiyatı yetmez, kardeşlik hukuku da lazım” sözü, pek çok Kürt siyasetçisinin hislerine tercüman olan bir söz. Ben bir sonraki aşamanın bu söz etrafında oluşan bir dille yönlendirileceğine inanıyorum.



 



Oral Çalışlar: Savaştan çözüme doğru Kürt sorunu





Kürt sorunu, geniş bir tarihsel arka plana sahip. Ancak işin içinden çıkılmaz hale gelmesinin asıl nedeni, Cumhuriyet dönemindeki tekçi anlayış oldu. “Tek millet” şeklinde ifadesini bulan Cumhuriyet kuruculuğu, Kürtlerin, Alevilerin, Hıristiyan ve Yahudilerin varlığını kabul etmedi. Onların bütün farklı kimliklerini yok sayarak, “Hepiniz Türksünüz ve Müslümansınız” diyerek yeni bir devlet yaratmaya çalıştı. Türklüğün ve Müslümanlığın ne olduğunu kendi anlayışına göre belirledi. Bu çizgilere uymayanları susturmaya, yok etmeye girişti.



Cumhuriyet tarihinde çok ağır Kürt katliamları yaşandı. Daha önce Ermeniler(1915) Tehcir politikasıyla, Rumlar zorunlu göç(1923) yoluyla “halledilmişlerdi”... Devamını Kürtler yaşadılar.



Sorun asıl olarak bir sosyal sorun iken, ret, inkar ve imha siyasetleri nedeniyle siyasallaştı. Bu siyasallaşma, çok sayıda “isyan” ya da katliamı beraberinde getirdi.



PKK’nın başlattığı silahlı ayaklanma yaklaşık 30 yıldır sürüyor ve 40 bin insanın ölümüne neden oldu. Devlet bu ayaklanmaya sert karşılık verdi. İnsan hakları ihlal edildi. 17 bin “faili meçhul” cinayetle dünya zulüm tarihine geçebilecek bir devlet terörü yaşandı.



2002’de iktidara gelen AK Parti, bu konuda diğer partilerden farklı bir yol izlemeyi denedi. “Kürt Açılımı” adını verdiği uygulamalarla bazı demokratikleşme adımlarını test etti. Hâlâ yetersiz olan bu girişimler, Kürt sorununun çözümsüzlüğünün göstergesi olarak duruyor.



PKK, 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra kanlı eylemlerde bulundu. Hükümet de barışçı görüşmeleri kesti, hapiste bulunan PKK lideri Öcalan üzerindeki tecrit ağırlaştırıldı. PKK sempatizanı diye kabul edilen ve suçlanan çevrelere yönelik yaygın bir tutuklama kampanyası başlatıldı.



Bu olumsuz gelişmelere rağmen, toplum çözüm umudunu yitirmedi. Geçtiğimiz aylarda yeniden bir hareketlenme oldu. Başbakan, İmralı ile görüşüldüğünü duyurdu. Ardından Ahmet Türk ve Ayla Akat Öcalan’ı İmralı’da ziyaret ettiler.



PKK’nın dağdan inmesine yönelik işaretler artıyor. Hükümet, Kürtlerin demokratik taleplerine ilişkin yeni adımlar attı. Anadilde savunma hakkı yasalaştı. 4. Yargı Paketi adı verilen pakette şiddetle doğrudan ilişkisi olmayanların serbest bırakılacağı belirtildi.



Yani yeni ve umut verici gelişmeler yaşıyoruz.



Bu bölümde sorunun tarihsel gelişimini, sosyal nedenlerini ve çözüm yollarını ele alıp tartışacağız.





Dört ülkeye bölünmüş Kürtler





Türkiye’de bugün tahminen 20 milyon civarında Kürt yaşıyor... Bu rakam, dört ülkeye (İran, Irak, Suriye, Türkiye) bölünmüş 40 milyon civarındaki Kürt’ün yaklaşık yarısı anlamına geliyor. Kürtler bin yıllardır tarihte “Kürdistan” olarak bilinen bu bölgede yaşıyorlar.



Osmanlı İmparatorluğu döneminde bugün dört ülkeye bölünmüş Kürtler toplu olarak aynı yönetimin altındaydılar. İmparatorluk içinde özerk yönetimlere sahiptiler. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Kürdistan dört ülke arasında paylaştırıldı. Kürtler, bölgenin en kalabalık nüfuslarından birisine sahip olmalarına rağmen, devletsiz bir millet haline dönüştüler. O gün bugündür, Kürtler, dünyada 40 milyon gibi bir nüfusa sahip olup da devleti olmayan belki de tek millet durumunda.



Yarın: Devletsizlik ve devlet sorunu



 



Ayşen Gruda: Mağaralara gitmeye hazırım, beni dinlerler





Size göre barışın dili nasıl olmalıdır kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?



Benim nüfus kâğıdımda Türk olduğum yazar ama aklı başında bir insan için bunların hiçbir önemi yoktur. Bakın bir belgeselde izledim. Para veriyorsunuz sizin bütün kökeninizi çıkarıyorlar. Ben de bir Kızılderili olabilirim. Dünya birbirinin içinde. Neyin ispatı ve kavgası içindeyiz. O Kürt çocukları da anne, baba kuzusu. Küçük hesaplar yüzünden iki tarafta ölüyor. Dövüşe dövüşe değil masa başında konuşa konuşa halletmemiz gerekiyor. İnanıyorum aklı başında siyasiler, insanlar bunları görüyorlar. Hepimizin çocukları var. Bu savaş çok gereksiz.

 



Sanatçı olarak katkıda bulunabileceğinizi düşünüyor musunuz?



Ben Siirt’e turneye gittim. Orada askerler gördüm. Kara gözlü bir asker vardı. Boyu küçücüktü. O askeri hayatım boyunca unutmayacağım. Beni gördüler bana el salladılar. Eğer ki bu konuda katkım olacak ise mağaralara kadar gitmeye razıyım. PKK mağaralarına giderim. Çünkü onlar bana bir şey yapmazlar. Onlar da benim filmlerimle büyüdüler. Ben de endişeliyim ki o filmlerin neresinde yanlış yaptığımı düşünüyorum. Bana bir şey yapmazlar. Bu devlet bana bir görev verirse ben korkmadan ama hiç korkmadan mağaralara gidip o insanları ikna ederim. Masal anlatsam bile beni dinlerler.



YAZI DİZİSİNİN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN



 


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin