İCLAL AYDIN'IN YENİ EVİNİN İLK KİRACISI HANGİ ÜNLÜ İSİMDİ?

İclal Aydın'ın yeni taşındığı evinin ilk kiracısı Türkiye'nin en ünlü starlarından biri çıktı.

Google Haberlere Abone ol
İCLAL AYDIN'IN YENİ EVİNİN İLK KİRACISI HANGİ ÜNLÜ İSİMDİ?

İCLAL AYDIN / VATAN


 



Yeni bir yer...



Sonunda yeni eve taşındım. Ev halkı perişan. Sığamıyoruz. Kitaplar, oyuncaklar, dünyanın çeşitli yerlerinden toplanmış objeler... Kutu kutu dağıtıyoruz. Dağıta dağıta bitiremiyoruz...


Sonunda başardık. Yerleştik.


Meryem yeni pencerelerden nefret ediyor ancak. Silmek için verdiği çabayı “Cirque de Soleil” yöneticileri görse hazır ip cambazı diye işe alırlar.


Bu sabah erkenden camları silmiş. Ve şu anda yağmur yağıyor. Pencerelere bakarak “Ne talihsiz bir kadınım ben Allahım, bir işi başarmış olmanın mutluluğunu yarım saat bile yaşayamıyorum. Şuna bak...” diyerek dertleniyor. Pencerelerden girip sonbahardan çıkıyor... “Zaten moralim bozuk... Yine niye yaşıyorum bilmiyorum, koca dünyada bir başıma küçücüğüm... Çalış çalış nereye kadar? Hevesim geçti dünyadan” diye devam ediyor... Peşinde dolanıyorum gönlünü alabilmek için. Hay Allah sanki yağmuru ben dökmüşüm gibi bir suçluluk içindeyim. “Niye öyle diyorsun Meryem, sen hepimizin etrafında toplandığımız meleğimizsin, sen olmasan ne yapardık” diye dil döküyorum ama hiç oralı olmuyor...



***



Sonbahar bedensel ve ruhsal yorgunluğumuzu katlıyor sanki... Evin içinde üç kadın bir şeylerle uğraşıyoruz ama hepimizde bir kırgınlık, bir burukluk, çarşafları katlıyor, çekmeceleri düzenliyor, kitapları diziyoruz... Hayatımızı ne kadar derleyip toplasak da sanki her mevsim değişimi içimizde daha büyük bir dağınıklığa yol açıyor. Ve o dağınıklık saçma bir özgüven sorununa da sebep oluyor. “Daha şimdi toplamıştım ben buraları, ne zaman dağıldı(m), ne vakit tozlandı(m) anlamıyorum. Kim girdi, kim bıraktı bu ayak izlerini?”


Öyle ya... Topla topla nereye kadar? Meryem haklı... Bir koca dünyada küçücüksün, hevesi geçiyor bazen insanın dünyadan...


Ve fakat yeni silinmiş pencerelere vuran yağmur nasıl da güzel yağıyor... Nasıl güzel kokuyor... Balkona çıkıp karşıdaki yeşil koruyu seyrediyorum...



***



“Meryem biliyor musun bu evin ilk kiracısı kimmiş?” diye yanına yanaşıyorum. Yaprak sarıyor hızlı hızlı...


“Kimmiş?” diyor.


“Ajda Pekkan’mış” diyorum... “Aaaa” diyor gülerek. Sonra yaprak sarmaya devam ediyor. Nergiz de mutfakta, kavanozları temizliyor. O daha az güler. İkisi de kısa bir an mevzuyu ilginç bulup, tekrar işlerine dönüyorlar...


Yanlarından çıkıyorum. Çalışma odasındaki kar kürelerinden üzerinde Venedik olanı alıyorum elime. Dantelleri, Murano camları, gondolları, üzümlü sardalyaları, güvercinlerle dolu San Marco meydanını, daracık sokakları, yüzlerce köprünün altından geçen kanalları ve yavaş yavaş batmakta olan şehri düşünüyorum...


Mutfak kapısından başımı uzatıp ikisine bakıyorum... Bir gondola bindirsem, çocuklar gibi gülerler mi acaba?


O anda karar veriyorum....



***



Kitaplığı yerleştirirken “Çok gezen mi bilir çok okuyan mı derler” diyordu Meryem Nergiz’e... “Ne çok gezdik ne de çok okuduk... Çorum’dan İstanbul’a işte. İco’dan sonra gördüm İzmir’i, Ankara’yı, Bodrum’u, Fethiye’yi, Elazığ’ı... Çok güzel yerlerdi bak hepsi. İnsan çok şey öğreniyor. Yeni yemekler, yeni evler görüyorsun hep... Gerçi kitap da okuyorum ama gezmek daha çok öğretiyor. Sonra işte yine her şey aynı bakma. Öğrendikçe daha mı mutlu oluyor insan bilmiyorum...”


Asıl soru bu zaten... Öğrendikçe daha mı mutlu oluyor insan? Bence oluyor... Meryem’le Nergis’i mutlu etmek istiyorum... Şimdi bu yazıyı okuyacaklar ya, kesin ağlar ikisi de...

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin