Buket AŞÇI / VATAN EKLER
Murathan Mungan, Aysun Kayacı, Aziz Nesin
Murathan Mungan, Aysun Kayacı, Aziz Nesin
Murathan Mungan’ın yeni kitabı “Kadından Kentler”i
okuyorum...Sıkışıp kalmış kadınların hikâyeleri bunlar. Her
kentten, her tipten kadını anlatıyor. Daha doğmadan gelenekle,
kültürle, dinle inşa edilen hapishanelere yani son zamanların moda
söylemiyle mahalle baskısına sıkışıp kalmış ya da bu hapishaneleri
yıkıp kendi mahallesini yaratmak isterken yalnızlığa mahkûm olmuş
kadınları... Kariyer ve ekonomik özgürlüğün bedelini nasırlaşmış
heyecanlar ve tek başınalıkla ödeyen kadınları.
Sahi hangisi daha zordur; size biçilen rolle yaşamak mı, yoksa
bunun dışına çıktığınız için kendi mahallenizden kovulmak mı?
Bugünlerde bu soruyla cebelleşenlerden biri de Aysun Kayacı. Eski
manken, oyuncu, öğrenci... Ama bunlardan ziyade aptal sarışın iması
ile anılan ünlü biri. Bu durumdan bugüne kadar herkes memnundu. O
fiziğine ve cinsiyetine düşeni yapıyor, fazla lafa söze karışmıyor,
karışsa da komik çamlar devirip “Bak şu sevimli civcive”
dedirtiyor, herkes geçinip gidiyordu. Ta ki, “Sarışın da olurum,
fikir sahibi de” diyene kadar. Zaten her hafta sözleri ve
düşünceleriyle gündem yaratan üç kadınla, saygın bir haber
kanalında program yapmıyor muydu? Ki, kadınlardan biri yazar Pınar
Kür, diğeri haber koordinatörlüğü yapmış gazeteci Çiğdem Anad ve
bir diğeri de “Türk sinemasının tabu yıkan kadın”ı, siyasetçi Ercan
Karakaş’la eşi Müjde Ar’ken... Aysun Kayacı onlarla birlikte bir
programda yer aldığına göre fikirlerini söylemesinden doğal ne
olabilirdi ki? Ayrıca “Dağdaki çobanla benim oyum aynı mı?” sözü
Aziz Nesin’in on dört yıl önce söylediği sözünün benzeri değil
miydi? Aysun Kayacı’nın bu sözün ardından “Ben vergimi veriyorum”
demesinin atlanmasının nedeni de bu değil mi? Hatırlarsak dağdaki
çoban ile eğitim düzeyini kıyaslayan Aziz Nesin’di, Kayacı değil.
Nesin de sözlerinden ötürü yerden yere vurulmuştu. Ama o “Bu
fikirler aydın diktatörlüğü ile yönetilen sosyalist rejimlere
özgüdür” mealinde eleştirilmiş, Ufuk Uras da o zaman ortaya çıkıp
“Bunlara fikir kırıntısı bile demem” dememişti. (Bu arada büyük
umutlarla Meclis’e gönderilen sevgili hocam Ufuk Uras, bu kaosun
içinde eleştire eleştire Aysun Kayacı’yı mı buldu?)
Şimdi birileri Aysun Kayacı’nın IQ’sundan, eğitiminden,
mankenliğinden dem vurarak “Sen kim, siyaset üzerine kafa yormak
kim” yorumlarında bulunuyor. (Galiba onlara göre de mankenler oy
kullanmamalı?) Oysa bu ülke beş yıldır, eğitim düzeyine, okuduğu
kitaplara bakmadan sırf türbanlı diye birilerinden demokrasi tarifi
dinlemiyor mu? Birileri sırf türbanlı diye yazar yapılmıyor mu?
Aysun Kayacı’ya kızıyoruz çünkü o oyunu bozdu. Bir kere her
kestirme zekalı Türk’ün aklından geçen ama söylemeye cesaret
edemediği bir şeyi yüksek sesle söyledi. Ama en önemlisi “genç ve
güzel kadın” kontenjanıyla gül gibi yaşamak yerine yanındaki
kadınlar gibi var olmak istedi. Aylardır “Üniversiteye gidiyorum”
diyerek taşındığını duyurduğu “Gencim, sarışın mankenim”
mahallesinden bir anda kovuldu. Tabii o mahallenin sağladığı
dokunulmazlığı da geride kaldı. Elbet yeni mahallelerden davetler
gelecektir kendisine, geliyor da. Ama ben onu başımızın üstüne
kitapları alarak yürümeye davet ediyorum. Çünkü kitaplar, sadece
yürüyüşü güzelleştirmez, duruşu da sağlamlaştırır. Zira herkes
mahalle baskısı gördüğünü söylese de doğduğu mahallenin dışına
çıkan ve kovulan kadınlar bilir ki mahalleler de baskıları da hiç
bitmez. Sonunda nüfusu bir kişiden oluşan kendi mahalleni kurmak ve
yalnızlığına sığınmak zorunda kalırsın, Murathan Mungan’ın
kitabındaki kadınlar gibi.
Not: Ortak akla inanan biri olarak Kayacı’nın sözlerine katılmıyorum. İşaret ettiğine değil de parmağa bakmayı alışkanlık edindiğimiz için açıkça yazmak istedim. Cezmi Ersöz aracılığı ile bir çobanın şiirlerini yayınlamasını sevinçle karşılamıştım. Ayrıca cumhurbaşkanlığa yükselmiş bir çobanımızın varlığını da hatırlatmak isterim ki bu sistemin işlediğini gösterir. Öyle ya bir ülkede çobanlar cumhurbaşkanı olabiliyorsa o ülkede hayal kurulabilir.
Aziz Nesin ne demişti?
“Parlamenterlerin çoğunun demokrasinin ne olduğunu bildiklerini
sanmıyorum... Halk kendi lehine çalışacak partiyi seçmekten
yoksun... Hakkari’nin dağındaki bir çobanla, İstanbul’daki bir
profesör aynı oy verme hakkına sahip. Buna demokrasi diyorlar.
Toplumumuzun orta bir kültür düzeyinde olması lazım.”