Hırçın Kız'a...
30 yıl önce tanıdım onu. Bizim Tef Kabare Tiyatrosu’nun
sahnesinde ‘Hırçın Kız’ çalışmışlardı. Vaktiyle bir arkadaşımla
oynadığımız ‘Hırçın Kız’ çok sükse yapmıştı okulda.
Mezuniyetimizden sonra da konuşuldu. Aynı sahneyi oynayacaklardı.
Bana gelmişlerdi. Mizansenimizi gösterdim. Sahnenin duygusunu
anlattım. Kimi zaman karşılıklı oynayarak prova geçtik onunla.
Utangaç, güzel bir kız olarak hatırladım sonrasında onu ama deftere
yazmamıştım. Demek yıllarım bu Hırçın Kız’la geçecekmiş.
Bilmiyordum.
Başından fışkıran deli kızıl saçları, çilleri... Güzel sevda...
Suskunluğunun altında şelaleler akan tutkulu aşık delişmen kızlar
gibiydi. Anne olduktan sonra da durup oturmadı aslında. Sülalede
Selanikli bir deli büyükanne olmalı ki bu kızı anlayalım. Varmış da
zaten. Öte yandan yemiş bitirmiş bir olgunluk…
Lezzetli ev yemekleri pişiren, eğlenceli, anaç, düşkün dostu,
adaletli, gece geç saatlerde barını kapayıp tek başına kaybolup
giden kavi Slav kadınlarına benzer. Sadakatle kulis lambaları
karşısında makyajını silip artist barlarında kadeh parlatan inceden
kibirli yeri pek kolay dolmayacak esrarengiz karakter
oyuncularında, Hanna Schygulla’nın uzun koridorlarda Lili Marleen
yürüyüşünde, Cahide Sonku’nun efkarında, Liza’nın kabaresinde,
Sally Bowles azgınlığında, kuzey ülkelerinden gelmiş ve aniden
karlar altında yok olup gidecek Femme Fatale bir yosmada,
Persona’nın çıkmaz sokağında, bir balkan çingene alayının ortasında
elinde şarap şişesi dört kol çengi bir karnavalda, kış günü
hayranlıkla sevdiği oğlunun boynuna atkısını sararken gözleri
nemlenen her annede, belalı bir sevgilinin peşinden yıllarca şehir
şehir alem alem dolanan yaralı her pavyon şarkıcısının suretinde
gözükür.
Küçücük bir kız çocuğundan, elinde votkasıyla kaşarlanmış eski
zaman kadınlarına kadar uzanan sessiz bir klavye. Duymadığınız içli
sesiyle kederli bir şarkı... Yakınındayken özlenen kadındı. Bende
benim de bilmediğim, bilip de görmediğim, savurup attığım her
duyguya, yırtılmış her kağıt parçasına hayranlıkla baktı. Aşığına
bakar gibi.
Gencecik çilli kırmızı
Kekik kokulu
adaların rüzgarlı tepelerinde başını bağrıma yaslarken yüreğimin
titrediği gencecik çilli kırmızının aşk üzerine yazdığımda koyu bir
ilhamla yeri baki. Canımın ta içi oğluma her sarıldığımda ciğerime
dolan bahar kokusunda da.
Bir yerlere kaybolursam ruhum dolu, oğluma ilelebet hasret, ona
minnet ve şükranla giderim bu dünyadan. Hırçın Kız’a...
*Fotoğraf: Muhsin Akgün
www.radikal.com.tr