TUĞBA ÖZAY'IN CEZAEVİNDE YAZDIĞI KİTAP DOĞAN KİTAP'TAN ÇIKTI

Tuğba Özay'ın cezaevinde yazdığı "Bedel" adlı kitap Doğan Kitap'tan çıktı. Özay bu vesileyle Ayşe Arman'ın sorularını yanıtladı...

Google Haberlere Abone ol
TUĞBA ÖZAY'IN CEZAEVİNDE YAZDIĞI KİTAP DOĞAN KİTAP'TAN ÇIKTI

AYŞE ARMAN / HÜRRİYET


 


Tuğba Özay: Düşmana inat bir gün daha yaşamalısın



Tespitler: 1- Hayatımda gördüğüm en uzun bacaklar. 2- Gram selülit yCok. 3- Ne kadar spor yapıyorsun sorusuna cevabı: Her an. 4- Benim zannettiğimden çok daha ince çıktı. 5- Vahşi hayvanları hatırlatan bir gövdesi ve aurası var. 6- Hem dişi hem erkeksi bir yanı var. 7- Bir deli tarafı var, hiç bilmeden helikopter kullanıyor, pilot öylesine "Kullanmak ister misiniz?" diye soruyor, "Evet" deyip havada onunla yer değiştirip kullanıyor. 7- Mert. Sözünün eri. 8- Bir yanı arıza. Kabul ediyor. 9- Babasına hayran. 10- Çalışkan: Asla ranzada sırtüstü yatıp cezasının bitmesini beklememiş, oturup bir kitap yazmış. Aferin ona. Doğan Kitap’tan çıktı. Meraklısına duyurulur...



KİMSE BENİM  BAŞIMA GELMEZ DEMESİN


Aslında hepimiz incecik bir ip üzerindeyiz. Kime ne zaman, ne olacağı hiç belli değil. Ben orada polis arkadaşlar da edindim, bankacı, öğretmen, eczacı, doktor da... Her tür insan vardı. Kimse "Benim başıma gelmez" demesin. Hepimiz insanız, hatalar, zaaflar insana özgü...
   
BEBEK CİNAYETİ   


Cezaevinde gazetelere yansıyan üçüncü sayfa haberlerinin içyüzünü öğrendim. Ben içeri girerken Bebek Cinayeti diye bir haber çıktı. Mahkûmlar acayip öfkelendi. Gerçekten de zanlılar geldiği gün fena halde dövdüler. Sonra ortalık sakinleşince içyüzünü öğrendik: Hamile kalıyor, 4. ayında fark ediyor, doktor "Alırım" diyor ama çok para istiyor, bunun parası yok, yaşı küçük, aile korkusu var, çıtı pıtı bir şey, belli de olmuyor, evin kömürlüğünde doğuruyor, iki kız arkadaşı da yardım ediyor. Ertesi gün Çocuk Esirgeme’ye verecekler ama bebek yeri göğü inletiyor. Bunlar ne yapacağını şaşırıyor. Korkudan, sussun, sesi kesilsin diye poşete koyup bağlıyorlar. Ve çocuk ölüyor.


Magazin tarihine mafya ile aşk yaşayan kadın olarak geçtiniz...


- Evet öyle oldu. Ben ne ilkim ne de sonuncusu olacağım. Ama hiç değilse benimle gönül eğlendirmiyorlar, bana aşık oluyorlar. Zaten Akın da mafya değil. Sadece gücü seviyor. Belki daha önceki beraberliğimden dolayı böyle anılıyorumdur...


Doğru Kürşat Yılmaz ile de 2 yıl birlikte oldunuz. Mafya ile aşk yaşamanın nesi farklı? Bu adamlar daha mı iyi nedir?


- Hiçbir şeyleri farklı değil. Sadece güç onlar için fevkalade önemli. Erkek erkeğe iken bile. Güçlerini göstermeye bayılıyorlar. Bütün erkekler öyle gerçi. Ama onlar güce daha fazla inanıyorlar.


Eeee kadınlar da gücü sever...


- Doğru sever. Ben mesela bir erkeğin pasif olmasına tahammül edemem. Benim erkek idolüm babam. Korkusuz, cesurdur, kimseye boyun eğmez. Bir yere mi girdi? Tanımasalar bile mutlaka dönüp bakarlar. Sebebi yok. Baktırır. Duruşu, oturuşu faklıdır. Bunlar tamamen insanın içinden gelen şeyler. Adamın naturası böyle. Kimseye boyun eğmeyen bir kadın olarak tabii ki ben de kimseye eyvallahı olmayan adamları seveceğim.


Hayatınızın en büyük aşkı mıydı Akın?


- Yok canım. 5 ay sürdü. Ama sevdim. Kürşat’tan ayrılalı epey olmuştu, o ilişkide de çok yara almıştım. Duygusal bir boşluk yaşıyordum. Bir akşam bana dedi ki, "Senin haberin yok ama ben sana aşığım. Annemle babamın elini öptürmek, seninle evlenmek istiyorum." E benim de hoşuma gitti tabii. Önceleri her şey iyiydi. Sonra adamda saplantı oldum. Psikolojisi değişti. Her şeye karışmaya başladı. Kız arkadaşımdan tut sevdiğim erkek köpeğe kadar. Tuvalette neden 3 değil de, 5 dakika kalmışım, 3 dakika yetermiş. Telefonumu kurcalamalar filan. O derece. Belki de bu olay böyle yaşanmasa, başıma çok daha kötü bir şey gelecekti...


Kitabınızda kadınların arızalı adamlarla birlikte olmaktan hoşlandığını söylüyorsunuz. Sizin ruhunuzda da arızalı bir yan mı var yoksa?


- Valla ben adrenalin seviyorum. Belki de bu yüzden bu kadar ekstrem sporlar yapıyorum. Paraşütle atlıyorum, akla gelmeyecek şeyler. Ama tabii kavga, dövüş, birbirini hırpalamak bunlar başka. Bizim ilişkimizde bu tür şeyler yaşandı. Anlatamayacağım ölçüde bir kıskançlık, kimseyle paylaşamama, her şeye tepki gösterme, şüphelenme. Erkekler beni galiba Tuğba Özay olarak görüyor ve kafalarında büyütüyor. Sonra da şöyle bir korkuya kapılıyorlar: "Ya kaybedersem ya çekip giderse ya beni bırakırsa..." Ama kızamıyorum da. Babam bile benle dışarı çıktığında illallah diyor, meşhurluk böyle bir şey, herkes fotoğraf çektirmek istiyor, imza alıyor, yemek bile yiyemiyoruz doğru düzgün. Babam dahi rahatsız olurken, beraber olduğum erkeğin bunu hazmedebilmesi çok daha zor tabii...


E peki sonra ne oldu?


- Ben ayrılmak isteyince kıyamet koptu. Koca adam ayaklarıma kapandı, bir şans daha ver, düzeleceğim. Psikoloğa gideceğini söyledi. Gitti de. Üç gün düzeldi, dördüncü gün yine aynı şeyler başladı. Gittiğim organizasyonlara sürpriz yapıp geliyordu ve mutlaka bir arıza çıkarıyordu. Tamam belki aşırı sevginin sonuçları. Ama ben artık nefes alamaz hale gelmiştim. Bir de kendine güvensizliği, ona duyduğum saygıyı azalttı.


Başınıza bir şey gelecek diye korktunuz mu hiç?


- Evet korktum. Ona da söyledim zaten. Böyle devam ederse sonumuz ya mezar ya cezaevi. Birlikteyken her şey mükemmel ama 5 dakika ayrı kalınca bambaşka biri oluyordu. Derken hepimizin bildiği o saçmasapan olayın içinde bulduk kendimizi. İzmir’deyim, ben çıkmıyorum, telefonla yardımcımı taciz edip duruyor, tehditler savuruyor, küfürler ediyor. O arada yardımcım araba istemek için bir büyüğünü arıyor, ben de telefonu alıp, "Ya abi şu Akın’la ailemden biriymiş gibi konuşsana, abuk sabuk şeyler yapıyor, beni rahatsız ediyor" dedim. Budur yani yaptığım. O esnada yanında operasyon kapsamında biri varmış, o da benim ricamı Akın’a iletmiş.


Azmettirme hikayesi bu yani...   


- Evet. Ama azmettirmek filan değil. Ne alakası var. Sonra silahlar patladı. Ben de kendimi cezaevinde buldum, 6 ay...


HER ŞEYİN BİR BEDELİ VAR


Bu kitabı neden yazdınız?


- Günlük tutuyordum. Bana anlatılan hikayeleri, hislerimi ve gözlemlerimi not ediyordum. Baktım 600 sayfa olmuş. Neden bir kitap olmasın ki dedim.


Vermek istediğiniz bir mesaj filan var mı?


- Kitabın adı bedel. Bedel açılım olarak şu: Hayatta her şeyin bir bedeli var, güzel olmanın, açık yürekli olmanın, başarılı olmanın, şöhret olmanın, paralı olmanın, parasız olmanın, hatta yaşamanın bile bir bedeli var... Ben içeri girmeden bir sürü şeyin farkında değilmişim. "İyi ki girmişim" diyemeyeceğim ama bir sürü şey öğrendiğim bir gerçek. Bu kitapta bana ilham kaynağı olan herkese çok teşekkür ediyorum.


YILDIZLARIN ALTINDA BANYO        


Cezaevine girince ilk tepkiniz: a) Kendim ettim kendim buldum b) Bu da geçer c) Oyuna geldim d) Kader e) Şok


- e) Şok. Tarifsiz bir şaşkınlık hali. Donmuş gibiydim. Mahkemeye giderken polisler bana güç vermeye çalışıyordu: "Bütün basın orada olacak, başın dik olsun!" diye. Bense olan biteni her şeyi sanki bir başkası yaşıyormuş gibi izliyordum. Ağzımdan zar zor birkaç kelime çıktı. Sonra gecenin karanlığında cezaevinin kapısı ardımdan kapandı, dış dünyayla bütün ilişkim kesildi. Polis beni askere teslim ederken sarıldık, ağlaştık. O kadar kendimde değilim ki beni teslim alan askere, "Valla billaha ben bir şey yapmadım, suçsuzum!" dedim. Ve birden kendimi hiç bilmediğim bir hayatın içinde buldum, hayatım boyunca bir araya gelemeyeceğim insanlarla aynı ortamı paylaştım...


İçerideki herkes haksızlığa mı uğramış?


- Hayır ama gerçekten suçsuz yere yatanlar da var. Suçsuzluklarının anlaşılması için mahkemeye çıkmaları gerekiyor. İlk mahkemeye çıkana kadar 8 ay geçiyor. Beni en çok etkileyen çocuklar oldu. Orada anneleriyle yaşam mücadelesi veriyorlar. Çok yazık. Allah kimseyi düşürmesin. Hani "Cezaevi insanı ya ıslah eder ya timsah eder!" derler ya, doğru. İnsan oradan çok öfkeli de çıkabilir, hayattan intikam almak isteyebilir...


Nereye koydular sizi?


- Yabancılar koğuşuna. Güvenliğim açısından böylesini daha uygun buldular. Bir sürü Bulgar, Azeri, Rus, Taylandlı, Filipinli, İngiliz, Amerikalı, Özbek, Etiyopyalı ve Kenyalı kadınlarla kaldım. Birleşmiş Milletler gibiydik. Ben Türkiye’yi temsil ediyordum.


Ne tür suçlar?..


- Sahte kimlik, uyuşturucu. Aklına ne gelirse. Çok kültürlü insanlar da vardı bizim koğuşta. Zamanla hepimiz birbirimize alıştık. Çok güzel arkadaşlıklar kurduk.


Hayatınızda dizi filmler dışında hapishane görmediniz. Koğuşa girdiniz. Eeee?


- Herkes sıraya dizilmiş beni bekliyor, ben farkında değilim ama gayet sakin "Geçmiş olsun" demişim, tek tek sigara ikram etmişim. Bana 5 tane sakinleştirici yaptıkları için ben anımsamıyorum bunları. Bir de "Televizyonu açar mısınız?" demişim.


Yanınızda bavulunuz var mıydı?


- Yok ya ne bavulu, bir poşetle girdim! Beni cezaevine göndereceklerini bilmiyordum ki. Kimin elime tutuşturduğunu hatırlamıyorum ama o poşetin içinde eşofman, iç çamaşırı ve 10 paket sigara vardı. Tuhaf olanı da şu: Ben sigara kullanmıyordum. İçimden "Demek burada en iyi arkadaşım bu olacak!" dedim. Oldu. Çıktım şimdi yine kullanmıyorum. Ama orada fosur fosur içtim.


