Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, memleketin en köklü, en uzun soluklu ve en önemli film festivallerinden biri. Bu yıl 62’nci yaşını kutlayan festival, sanat yönetmeni Deniz Yavuz’un ikinci döneminde taze ve yenilenmiş bir nefes etkisi sunmaya devam etti.
Neyse ki geçen yılki gibi bir sansür krizi yaşanmadı. Ancak bu yılın da gölgesiz geçtiğini söylemek zor; tıpkı Adana’da olduğu gibi, burada da kentin belediye başkanı cezaevinde. Dolayısıyla festival boyunca perdede ve kürsüde en çok duyduğumuz kelimeler “adalet”, “özgürlük” ve “onurlu bir yaşam” oldu.
Her yıl olduğu gibi Antalya’da bu yıl da hem yeni yönetmenlerin ilk film heyecanlarına tanıklık ettik hem de deneyimli isimlerin taze işleriyle buluştuk. Öğrenciler, sinema yazarları, profesyoneller…
Şehir bir hafta boyunca tam anlamıyla sinema nefesi aldı. Festivalin jüri başkanı Ömer Vargı’nın açılışta söylediği “adaletli davranacağız” sözü, hafta boyunca tutuldu. Jüri kararları genel olarak hakkaniyetli bulundu; kalpten gelen filmler ödüllerini aldı.
Filmlere genel olarak baktığımızda, son 5–10 yıl öncesine kıyasla düşen bir ivme hissediliyor. Bunun nedenleri malum: pandemi, ekonomik koşullar ve daralan üretim olanakları… Dünyada da durum farklı değil; Avrupa ve Hollywood sineması da bir süredir hafızalarda yer edecek işler konusunda sessiz. Yine de bu geçici bir duraklama dönemi gibi görünüyor. Türk sinemasında taşraya sıkışan hikâyeler, steril senaryolar ve risk almaktan çekinen yapımlar ağırlıkta olsa da, denemekten korkmayan cesur işler de yok değil.
Festivalde öne çıkan filmler arasında Seyfettin Tokmak, 15 yıl önceki Kırık Midyelerden sonra ikinci uzun metrajı “Tavşan İmparatorluğu” ile güçlü bir dönüş yaptı. Tokmak, Özcan Alper gibi güçlü bir yönetmenin festival ortalamasının üzerindeki yapımı Erken Kış’ı geride bırakmayı başardı. Festivalin sürpriz çıkışı ise hiç beklenmedik bir isimden geldi: Erdem Yener. “Barselo” ile bağımsız sinemada cesur bir çıkış yaptı ve klişeleri ters yüz eden deneysel bir dil kurdu.
Belgeselden kurmacaya geçen Ensar Altay, ilk uzun metrajı “Kanto”’da temkinli ama tutarlı bir anlatım benimsedi. Hikâyesi sıradan başlasa da yön değiştiren bir noktada seyirciyi yakalamayı başardı. En büyük gücü ise Didem İnselel’in içten performansı oldu. Bir başka ilk film “Aldığımız Nefes”, zor bir konuyu çocuk oyuncu Defne Zeynep Enci’nin olağanüstü başarısıyla taşıdı. “Parçalı Yıllar”, festivalin melankolik melodramıydı; Yetkin Dikinciler ve Bilge Şen’in ustalıkla çizdiği karakterler hem güldürdü hem hüzünlendirdi. Özellikle Bilge Şen’in kapanıştaki sözleri, salonu sessizliğe boğdu: “65 senedir çalışıyorum. Bize 5–10 bin veriyorlar, ötekiler milyonlar alıyor. 81 yaşındayım, yoksulluk sınırının altında yaşıyorum.” Bu sözler, sadece bir serzeniş değil; sektörün sanatçısına ne kadar az kıymet verdiğinin tokat gibi hatırlatmasıydı.
Reklam kökenli yönetmenlerin ilk sinema deneyimi olan Emre Sert & Gözde Yetişkin’in “Sahibinden Rahmet” filmi ise iyi fikrine rağmen kaçırılmış bir fırsat olarak öne çıktı. Film, geçen yıl Adana’da yarışan “Hakkı” filmine benzerlik gösteriyor. Ne yazık ki başrol Cem Yiğit Üzümoğlu, şiveye dayalı performansında zorlandığı için tam randımanlı olamıyor.
Festivalin sonunda gölge düşüren bir acı haber de Türk sinemasının beyefendi isimlerinden Engin Çağlar’ın motosiklet kazasında hayatını kaybetmesi oldu. Yıllardır Altın Portakal’ın bir parçası olan Çağlar için akıllarda aynı soru yankılandı: “Burada olsaydı, belki de böyle olmazdı.” Türkiye’deki trafik terörü artık görmezden gelinmeyecek kadar büyük bir yara; daha sert ve caydırıcı önlemler şart.
Festival, jüri başkanı Ömer Vargı’nın sözleriyle noktalandı: “Bize bir gerekçe sordular, ödülleri sevdiğimiz filmlere verdik.” Belki de sinema zaten budur: gerekçesiz ama kalpten.
Altın Portakal biterken şehir bir başka festivale geçiş yaptı. Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin bu yılki son durağı olan Antalya Kültür Yolu Festivali, 9 Kasım’a kadar 67 farklı noktada gerçekleşen 517 etkinlikle şehri adeta açık hava sahnesine dönüştürüyor. Patara’dan Perge’ye, Kaleiçi’nden Aspendos’a uzanan bu kültür hattında konserler, tiyatrolar, sergiler ve açık hava etkinlikleriyle Antalya’nın her köşesi yeniden canlanıyor. Kültür ve Turizm Bakanı’nın da ifade ettiği gibi, önümüzdeki yıl festival “26 şehri kapsayarak daha da büyüyecek, gelişecek ve çeşitlenecek.”