Turgut Erçetin kendi deyimiyle aktivist devrimci bir müzisyen. Öldürülen gazeteci Hırant Dink için bir beste yaptı. Türkiye’de kimselere beğendiremediği ‘Unseen, Unspoken, Unheard - Görülmemiş, Konuşulmamış, Duyulmamış’ parçası ABD’de beş üniversiteden burs teklifi almasına neden oldu
Daha 17’sinde tüm parasını klasik rock CD’lerine yatıran bir
genç... Sahipleriyle daha yakın bağ kurmak için sürekli CD aldığı
yerde çalışmaya başlayan çaylak bir gitarist... Bestelerini icra
edebilmek için gruplar kuran ve saatlerce doğaçlama konserler veren
bir müzisyen... Hayalindeki yüksek lisans programı olan İTÜ
MİAM’dı. İstemeden gazetecilik okudu ama sonunda amacına ulaştı
Turgut Erçetin. Şu anda ise Stanford’da birinci yılını tamamladığı
beş yıllık burslu doktorasına devam ediyor. Stanford’dan beş yıl
için toplamda, 500 bin Dolar’dan fazla burs kazandı. Okulun müzik
bölümünde okuyan ilk Türk öğrenci.
Stanford’a girmesini sağlayan parça ise Hrant Dink için bestelediği
‘Unseen, Unspoken, Unheard’ adlı parça. Hikayesine “Ben devrimci
bir aktivistim” diye başlıyor: “Belki hepimizden daha masum bir
adam göz göre göre öldürüldü ama bu bir ağıt parçası değil. İTÜ
MİAM’da okurken aldım Dink’in öldürüldüğü haberini. Sonraki üç ay
boyunca bastırılmış ve işkenceye uğramış gibi hissettim kendimi.
Marmara Gazetecilik’te okurken Hrant Dink’in mahkemeleri sürüyordu.
Bir gün bir arkadaşımla mahkeme sonrasında Agos Gazetesine gidip
Dink’e moral vermek istedik. Ama ertesi gün vizem olduğu için
ziyareti erteledik. İşte o ziyareti ertelediğimiz için öldürüldü
Hrant. Öldükten sonra binlerce insan yürüyüş yaptı. Ben ve yürüyüşe
katılan herkes zamanında mahkemeye gidip Dink’e destek olsaydık o
adam öldürülmeyecekti belki de...” Hissettiği vicdan azabı ve
suçlulukla bestelediği parçanın, Stanford’dan 500 bin dolar
değerinde beş yıllık burs kazanmasına yardımcı olması ise onu en
çok sevindiren şey.
DALGA GEÇİP ALAY EDENLER OLDU
‘Unseen, Unspoken, Unheard’ bir spektral müzik örneği. İçindeki
vurmalı partisyonları silahı, bardak kırılma sesleriyse masumiyetin
yokolmasını temsil ediyor. İTÜ MİAM’daki ilk senesinin sonunda
parça ilk defa sahnede çalındı. MİAM’ın ünlü prodüktörlerinden
Pieter Snapper parçanın stüdyoda kaydedilmesine önayak oldu. Aynı
konser daha sonra Almanya’da icra edilirken yeni bir teklif de
Hollanda’dan geldi. Ama ilk başlarda yaptığı işi kimselere
beğendirememişti: “Bu tarz başarıları elde etmeden önce yaptığım
müziği beğenmeyenler hatta dalga geçenler bile oldu. İnsanların ne
dediğini umursamadan istediğim şeyi yapmaya devam ettim.” diyor.
Erçetin’in yaptığı müziği bazı klasik müzik severler bile müzikten
saymıyor.
MİAM’ın ikinci yılında Existence Trilogy (Varoluş Üçlemesi) isimli
yeni bir beste yapmaya başladı. Bu üç parçada gırtlak sesleri
kullanılarak icra edilen Throat Singing, Avustralya yerlilerinin
kullandığı Didgeridoo gibi enstrümanlar var. Üçlemeyi 10 kişi
çalmış: “Performansçıları bulmak zor olduğu gibi özel zamanlarını
rica edip, birlikte çalışabilme imkanına sahip olmak da çok
önemliydi. Üçlememde, bana inandığı için saksafoncu ve etno
müzikolog profesörü olan Robert Reigle bile performansçıların
arasına girdi.” diya anlatıyor o günlerini.
İTÜ MİAM’daki yüksek lisansının ilk yılında Hrant Dink için
bestelediği ‘Unseen, Unspoken, Unheard’ ve Existence Trilogy
(Varoluş Üçlemesi) isimli dört eserini kendi bağlantıları ve
tanıdıkları vasıtasıyla Amerika’da çeşitli üniversitelere yolladı.
Birçok üniversite onu almak için yarışa girdi. California, Boston,
Columbia, Berkeley ve Stanford, Erçetin’i kazanmak için verdikleri
bursları arttırsalar da Erçetin, kendine en uygun olan Stanford
Üniversitesi’nde doktora yapmayı seçti. Daha şimdiden dünyanın en
önemli eğitmenleri ve bestecileriyle çalışma şansı yakalayan
Erçetin, başarı öyküsüyle geleceğin önemli bestecilerinden olmaya
aday.
Stanford’a yolladığı parçaların ardındaki felsefe ve amacı
anlatırken de Hrant Dink hakkındaki görüşlerini okula sunmuş
Erçetin. “Hrant Dink için yazdığım gayet politik bir parça. Bunu
bir Amerikan okuluna izah edebilmek gerekiyordu. Ben de tüm
fikirlerimi herhangi birine anlatır gibi anlattım. Oradaki seçici
kuruldaki herkes başka birşeyi beğenmiş. Mesela daha politik ve sol
görüşlü olan profesörler ‘Unseen, Unspoken, Unheard’ü, daha çok
teknikle ilgilenenler ise üçlemeyi beğendi. Örneğin eğitmenlerimden
biri olan çağımızın en büyük Çağdaş Klasik Müzik bestecilerinden
Brian Ferneyhough daha çok üçlememin arkasında duruyor.”
ÜNİVERSİTELERDEN SİPARİŞ YAĞIYOR
* Turgut Erçetin Stanford’un ilk yılında daha iki-üç aylık bir
öğrenciyken Harvard mezunu, MIT’de akademisyen olan Seda Röder’den
bir parça siparişi aldı.
* Solo piyano üzerine bestelenen ‘Drifting Through The Echoes of
Time’ isimli parçayı dinleyen besteci Brian Ferneyhough, parçadan
etkilenip, Erçetin’e bir seminerde sunum yaptırdı. Bu sunumdan çok
heyecanlanan ünlü besteci, Erçetin’in yaz aylarında gitmek istediği
Fransa’da 1974’de kurulmuş elektronik müzik ve akustik bilim
enstitüsü olan IRCAM’daki Profesör Tristan Murail’e bir referans
mektubu yazdı.
* Erçetin, şu aralar ABD’de tanınan ve University of California,
San Diego’da hocalık yapmış Gustavo Aguilar’ın kendinise sipariş
ettiği iki perküsyon, gitar ve canlı elektronikler için bestelediği
parçayla meşgul.
* Berlinli bir müzik topluluğuna akordeon, elektrik gitar ve çello
için bir müzik yazacak. Bu besteyse diğerleri gibi klasik müzik
değil rock müziğe daha kayan bir formatta olacak. Turgut Erçetin’in
spektral müzik tekniklerini kullanarak yazdığı eserlerin bir
kısmını myspace.com/turgutercetin adresinden dinleyebilirsiniz.
POSTALLA SAHNEYE ÇIKINCA SEYİRCİ AFALLADI
Erçetin, hayatında en fazla 1-2 kez takım elbise giymiş.
Çocukluğundan beri rock ve metal dinleyen genç müzisyen
Amerika’daki ilk dersine uzun sakalları ve Jimi Hendrixvari
saçlarıyla girmiş. Üstündeki AC/DC tişörtünü ve yırtık kot
pantolonunu görenler şaşırsa da kimse tipine karışmamış. Konserlere
de aynı kıyafetlerle çıktığını anlatıyor: “Klasik müzik
konserlerinde gelenektir, besteci eğer yaşıyorsa, parçadan sonra
sahneye çıkıp şefin elini sıkar. Benim jenerasyonum artık pek
frakla dolaşmıyor ama en azından bir ceket giyiyorlar. Konserden
sonra besteci olarak sahneye çağırıldığımda, akademik elitlerin
oluşturduğu izleyicilerin yüzlerindeki ifadeyi unutamıyorum.
Üstümde her zaman giydiğim yırtık kot pantolonum, AC/DC tişörtüm ve
postallarımla sahneye çıkmıştım. Saçlarım açık ve sakallarım da
uzundu. Alkışlarda ani bir yavaşlama oldu, affallamışlardı.”
Barış AKPOLAT / www.hurriyet.com.tr