NAZLI ERAY: AHMET HAKAN’IN ‘10 KADIN’ İÇİN YAZDIKLARINA KIRILDIK!

© MEDYATAVA- Nazlı Eray’ın Doğan Kitap'tan çıkan yeni romanı MARILYN VENÜS’ÜN SON GECESİ’yle ilgili röportajını 10 KADIN(NTV) programı kulisinde verdi. İşte Batur Fatih İlhan'ın Medyatava yaptığı röportaj...

Google Haberlere Abone ol
NAZLI ERAY: AHMET HAKAN’IN ‘10 KADIN’ İÇİN  YAZDIKLARINA KIRILDIK!


 



Batur Fatih İlhan – MEDYATAVA


 


Karşınızda; kırmızı saçlarıyla, Türk edebiyatının önde gelen düş temsilcilerinden biri duruyorsa, sık yutkunuyorsunuz. Önce yaşına mı yoksa yazdıklarına mı, gazeteciliğine mi veyahut da TV kariyerine mi hürmet etmeli bilemiyorsunuz… Bu duygulanımlar bize ait elbet. Katılmamak olası. Lâkin Nazlı Eray’ın 1976’da başlayıp 2010’a uzanan yazarlık serüveninin herhangi bir meyvesinden küçük bir ısırık da alsanız, kurmaca denizlerine kavuşuyorsunuz derhal. Sonrası malum, kulaç kulaç yol alınıyor o denizde.


 


Bu girizgâh, Nazlı Eray’ın DOĞAN KİTAP’tan çıkan son romanı MARILYN VENÜS’ÜN SON GECESİ’ni şık bir vesile kılan bir medya röportajı için. Hem de Eray’ın üyesi olduğu 10 KADIN(NTV) programı kulisinde gerçekleştirildi.


Eh sorması/yazması bizden, okuyup eleştirmesi sizden…


 


***


 


“MARILYN VENÜS’ÜN SON GECESİ”nde Marilyn Monroe efsanesini konu alıyorsunuz. Siz onu güzel ve karşı konulmaz biçimde çekici bulanlardan mısınız?


Evet, Marilyn Monroe’yu çok güzel ve karşı konulamaz biçimde çekici buluyorum. İçinde küçük bir kız çocuğunu barındıran bir vamp, pırıltılar içinde gerçek bir star, şimdiye kadar da benzeri gelmemiş bir güzellik ve seksapel o. Onu ölümsüz kılan da bu. Yurtdışında her yerde Marilyn Monroe var. Kitapçılarda, kartçılarda,  müzelerde. Az önce Ankara’da bir alışveriş merkezinde, bir tişörtün üstünden gülümsedi bana. İstanbul’da, Kadıköy’de Fırat Han’da hiç görmediğim bir posterini bile buldum…


 


Siz de kaçınılmaz biçimde güzel ve çekici bir kadısınız. Monroe ile aranızda bir özdeşlik kurdunuz mu kitabı yazarken?


Çok teşekkür ederim. Yok canım! Monroe ile bir özdeşlik kurmadım kitabı yazarken. Yıllardır Monroe ile ilgili kitaplar okurum. Dünyasını çok iyi biliyorum, o kadar…


 


Geçen yüzyılın en ünlü popüler figürlerinden birini; bir sinema yıldızını, bir şarkıcıyı, bir seks sembolünü, kısaca süper-pop ikonlarından birini konu edinmeniz, okuru hangi düş dehlizlerine taşıyacak?


‘Marilyn Venüs’ün Son Gecesi’, okuru çok değişik düş dehlizlerinde dolaştıracak. Bu dehlizlerde gerçekler var. Çünkü yaşamış, var olmuş ve çok tanınmış kişileri yazdım romanımda. Onlarla ilgili verdiğim bilgiler yüzde yüz gerçek. Kaynakçaları da kitabın sonunda verdim.  Marilyn-Başkan Kennedy ilişkisi, gizli buluşmalar; Robert Kennedy ile daha duygusal bir ilişki. Belki ilk bakışta bir aşk… Cinayet gecesi. Suikastlar… Okur bu dehlizlerde dolaşacak.


 


Kırmızı saçlı olmakla, saçlarına kır düşmüş olmak arasında ne fark var?


Kırmızı saçlı olmakla, saçlarına kır düşmüş olmak arasında bir fark var mı acaba? Kır saç olgunluk verir, kızıl saç ise bir renk, yirmi beş yıldır sevdiğim bir şey. Bana çok doğal gelir o yüzden. Yalnızca bir alışkanlık. Hep böyleydim. Saçlarım uzun ve omuzlarıma dökülüyordu, İrlandalı gibiydim. Tim Burton’un filmindeki Johny Depp’in oynadığı çılgın şapkacı gibi!


 


Hakkınızda yazılanları veya söylenenleri umursuyor musunuz?


Hakkımda yazılanlar iyi. Onları seviyorum. ‘Ekşi Sözlük’tekiler mesela. Bence gayet güzel şeyler yazmışlar. İlk okuduğumda şaşırmıştım. Başka yazarlara yazılanları da okudum çünkü.  Aslında umursamam. Çünkü çok ayrı bir çemberin içindeyim ben.


 


Ahmet Hakan sizin için NTV’deki '10 KADIN’dan biri oluşunuzla ilgili olarak “Ona alaturka Pınar Kür desek olur mu acaba?” diye yazmıştı. Siz Ahmet Hakan’a ne demek istersiniz?


Ahmet Hakan’ın o lafı; beni tanımadığını, okumadığını gösteriyor. Demek ekrandan izledi, öyle düşündü. Beni tanıması,benimle konuşması lâzım. Onunla bir program yapmam, bir şeyler paylaşmam gerek. O zaman tanır. Ekranda ilk görüşte o kadar olur. Ama ben yazmazdım. Onun diğer arkadaşlarım için yazdıklarına da hepsi kırıldı.


 


NTV’de her gece '10 KADIN’ programına çıkmak ne tür bir dayanılmaz hafiflik yarattı yaşamınızda?


Haftanın dört gününü İstanbul’da geçirmeye başladım. Evimi açtım. Bu çok iyi oldu. Her Perşembe sabah uçağı ile İstanbul’a geliyorum. Bir araba kiralıyorum. Yıllarca içinde yaşamadığım evimde yaşıyorum. İstanbul’un altını üstüne getiriyorum. Kardeşimle kahvaltı ediyorum. Komşuları, sucunun numarasını, bakkalın çırağını vb. her şeyi öğrendim. Harika bir şey bu! Her Pazar akşamı uçakla Ankara’ya hayatıma dönüyorum. Hangisi benim gerçek hayatım? İşte bunu hep düşünüyorum. Bütün sevdiklerim Ankara’da. Arkadaşlarımın çoğu, yayınevim, NTV ve pek çok bağlı olduğum başka şey  de İstanbul’da. Biraz  yorucu ama güzel. Memnunum. İki şehir, iki boyut yaşıyorum.


 


Türkiye’deki televizyonculuğu başarılı ya da etkileyici buluyor musunuz?


Fena değil. Başarılı ve etkileyici bulduğum programlar pek tabii ki oluyor. Zaten, ‘Marilyn-Venüs’ün Son Gecesi’ yer yer dört televizyon kanalı aracılığı ile anlatılıyor okura. Bayan Kahkaha’nın programı, Gece Kuşu’nun programı, Oradaydım ve bir sabah programı.  Romandaki kişiler bu programların içinden geçiyor ve romanın içinde var olan hayata adım atıyorlar. Marilyn, Robert Kennedy, otopsiyi yapan Japon doktor Noguchi, Dallas’taki suikastı filme çeken Zapruder ve daha pek çok kişi…


 


Klasik gazetelerin -giderlerin çokluğu nedeniyle- ömürlerinin azaldığı ve yeni bir model/yöntem bulunmazsa teker teker yok olacağı gibi sektörel bir endişe dillendiriliyor. Bu kaygılar ne kadar haklı? Eski ‘Varlık Dergisi’, ‘Cumhuriyet’ ve ‘Güneş’ Gazeteleri ve yepyeni Vouge Dergisi yazarı olarak durum size nasıl görünüyor?


Bütün o dediğiniz gazetelerde köşe yazarlığı yaptım. ‘Düş İşler Bülteni’ ve ‘Gece Uçuşu’ idi köşemin adı. Radikal ve Akşam’da da köşem vardı. Şimdi de internet’te köşem var. Bir iki dergide de yazıyorum. Yo, gazete başkadır. Klasik gazetecilik bitmesin!


 


Yazınızı okumak için Vouge Dergisi’ni bayiden isterken ‘Vöög Lütfen?’ mi demeliyiz?


“Vog versene abi,’ dedim ben. O da, ‘Tamam abla. Vog,’ dedi. Siz de öyle deyin.


 


Su içer gibi kolay okunur olmanın/böyle yazmanın formülü nedir?


Bunun formülü içinden geldiği gibi ve çok hızlı yazabilmek. Okur satırlarda nefesini duyar ve peşinden koşar. Bırakamaz kitabı. Bir yerde uzun düşünür beklersen, sıkıcılık girer işin içine. Okur kopar senden. Hazır olup, fırtına gibi yazacaksın. Böyle yazmanın formülü de kendine güvenmek ve yazdığını yaşayıp, ona inanmak. Gerçekten inanmak. Formül budur!


 


Kitaplarınız soluksuz okunup, kısa sürede bitiriliyor diye mi çok faal bir yazarsınız. Yazma temponuzdaki sıklığı neye borçlusunuz?


Bilmiyorum. Okurlar hep sorarlar, ‘Yeni kitap var mı?’ Bir ağacım ben. İlkbaharda çiçek açıp, yaza doğru meyve veren. Yılda bir kitap ediyor. Bu yaşamakla ilgili bir şey. Hayatı hissetmek, acıyı, mutluluğu; hayatın kıvrımlarını hissetmekle ilgili bence. Bir yolda koşmak, nefes nefese kalmak, bir şehri görünce şaşırmak, belki bir yanlışı doğru diye yaşamak, bunlarla ilgili.  


 


Siz medyada oluşturulan gündemlerle genelde hemfikir misiniz?


Genelde hem fikir değilim.


 


Sizce genel olarak Türk medyası, toplumun aynası olabiliyor mu?


Son zamanlarda pek aynası olmuyor toplumun. Bence böyle.


 


Türk medyasında kaç tür gazetecilik anlayışı hüküm sürüyor?


İki kesim var Türkiye’de. Birileri Kafka’nın dünyasında yaşıyor. Dava’da ve Metamorfoz’da.


 


Eve hangi gazeteler girer?


Eve Hürriyet, Sabah, Akşam ve Radikal girer. Vatan da alırım.


 


Evde hangi TV kanalları izlenir?


NTV başta olmak üzere bütün kanallar izlenir.


 


Bu gün bulunduğunuz yerden memnun musunuz? Bu konumun oluşmasında medyanın payı nedir?


Bulunduğum yerden memnunum. Bu konumun oluşmasında medyanın da payı vardır elbette. 35 yıl Ankara’da yaşadığım halde medya her zaman benim İstanbullu olduğumu bildi. Bu çok önemli, çünkü taşrada kaybolursun. Anadolu yutar seni. Sürekli çalan telefonlarım, gelen mesajlar… İstanbul’da olmadığım zamanlarda bile hiç unutmadılar beni. Bir yazar için her şeyi Ankara’dan idare edebilmek çok önemli. Herkes İstanbul’a geldi. Hiçbir şey olmadı. Bu işler böyle işte.


 


Bilenler bilir, Marilyn Monroe “Lets Make love” filminde(Yön:George Cukor-1960) şarkıcı rolünde “My haert belogns to dady”(Kalbim babamındır) şarkısını söyler. Feyz alıp soralım, Nazlı Eray’ın kalbi kimin?


Bu sorunun yanıtı belki de ‘Aşık Papağan Barı’ adlı romanımda.


 baturf@gmail.com

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin