BİR AVUÇ DOLAR İÇİN, MEDYADA NELER OLUYOR

Neslihan Acu, medyada neler oluyor konulu bir yazı yazdı."İyi insanlar medyada da çoğunlukta değiller. İşte bakın, kahvehaneabisi gibi tipler dolu ortalıkta. Ne doğru dürüst bir vizyon, nebirikim, ne de yürek var. Sallama laf hokkabazları hepsi. Ama heyhat,medyanın tepe noktalarına sımsıkı yapışmışlar. Demire kök salanzehirli midyeler misali."

Google Haberlere Abone ol
BİR AVUÇ DOLAR İÇİN, MEDYADA NELER OLUYOR

BİR AVUÇ DOLAR İÇİN


 


Pazar günü TRT’de tesadüfen denk geldim. Emre Aköz ve Mümtazer Türköne kapatma davasını tartışıyorlardı.


Sayın Aköz çok etkileyici bir şahıs biliyorsunuz. Araba farına yakalanmış tavşan gibi çakıldım kaldım bir süre ekran başında, kaçamadım.


O çok bilindik kahvehane ağır abisi üslubuyla gevrek gevşek konuşuyordu. Çok janti bir adam doğrusu. Ortada durup programı idare etmeye çalışan, adını bilemediğim genç kadın sunucuya masadaki bir çiçek vazosu kadar önem veriyor, hem konuk hem moderatör kıvamında anlatıyor da anlatıyordu. AKP ile şeriatın hiçbir ilgisini görmüyormuş kendisi. Bol bol kullandığı “yaaniii”leri arasında anlayabildiğim kadarıyla, ülkede hiçbir zaman dinci bir harekete, bir ayaklanmaya da şahit olmamış. Falan filan.


Kendisi bunları anlatırken ben beynimin kalan yüzde 90’ı ile başka şeyler düşünüyordum. Mesela, basın özgürlüğü, medyanın halleri, iyi gazetecilik nedir, ne değildir falan gibi şeyler. Medyanın satılmış (ya da satılık) ruhları (ya da ruhsuzları) gibi konular.


 


Serdar Turgut’un dün yazdığı bir yazı var, “Basını Yok Etme Gayreti” diye. Enteresan birkaç cümle geçiyor orada.


“ Bu köşenin yazarı her zaman yapabildiği gibi iyi bir iş gördüğünde Başbakan’ı hep övmüştür. Bir gün yine ona destek veren bir yorum yazmıştı ama o gün Başbakan’ın adamlarından ‘Sadece tek bir yazıyla kendinizi kurtaracağınızı mı sanıyorsunuz?’ lafını da duyabilmiştir.”


Bu satırları okuduğumda kendi kendime “yok artık devenin pabucu!” dedim, dayanamayaraktan.


Vay vay vay, sayın seyirciler. Benim sandığımdan çok daha demokraaaatik bir ülkede yaşıyormuşuz meğer. Bırrrr. (Titremem geçsin yazıya devam edeceğim.)


 


Biliyor musunuz, geçen yaz Tarık Akan’a hayli bozulmuştum. Ertuğrul Günay kültür bakanı olunca gazeteciler ona “ne hissediyorsunuz?” diye sormuşlardı da, o da “Mutsuzum, onun da ötesinde resmen acı çekiyorum” diye cevap vermişti.


“Abartıyorsun üstat” diye mırıldandığımı hatırlıyorum o ara.


Bugünse kazlığıma yanıyorum. Ertuğrul Günay yüzünden harbi acı çekilebiliyormuş meğer. Önce “devletin içinde önemli yerlere sızılmış” buyurdu, şimdi de Yargıtay Başsavcısının açtığı davayı “Ergenekon Çetesine” bağlamaya çalışıyor.


Eski solcunun saçtığı çamurlar kalbime sıçramasın diye az öteye kaçıyorum izninizle.


 


Üzülüyorum. Üzülüyoruz.


Eski solcular, kiralık ve satılık ruhlar, ortalık karıştırıcılar ise üzülmüyorlar.


Bu ülkenin iyi insanları neredeler?


Siyasette değiller ne yazık ki. Partilerin faşizan betonarme yapılanmaları içine nüfuz edemedikleri için, ayrı bir yapı içinde örgütlenmelerine de küresel güçler izin vermediği için, siyaset sahnesinde yıllardır aynı ruhsuz suratları (pardon, parti liderlerini) görmek zorunda kaldık, kalıyoruz.


İyi insanlar medyada da çoğunlukta değiller. İşte bakın, kahvehane abisi gibi tipler dolu ortalıkta. Ne doğru dürüst bir vizyon, ne birikim, ne de yürek var. Sallama laf hokkabazları hepsi. Ama heyhat, medyanın tepe noktalarında sımsıkı yapışmışlar bir yerlere. Demire kök salan zehirli midyeler misali.


Öyle gevrek gevrek konuşurlarken, bu ülke için bir gram gerçek üzüntü duymadıklarını biliyor olmak, beni çok ama çok öfkelendiriyor.


Takım tutar gibi tuttukları partinin lideri, tamamına başbakanlık yapmakla yükümlü olduğu bu halkı, verdiği her demeçle “imanlılar-imansızlar” diye ikiye bölerken, “laikliği” dinsizlik şeklinde pompalarken, kadınları bohçalarken… Bunlar arkada hazırolda, her an şakşak durumlarındalar. Bizim takım gol attı yüzsüzlüğündeler.


 


Ülke karışacakmış, birbirimizi gırtlaklayacakmışız, esaslı bir ekonomik krizle aç açıkta kalacakmışız….


Umurlarında değil.


Çünkü onlar hiçbir zaman aç, açıkta kalmayacaklar.


Olan bizlere olacak. Biz topun ağzındakilere... Üç beş kuruşu zar zor kazanıp, estek köstek geçinmeye çalışan, yine de ruhunu satmayanlara. Sınırlarda yaşayanlara. Aylık 500 yetele’lik sadaka-maaşlarıyla geçinmeye çalışan (ama inatla sadaka almayan, sadaka almaya direnen) işçiye, emekliye, asgari ücretliye.


Olan bu ülkenin nüfusunun yarısını oluşturan çocuklara ve gençlere olacak.


 


Sadakacılar, şakşakçılar, yağdanlıklar, küçük adamlar ise her koşulda var olmayı sürdürecekler. Tabii buna “var olmak” denilebilirse.


 


NESLİHAN ACU


neslidost@gmail.com 


 


 

Sıradaki Haber İçin Sürükleyin