İçeride en çok yaptığınız şey...


- İnsan hikayelerini dinlemek, gözlemlemek, hayatı nasıl katlanabilir hale getireceğimi düşünmek ve başımdan geçenleri kağıda dökmek. Önce "Benim burada olmamam lazım, benim ne işim var" deyip duruyordum. Bir türlü kabullenemiyordum. Bizim kaldığımız koğuş izole bir yerdi, sadece diğer balkonların en üst katlarını görebiliyorduk, o da belli bir açıdan, işte o pencerelerden bir gün bir sürü kadın mahkûm "Tuğba, Tuğba" diye tezahürat yapmaya başladı. O zaman üzerime bir direnme gücü geldi. Sonra hücre gibi bir yer vardı, onun üst tarafında da bir pencere, Türk mahkûmlar ellerini uzatıp bana dokunmaya çalışıyorlardı. Yabancı mahkûmlar da beni ayaklarımdan havaya kaldırıp yükseltiyorlardı ki, onlara dokunabileyim. İşte ondan sonra yılmamaya, pes etmemeye karar verdim.


Kitapta eğlenceli yerler de var... Avluda güneşleniyorsunuz, banyo yapıyorsunuz...


- Bizim avlu 15 adımlık çok yüksek duvarları olan, hiçbir yeri görmeyen, dikdörtgen bir alandı. Bulut geçerse bulut, uçak geçerse uçak, kuş geçerse kuş görüyorsun ve tabii cezaevinin tel örgülerini. Baktım bizim kızlardan şilte atıp güneşlenen var, ben de yaptım. Ama bir süre sonra tepede helikopterler dolaşmaya başlayınca vazgeçtik, kendimizi spora verdik.


Yıldızların altında banyo...


- Voleybol oynarken ayağım kırıldı. Hayat çok zorlaştı. Akrobatlık yapmak gerekiyordu. Banyo da sorun oluyordu, görevlilerden izin aldık, hepimiz avluda yıkandık. Orayı kadınlar hamamına çevirdik...


Oradaki kadınların ortak bir özelliği var mı?


- Var. Çoğunluk erkekler yüzünden içeri girmiş durumda. Orada o kadar hikaye dinledim ki, suç nedir filan diye düşünmeye başladım, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anladım. Tamam girmiş cezaevine ama neden girmiş, hangi şartlar onu o suçu işlemeye itmiş. Aslında kadın bir erkek kadar kolay hoyratlık yapabilecek bir varlık değil. Daha şefkatli, daha dikkatli, daha duyarlı. Öyle salak bir sebeple hayatını karanlığa sürükleyecek kadar akılsız değil. Ama işin içine aşk girince akılları duruyor. Bir adam uğruna her şeyi yapıyor. Oysa erkeklerin içeri düşme gerekçesi genelikle para, hayat şartları, sonra namus. Çok hikaye var. Bir kısmını kitaba koydum.


Sizi en çok etkileyen hikaye...


- Bir kadın vardı, 5 senedir içeride. Bir gün eve erken geliyor, bir bakıyor ki kocası kız kardeşi ile yatakta. Kendini onun yerine koy, n’aparsın? O cinnet geçirip adamı öldürüyor. Bir de tabii pipisini kesiyor, o hırsla adamın ağzına koyuyor. Kadın içeride. Adam mezarda. Kız kardeşe ne olmuş bilmiyoruz...


Başka?


- Bir de hayatın acımasızlığından dolayı cinnet geçirip çocuğunu öldüren vardı. Evet hiçbir şekilde affedilemez ama anımsamıyor ki yaptığını. Belki de kadın ruhsal olarak hasta. Biz onu canavar olarak adlandırıyoruz. Babasının tecavüzüne uğrayanlar, tecavüzcüsünü öldürenler... Her türlü insanla karşılaştım.


İçeride sizi ayakta tutan neydi?


- Hayat her yerde devam ediyor. Önce şoka giriyorsun ama sonra fark ettiğinde diyorsun ki: Düşmana inat bir gün daha yaşamalısın! www.hurriyet.com.tr


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin