Tayfun ATAY/RADİKAL
Zaman geçer, 'Cemile' geçmez!
Geçen sezonu en büyük kayıpla kapayan diziydi ‘Öyle Bir Geçer
Zaman Ki’ (ÖBGZ)... Erkan Petekkaya’nın yanı sıra en gözde
oyunculardan Farah Zeynep Abdullah’ın ve sezona ‘kötü adam’ olarak
damgasını vuran Hüseyin Avni Danyal’in kopuşları hemen telafi
edilebilir görünmüyordu. Dizinin simgesi olmuş ‘Küçük Osman’ın da
(Emir Berke Zincidi) ‘ilkgençliğe kaybı’, riskli bir yörünge
değişimi demekti. İş zordu.
Salı günkü açılış, böyle olmadığını gösterdi. Belki bir eksiklik
hissedildi başta ama (karakter ‘yaş’landırma kusurlarını saymazsak)
her zamanki gibi duygu tellerini titreten, yeni heyecanlar vaat
eden kurgu seyirciyi ekrana bağladı. Dizi, artık bir ‘klasik’ olma
yolunda ilerliyor.
Başarıdaki tematik, teknik ve ‘artistik’ nedenleri biraz
gelişigüzel şekilde de olsa tartışmaya açalım. Dizinin emsalsiz
yanı, ‘duygu üretimi’... ÖBGZ (tabii ki ‘endüstriyel’ anlamda)
duygu üretmeyi inandırıcı biçimde becerebildiği için ayakta
kalmakta. Bunu gerçekleştirme yolunda Türkiye popüler kültürünün
tarihsel malzemesinden akıllıca yararlanmakta. Bu, ‘melodramatik’
yapıda kendini açığa vuruyor. Bu toplum, popüler kültürün
‘sesli-görüntülü’ kulvarına gözünü melodramla açtı. O, bir bakıma
kendi mazisi demek. Ama melodramın ‘altın çağı’nda olmadığımız da
ortada. Onu bu çağın karmaşık, masumiyetten uzak, tabiri caizse
‘piç’ yapısına maharetle ‘yedirmek’ gerekiyor ki senaryo ve reji
düzeyinde bu başarılmış durumda.
Melodramı bugünün dinamikleriyle eklemlemek derken dizinin bugünü
anlatmadığını unutmuyoruz tabii. ÖBGZ bizi 1960’lardan aldı, 70’ler
üzerinden 80’lere getirdi. Evet yakın geçmişteyiz, ama izlediğimiz
geçmiş dönemlerin içinde de ‘fısıltı’ halinde bugünü bulmaktayız.
Yani dizi geçmişten bugüne ve dahi geleceğe bağlanan bir dinamizme
sahip. Bu dinamizmle kendi içinde, ‘geçmişteki geleceği’ni de inşa
ediyor. O halde ‘ÖBGZ-90’lar’a da hazır olun!..
Bu söylenenlerle bağlantılı belirtmek gerekir ki bu, genel çerçeve
itibariyle ‘muhafazakâr’ bir dizi. Ana mesaj şu: Ne olursa olsun;
başınıza ne gelirse gelsin; ne kadar dibe vurursanız vurun, eğer
‘aile’yi elde tutuyor, ondan vaz geçmiyorsanız ayakta kalmanız, yer
yer mutluluk spotları bulabilmeniz mümkün... Ama kendi içinde
değişimci, radikal, ‘sol’ mesajları da olan bir dizi ÖBGZ.
Aile-merkezli ama ‘gelenekçi’ değil; dayanışmacı ama bireyselliği
kısıtlayıcı değil; özgeciliği telkin etse de başına buyrukluğu
teşvik etmiyor da değil... Tüm bunların diziye toplumun muhafazakâr
katmanlarına da aykırı kesimlerine de, gencine de yaşlısına da
hitap eder bir kapasite kazandırdığı söylenebilir.
Oyuncu kadrosuna söylenecek söz yok. Mucizevi bir terkip ve gelen
gideni aratmıyor. Yine de ‘Cemile faktörü’ne değinmezsem çatlarım!
Erkan Petekkaya çok güçlü bir ağırlık merkeziydi, ama dizi
çökmediyse bunu belki en çok ‘Cemile’ye (Ayça Bingöl) borçlu. İki
yıl önce, ilk sezonda yazmıştım; o, bizim ‘anamız, avradımız,
yarimiz’ diye.. Hâlâ öyle. Bir kız çocuğu masumiyetinde eve mahkûm
‘hanım’ hali güzeldi. Hoyratça örselenmiş aşkıyla hayata açılıp
‘dişileşmesi’ de çok güzeldi. Hüzünlü-yorgun ‘anneanne’liği de çok,
ama çok güzel. Belli ki torununun çocuğunu şefkatle kucaklayacağı
90’larda da ışığı sönmeyecek! Biz geçeceğiz, ‘Cemile’ hiç ama hiç
geçmeyecek!..