YAZARLAR KÖŞE, YAZILAR YUVARLAK

Ahmet İnsel'in radikal İki'de başlattığı "Köşe yazarının hikmeti" tartışmasına Mustafa Alp Dağıstanlı da enterasan bir bakış açısıyla katıldı.

Google Haberlere Abone ol
YAZARLAR KÖŞE, YAZILAR YUVARLAK

  


Mustafa Alp Dağıstanlı


malpda@yahoo.com


 


Ahmet İnsel’in geçen Pazar (28.08.2005) Radikal2’de “Köşe yazarının hikmeti” başlıklı bir yazısı yayınlandı. İnsel, köşe yazarlarının gazete içindeki konumunu değerlendiriyor, eleştiriyordu. Saptamalarına katılıyorum; sadece birkaç ek yapmak ve belki tekrar pahasına da olsa birkaç noktanın da altını çizmek istiyorum.


Gazete planlanmış, tasarlanmış bir bütündür. Bu bütün editoryal bir çalışmayla oluşturulur. Kısaca şöyle söylemek mümkün: Hergün birçok haber gelir gazeteye; ajanslardan, muhabirlerden, internetten, dergilerden ve öbür gazetelerden. Gazete, bu haberleri seçer, işler ve sıralayarak sayfalarına koyar. Böylece, okura hergün bir dünya ve Türkiye manzarası sunar. “Bugün durum budur” der. Bunu da dünya görüşüne, yayın çizgisine, sorunlarla ilgili önceliklerine göre yapar. Bu eeditoryal çalışmadan dolayı biz bir gazetede mükerrer haber görmeyiz; yani aynı haber bir gazetede iki kere yayınlanmaz. Yayınlanırsa hata yapılmış olur.


Haberler için söylediğimiz bu durum, aslında, yorumlar/analizler için de geçerlidir. Haberler gibi, yorumlar da (köşe yazıları) editoryal bir bütünün konusu ve parçasıdır, öyle olmalıdır. Gazete, o günün öne çıkardığı haberleri ve sorunlarıyla ilgili yorum ve analizlere de yer vermek zorundadır. Dolayısıyla, gazetenin birçok yazarı arasında bir koordinasyon, editoryal bir yönlendirme gerekir.


Türkiye’deki gazetelerde böyle bir çaba görünmüyor. Bakıyorsunuz, o günün (haftanın) en önemli konusu hakkında hiçbir yorum/analiz/değerlendirme olmayabiliyor. Bunun örneklerini bütün gazetelerde gördüğüm gibi, neredeyse sadece yazılarla ve “köşe” halinde olmayan yazarlarla beslenen Radikal2’de de sık sık görebiliyoruz.


Köşe yazarları, keyiflerine göre “takılıyor”, bazan da mükerrer yorum yayınlanabiliyor. Yani, yazılması gereken bir konuda hiç yazı yokken, aynı konuda iki, hatta üç yazı görebiliyorsunuz. Mükerrer habere titizlenen gazeteler, mükerrer köşe yazısını abes kabul etmiyor. Son günlerden bir örnek vereyim: Aynı Pazar günü Vatan gazetesinde iki yazar, Asaf Savaş Akat ve Seyfettin Gürsel, son açıklanan istihdam rakamları üzerine yazmıştı. İşin ilginç tarafı, Akat istihdamda gerileme olduğunu söyleyip ekonomideki genel durgunluk alametleriyle ilgili ek bir uyarı olarak yorumlarken yeni verileri, Gürsel istihdamda artış olduğunu söylüyordu. Benim gibi ekonomiden çok da anlamayan okurlar için yeni bir bilmece ortaya çıkmış oldu.


Tabii ki, aynı gazetenin yazarları da farklı görüşleri savunabilir. Bazı konular da, özeellikle, tartışmaya son derece açıktır. Ama o zaman da gazetenin bu yazıları iki karşıt görüş olarak sunması gerekir; editoryal bir müdahale şarttır yani.


Köşelerin dağılımında da bir sorun var aslında. Türkiye’deki gazetelerde bütün sayfalara bir, bazan iki, üç, dört yazar serpiştirilmiş vaziyette. Bu, bir kere, büyük bir çirkinlik yaratıyor. Sayfaların görsel tasarımını fakirleştirip hareket serbestisini enikonu kısıtlıyor. Bu durumun yarattığı başka bir sorun daha var. Okur, bir gazetenin mesela dış haber sayfalarında dünyadaki gelişmelerle ilgili bir yorum, ekonomi sayfalarında ekonomiyle ilgili değerlendirme, vs. görmek ister. Gazete bunu taahhüt etmiştir. Ama gazeteyi alıyorsunuz ve görüyorsunuz ki, mesela dış haber yorumcusu alelade bir turizm yazısı, ekonomi yorumcusu şehir sorunlarıyla ilgili, politika yorumcusu bir romanla ilgili, spor yorumcunuz da Irak savaşıyla ilgili bir yazı yazmış. Dünyanın hiçbir ciddi gazetesinde böyle bir şeye rastlayamazsınız. Mesela politika yorumcunuz, tabii ki, bir roman üzerine yazı yazabilir, ama o yazı kitap sayfalarının editöründen geçtikten sonra kitap sayfalarında, spor yorumcunuzun Irak savaşıyla ilgili “analizi” de editöründen geçtikten sonra dış politika sayfalarında yayınlanır. Bizde durum böyle değil, isteyen istediği yerde oynuyor.


Patronlarının tetikçiliğini, iş takipçiliğini yapan köşe yazarları meselesini geçiyorum; iyice pespaye şeyler yazanları da, Türkçe kıtlığını da...


Köşe yazarlarının dünyanın parasıyla o gazeteden bu gazeteye transfer olduğu dönem de kapandı galiba. 1990’lardaki kadar büyük paralar dönüyor mu hâlâ, bilmiyorum. Ama o zamanlarda da, A gazetesini birakıp B gazetesine geçen bir yazarın peşinden binlerce okur sürüklediğine tanık olmadık hiç.


Aslında, şimdiki köşe yazarı kepazeleği sonuç olarak gelip habere, gazeteciliğe dayanıyor. Çok basit bir gerçek var şu anda Türkiye’de: Memleketin her tarafı haber kaynıyorken bu haberlerin pek azını veriyor medya. Haberden kaçıştan doğan boşluğu da ıvır zıvır köşe yazılarıyla “dolduruyor”. Bu durum o kadar uç noktaya vardı ki, gazetelerimizde sık sık, bir köşe yazarının yazısının manşet olduğunu görüyoruz. Haberle köşe yazısı birbirine karışıyor. Tabii, bazı köşe yazarları aynı zamanda gazetecidir ve haber de çıkarabilirler, ama çıkardıkları haberi, haber olduğu anlaşılır bir şekilde, haber formatında yazmalıdırlar. Bizim köşe yazarları, haber sayılabilecek şeyler (bunlar genellikle bir kişiyle konuşmalarına dayanır) bulduklarında da yorum mekânı olan köşelerinde kullanıyorlar. Halbuki, biz köşe yazarlarından (yorumculardan), o haberin analizini bekliyoruz.


Haber, Türkiye’de gazetelerin sadece korktuğu bir şey değil, haber aynı zamanda masraflı bir şeydir (bütün dünyada olduğu gibi) ve daha önemlisi emek ister, meşakkatli bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkar. Türkiye’de biraz palazlanan, kıdemi artan muhabirler de köşe sahibi oldu. Bu da, haber mi, yorum mu belli olmayan metinlerin gazetelerde boy göstermesine yol açtı. Haber haline gelmesi için emek, çaba, zaman isteyen metinler bu köşelerde yayınlandı. Gazeteciliğe gerek kalmadı böylece. Haber için eksik yerler hissiyatla, yorumla, sadece bir taraftan duyulan sözlerle beslendi.


Gazeteciliğe o kadar gerek görülmedi ki, “boyalı basın”ı eleştiren “muhalif” gazeteler de o eleştirdikleri büyük medyanın zihniyetiyle hareket etti. Ahmet İnsel’inkine benzer benim de bir anım var. İki sene kadar önce yeni bir gazete çıkarma hazırlıkları yapan ekipten (o ekip sonra tasfiye edildi ya da kendileri çekildi, bilmiyorum) bir arkadaş geldi. Çıkaracakları gazeteyle ilgili fikir sormak, danışmak istiyordu. İki saat kadar konuştuk. Kısaca, Türkiye’de yapılmayan gazetecilikten örnekler verdim ve haberi öne çıkaran bir gazete (başka türlü gazete olabilir mi?) çıkarmaya çalışmalarını tavsiye ettim. Arkadaşım, benim de yazmamı istedi. “Bence bunu, köşe yazarlarını en son düşünün” dedim. “Gazete çıkarmak isteyen solcuların düştüğü en kolay ve büyük tuzak budur.” Yorumcuları da köşelere serpiştirmemelerini, hergün yazan yazarlardan kaçınmalarını, vs. salık verdim. O gazete sonra çıktı; köşe yazarından geçilmiyordu; haber bakımından da, başka bakımlardan da o eleştirdikleri gazetelerden daha kötü durumdaydı.


Beni hayrete düşüren başka bir şey daha var: Ülkemizde ne kadar çok köşe yazarı var ve bunların da yazacak ne kadar çok şeyi var!? Baksanıza, hergün yazı yazan, memleket ve dünya meseleliryle ilgili bizi aydınlatan (!???) dünya kadar insan var. Gören de Türkiye’de muazzam bir kültürel taşma, dehşetengiz bir fikir üretimi var, bu konularda Türkiye’nin eline kimse su dökemez sanır. Ben hergün en az 10 kadar İngilizce gazete okuyorum. Bunların hiçbirinde hergün yazan bir tek yazara rastlamadım.


Olabilir, onlarda bizdeki cevherlerden hiç yoktur belki de. Gazetecilik Anglo-Saxon menşeli bir iştir, ama zavallılar köklerinden kopmuş ve unutmuş ki zahir, bir “kıyak” yapıp bizim köşe yazarlarının yazılarını İngilizceye çevirip şu The Guardian’a, New York Times’a falan gönderseler ya... Hepsini mutlaka basarlar, eminim!

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin