Eskiden ithalatın %50'si Abd'yle idi; peki şimdi?

ESKİDEN İTHALATIN %50'Sİ ABD'YLE İDİ; PEKİ ŞİMDİ?

1990'lı yıllar...

Okullardaki ders kitaplarında Cennetmekân Abdülhamid Han için “Kızıl Sultan” yazılıp Osmanlı'nın hunharca karalandığı zamanlar...

Bize Anadolu'yu vatan yapanların “Ülkeden kovduk” diye kötü öğretildiği vakitler...

İçinde en az 48 görevlinin olduğu ve boyunun da 48 metre olduğu bilinen Bandırma Vapuru'nun birkaç kişiyle hem de geceleri gizlice Samsun'a çıktığı söyleniyordu.

Vahdettin Han'a “hain” damgası vuruluyor, Mustafa Kemal'i Samsun'a gönderenin Vahdettin Han olduğu; dönemin paşası ve devletin kurucu Cumhurbaşkanı’nın 16 Mayıs 1919’da padişahın huzuruna çıktığını gizliyorlardı.

Avrupa harikaydı, ama Türkiye’den pek bir şeyler olmazdı.

Kitaplara göre “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinde ama ümit vermeyen bir noktadaydık. Anlayacağınız pek de çaba göstermeye gerek yoktu.

Yine o yıllarda Türkiye’nin tüm dış ticaretinin %50’si Amerika Birleşik Devletleri ile yapılıyordu. İşte bu acı bir hakikat idi.

Bunu ilk okuduğumda “çocuk aklımla” epey şaşırmıştım.

Zirâ dünyada bir çok devlet var iken biz niye ticaretin yarısını sadece bir devlet ile yapıyorduk? Bağımsızlık böyle bir şey olamazdı.

Ve nihayet Türkiye dış ticarette de zincirleri kırdı. Ticareti çeşitlendirip alternatifler üretti.

Seçenekleri olanlar daha başarılı yollara koşarlar.

2024 verilerine göre;

Almanya, Türkiye ihracatının yüzde 7,8’inde pay sahibiyken, ABD yüzde 6,2, İngiltere yüzde 5,8, Irak yüzde 5, İtalya yüzde 4,9.

Rakamlar dengeli yayılmış görünüyor.

İthalatta ise yüzde 13,1’lik payla Çin ilk sırada yer aldı. Bunu yüzde 12,8’le Rusya, yüzde 7,9’la Almanya, yüzde 5,6 ile İtalya, yüzde 4,7 ile ABD, yüzde 3,6 ile Fransa takip etti.

Burada da dengeli bir yayılım söz konusu.

İş dünyasında da bu böyledir.

Sadece bir müşteriye güvenerek iş yaparsanız “batma ihtimaliniz” her an gerçekleşebilir. O yüzden birçok firma “müşteri yelpazesini” mümkün olan en geniş bakış açısıyla dengeler.

Devletlerin güvenliği meselesi de esasında “ticaret mantığı” ile açıklanabilir.

Hiçbir ülke “güvenlik meselesini” kendi sınırlarından başlatmaz.

Almanya’nın güvenliği Ukrayna’dan başlar.

Fransa’nın güvenliği Polonya’nın ötesindedir.

Türkiye’nin güvenliği Balkanlardan Kudüs'e dek uzanır.

Gazze meselesi bizzat Türkiye’nin meselesidir.

İsrail’e güven olmaz.

Trump’ın 21 maddelik anlaşması “kağıt üstünde” iyi gibi görünse de sahada ancak “güç” etkili olur.

SON SÖZ: Masayı saha belirler ve sahada güçlü olanın masada bileği bükülmez. İsrail sözden, yazıdan anlamaz; sadece “güçten” anlar, gerçek bir ordudan korkar.