Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş'ü anlattı

Yazar ve akademisyen Seda Ünsar, yeni romanı "Düşüş" hakkında konuştu. İnkılâp Kitabevi’nin yayınladığı Seda Ünsar imzalı Düşüş; hayatın anlamını, çocukluk arkadaşı iki baş karakterin İstanbul’dan Los Angeles ve San Fransisko’ya sürüklenen hayatları üzerinden felsefi, edebi, politik ve tarihi çerçevede sorgulatıyor.

Google Haberlere Abone ol
Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş'ü anlattı

Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanını anlattı.

İşte Ünsar'ın açıklamaları...

Hayatın Anlamı Üzerine Varoluşçu bir Sorgulama

İnkılâp Kitabevi 2021 yılının sonlarına doğru sürükleyici bir kurguyla derin akademik araştırma ve birikimi birleştiren bir kitapla okurlarının karşısına çıktı. Roman “gerçeğin peşine düşme” eylemini bilinçsizce yapan, çocukluk arkadaşı iki ana karakterin (S ve Ali), İstanbul’dan San Fransisko’ya ve Los Angeles’a uzanan hayatlarında, hayatın anlamı ya da anlamsızlığını keşfetmelerini anlatıyor ve bu keşif “kayıp zaman”a işaret ediyor. Bu iki metafor romanın ana teması diyebiliriz çünkü roman karakterlerinin hayatı keşfetme arzusu onları gerçeğin peşine düşürürken, bu keşfetme eylemi kayıp zamana taşıyor.

Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş'ü anlattı

Özgürlük, erdem, bilgi gibi birbiriyle bağlantılı metaforlarla ölümsüzlük, “onurlu bir yaşam için ödenecek bedel”, sıradanlık, hayal ve gerçek, hayal kırıklığı, aşk, “mutlu olma baskısı”, yalnızlık gibi içe içe geçmiş yan metaforlar, roman boyunca süregelen farklı karakterler arası diyaloglara eşlik eden felsefi ve politik düşünceler, Ali’nin rüyaları, geçmişi hatırlayışı, sinema tutkusu ve karakterlerin psikolojik çözümlemeleriyle beliriyor.

Aslında romanın ağırlıklı bölümü ilk kısım değil, on beş bölümden oluşan ikinci kısım. Tüm hikayenin ağırlıklı karakteri de, her ne kadar roman postmodern bir Los Angeles dünyasında S karakteriyle açılmış olsa da, Ali.

Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş'ü anlattı - Resim : 2

Beş bölümden oluşan birinci kısmın girişinde Blaise Pascal gibi bir matematikçi yani akılcıdan duyduğumuz “Kalbin kendine has nedenleri vardır; akıl bunları hiçbir zaman anlayamaz” sözünün ve Pablo Neruda’nın “Eğer bizi ölümden hiçbir şey kurtarmıyorsa, en azından aşk hayattan kurtarmalı” satırlarının ima ettiği gibi, S karakteri için hayatın anlamı, bir sıradanlık dışına çıkma çabası. S hayattaki tek hakikat Platonik bir İdea olarak algıladığı, toplumun “mutlu olma baskısı” dışında, doğal, kendiliğinden ve sadece kendisi için olan bir Aşk’ın peşinde. Birinci kısmın tüm romana yayılan en önemli yanı, işte böylesi karşılıklı olarak tutkulu ve derin bir aşkın karakterleri olan Stefano ve S üzerinden yansıtılan Batı-Doğu karşılaşması. Bu kısmın bir başka ilginç yanı ise, S’nin bir emperyalizm ve kapitalizm kritiği olarak yarı-sürreal, yarı-fantastik bir dille yazdığı metaforlarla örülü yazı. Hikaye birinci kısmın bölümlerinde aynı zamanda çok mekanlı; Los Angeles, San Fransisko, Londra, Brüksel, Floransa ve Salzburg’a yayılan (ve aslında “kayıp” olan) bir zaman söz konusu.

Romanın ikinci kısmı, Hölderlin’in “Bizler hiçbir şeyiz; aradığımız ise her şey” uyarısına karşılık Puşkin’in verdiği “Zamanın her şeyi halledeceği aşikardır” yanıtında gizli bir ipucuyla başka bir hikayeye açılıyor. Bu hikaye, ruhu yaratma arzusuyla dolu olan ve bunu bir türlü dışa vuramayışının gerilimiyle sarsılan Ali karakterinin San Fransisko’daki hayatının hikayesi. Fakat burada da zaman tek düze veya tek mekanlı değil, Ali’nin rüyaları ve geçmişi hatırlayışıyla İstanbul’a ve Los Angeles’a gidip geliyoruz ta ki hikaye bir mekanda sonlanırken yine başka bir mekana isaret edene kadar. Çocukluğunun beraber geçtiği teyzesinin üvey kızı Afife tarafından terk edildiğinde Ali, “…. bir fırtınanın ortasında zorla açılan bir kapıdan geçerek, taştan ve sakin bir eve girer gibi, yazmanın dingin ama tekinsiz dünyasına sığınmıştı” (s. 395). İşte, kitabın arka kapağında söz edilen “roman içinde roman”, Ali’nin böylece yazmaya başlayabildiği bir 19. yüzyıl Rus hikayesi. Böylelikle, ikinci kısmın en ilgi çekici farklılıklarından biri olan, bir Çehov hikayesi tadında yazılmış bir hikayenin de içinde buluyoruz kendimizi. Hikaye, romanın geneline yayılmış bulunan politik ve makro-teorik birçok düşünce ve tartışmayı içermeye devam ettiği gibi, uzun doğa tasvirleri, bu tasvirlerle karakterlerin psikolojik çözümlemelerinin bağlantısı, karakterlerin geçirdiği psikolojik değişimlerin yaşantılarına yansıması gibi hususlarda Rus edebiyatını aratmıyor.  

Yazdığı Düşüş romanıyla geniş okur kitlesine ulaşan Seda Ünsar, yeni romanı Düşüş'ü anlattı - Resim : 3

Ali’nin bu hikayeyle yarattığı Sergey Andreyev Kuruzkov adlı 19. yüzyıl karakteri de Ali gibi “boşluğu kapatmak” için “anlam arayışı”nda olan bir karakter fakat bulunduğu konum ve çağ itibariyle, bu arayış daha karanlık (belki de bir entellektüel için daha aydınlık) bir tarihi anda sürmekte. Sergey ait olduğu aristokrat sınıfı aşamayan, hayatın anlamını ölümsüzlükte ve ölümsüzlüğü gerçek ve yeni bir toplum hayalini gerçekleştirmek için adım atmakta bulan fakat elindeki gerçeklikle hayalini gerçekleştiremeyeceğini kavradığı anda köylülere küsen ve ölümsüzlük hayalinden de vazgeçen bir karakter. Ali Sergey’in ruh buhranlarında kendi ruhundan izler yansıtıyor diyebiliriz. Hatta, diyebiliriz ki romanın açılışında T. S. Eliot’a referans verilen o gölgede (“Düşünceyle gerçek arasına, devinimle eylem arasına düşer gölge”), çocukluğu ansiklopediler ve filmler arasında geçmiş, düş ile gerçek arasında bir gölge karakter olan Ali aslında yaşamadığı ruh buhranlarını da ancak hayal ederek Sergey’de yaşayabiliyor. Çünkü yaşamın kendisi Ali için yazı; yaşamaktan ziyade yazmayı düşleme ve yazma eylemi.

Ali “Haliç’ten Eminönü’ne, Cihangir’den Tarlabaşı’na, insanların yüzlerinde öfke, yılgınlık, mutsuzluk, delilik gibi işaretleri izleyerek, bir kentin, bir devletin, bir ulusun, bir uygarlığın çöküşünün haritasını çıkaran” (s. 179) Ali, küçük Japon balığım dediği Ai karakterine “İstanbul’da yürüyecek sokak, görecek yüz kalmamıştı. İnsanın ruhu uzak diyarlardaki sokaklara ve yüzlere aittir” (s. 348) dediğinde olduğu gibi, ruhunun ait olduğu mekan veya zamanı arıyor. Bu arayış ruhen yalnız bir entellektüelin (her gerçek entellektüel ruhen tek ve yalnızdır) bulunduğu toplum ve çöküşten bir kaçışı mı? Bu soruyu çok net yanıtlamayalım fakat şunu da söylemeden geçmeyelim: Ali’nin peşinde olduğu aslında ancak yabancı yerlerde mümkün olabilecek köksüz bir özgürlük arayışı. Bu arayış sürekli ve bitmeyen bir arayış.

 

Etiketler Düşüş kitap roman
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin