UMUR TALU DAHA ÖNCE ELEŞTİRDİĞİ YAZARLARI BU DEFA ÖRNEK GÖSTERDİ

Yazılarında gazetecilerin özeleştiri yapmaları gerektiğine sürekli vurgu yapan ve sık sık Doğan Grubu yazarlarını eleştiren Umur Talu, bu defa aynı grubun iki yazarını öğrencilerine örnek olarak gösterdi...

Google Haberlere Abone ol
UMUR TALU DAHA ÖNCE ELEŞTİRDİĞİ YAZARLARI BU DEFA ÖRNEK GÖSTERDİ

Özeleştiri ufku


Bir öğrencim, ödevi dolayısıyla 'Andıç olayı'nı anlatmamı istedi.

Sanıyorum, o 28 Şubat vakası sırasında henüz ortaokuldaydı.



Kısaca anlatmaya çalıştım.



Yanısıra, iki adet de taze gazete kupürü vermek istedim:



Biri, Ertuğrul Özkök'ün birkaç gün önce çıkan ve içinde, o dönemde andıçlar sonucu bazı gazetecileri 'vatan haini' ilan edişleriyle ilgili özeleştirisinin bulunduğu yazıydı...



Diğeri de, Neşe Düzel'in Radikal'deki söyleşisinde, Hasan Cemal'in, 'Gazeteci general emri dinlememeli. Titreyip kendine gelmeli. Özeleştiri zamanı geldi de geçiyor. Gazeteciliğin özünde bağımsızlık vardır. Devletten, iş ve siyaset dünyasından bağımsızlık' sözlerinin yer aldığı tam sayfaydı.



Gerçi, Özkök sadece 'gazeteciler' faslı için özeleştiri yapıyor, 28 Şubat'taki yayın politikalarını hálá savunuyordu... Hasan Cemal'inki, bu bakımdan, daha ayrıntılı, daha yoğun bir özeleştiriydi ama...



Her ikisi de, her şeye rağmen, önemliydi.



Her şeye rağmen, iyiydi.



Her şeye rağmen, umut vericiydi.



* * *



Yaşlarını tam bilmiyorum. Ama kıdemleri, bulundukları konumlar ve her gün onbinlerce insana yazı ulaştıran gazeteciler olarak, bu sözleri 'nihayet' bu açıklıkta söylemelerini, 'nihayet' vurgusundan da arındırarak, 'iyi ki söylenebildi' diye önemsiyorum.



'Nihayet', tabii ki şu anlama geliyor:



Neden, o zaman, onca zaman, bunca zaman, doğrusunu, gerekeni yapabilecek, yapılmaması gerekene pekala direnebilecek konumlarda iken bunları yapmadınız?



İşin bu kısmı elbette tarihten silinemeyecek olsa da, 'bugün' bu özeleştiri hattı üstünde gazetecilik yapma, bir özeleştiriden doğabilecek gazetecilik ufkunu açabilme zamanıdır.



Madem ki bir adım attılar, diğerlerini de borçlular.



Çünkü, kendisini savunabilecek, sağlam tutabilecek, aslında bir sürü korkuyu da, sadece vicdanlarının sesine kulak vererek yenebilecek konumdakilerin, maalesef tam tersine azdırdığı 'boynu eğik gazetecilik', bu ülkeye, insanlarına ve gazeteciliğe çok şey kaybettirdi.



Onların (bizlerin) zaafları ve zayıflıklarının açtığı gedikler yüzünden, toplum da, genç gazeteciler de savunmasız kaldı, tahrip edildi.



Borç, en çok bu yüzden.



* * *



Bu bağımsızlık meselesi, tabii ki, bir çırpıda geçilebilecek bir uçurum değil.



Sadece, adı telaffuz edilebilecek, şuydu buydu diye sıralanabilecek birtakım güçler karşısında bağımsız ve tarafsız olma iddiasından ibaret de değil.



Özünde şu yatıyor:



Devletin, toplumun, kurumların, hayatın ve mesleğimizin hiyerarşik örgütlenmesinde...



Ellerindeki maddi, kurumsal, idari, fikri imkan ve güçlerle 'kabul ettirenler, kabullendirenler, dayatanlar' dünyasında...



Çoğunluğun çaresiz, sessiz, mecburen kabullenişleri, katlanışları karşısında...



'Demokrasi kültürü ve hukuk'u, adaleti, sadece 'Kopenhag Kriterleri'nin mevzuatından ibaret değil, hayatın her alanında ve her anında, bir hak ve özgürlük felsefesi olarak benimseyebilmektir 'bağımsızlık'.



Toplum, hatta devlet, iyi, kötü aşama yapıp birtakım katılıklar gevşedikten, bazı duvarlar yıkıldıktan sonra, anlayışlı, düşünceli ve bağımsız duruşlu olabilmek değil...



Hayatın her veçhesindeki katılık ve haksızlıklar karşısında, bıkmadan buz kırabilmek, duvar yıkabilmek, taş ufalayabilmektir.



Sadece aktardığın ve yazdığında, eli yüzü düzgün, temiz, aklı başında olmak değil...



Kulağını, gözünü, aklını, vicdanını, yüreğini tüm acılara, tüm haksızlıklara açabilmek, sesini ve kalemini onlara katabilmektir.



Umarım, 'özeleştiri', bu meslekte o ufkun iyice genişleyebilmesine de vesile olur.

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin