YILDIRIM TÜRKER / RADİKAL
Murat Belge'ye saldırmak
Sıra “Türkiye’nin en sevilen tarihçisi, Meşhur araştırmacı,
Gazeteci, Yazar, Müzikolog, Tanburi, Üstad-ı kalem Murat Bardakçı
beyefendi” ile Habertürk’te.
Saray müdüründen sonra şimdi de mehterli tarihçi-hanedan
çantacısı, Murat Belge’ye yönelik bir saldırının tetikçisi
oldu.
Birkaç yıl önce yazmış olduğum bir yazıyı bir kez daha okurlara
sunmak kaldı bana da.
***
Bazı insanlar hakkında yazmaya kalktığınızda kendinizi derin bir
mahcubiyetin pençelerinde bulursunuz. Seçtiğiniz her kelime
yetersiz, yeltendiğiniz her tanımlama kaba saba, soluklandığınız
her saptama kof olacaktır. Karşınızda benzersiz bir insan serüveni
olduğunu bilmenin verdiği heyecan ayaklarınıza dolanıyor işte.
Hayatınızın en zor yazısı olacağını biliyorsunuz şimdiden.
Kelimelerle onu benzetmeye çalışacaksınız. Kimseye benzemediğini
bile bile. Bir kez daha ondan çalacaksınız.
Murat Belge üstüne bir şeyler yazacaksam işi pişkinliğe vurmalıyım.
Olsa olsa kişisel bir şükran yazısı olabilir, bu. Beni ben yapan
birkaç insandan biri olduğu için; uzun eğitim hayatımda öğrendiğim
her şeyin kim bilir kaç katını ondan öğrenmiş olduğum için. Bu
yazıyı okurken çoktan yüzü buruşmuştur. Övgünün, doğası icabı
yüklendiği saldırganlıkla da arası iyi değildir. Hoşlanmaz. Benim
için de utanır.
Bir de onun inceliğinden, çelebiliğinden, sanki hiç çalışılmadan
edinilmiş, insanın en doğal haliymiş gibi taşıdığı tevazudan söz
etmek isterim elbet. Şu aralar ona saldıranları besleyen yanları,
çünkü bunlar.
Ona saldırılır. Çeşitli dönemlerde özellikle yoğunlaşır bu
saldırılar, ama ona genel olarak saldırılır. Duruşuyla, bu
topraklarla ilişkilenme biçimiyle, üslubuyla; her şeyin ötesinde o
hiç alışık olmadığımız üslubuyla çeker bu saldırıları. Vasat,
oportünist, gözü dönmüş statüko gardiyanları onun
temsil etmeye hiç soyunmadan temsil ettiğini bildikleri şeylere
tahammül edemezler. Sözünü dolaşıma sokmaya çalışırken bir unvan
peşinde olan ham düşünce erbabı da çoğunluk kendini onunla
tartmaya, onunla hesaplaşıp, ona haddini bildirmeye çalışır.
Murat Belge’den basının, akıl
tokmağını yedikten sonra milliyetçi muhafazakâr cephe oluşturmaya
sıvanmış tescilli ibişleriyle onların beslemesi meczuplara cevap
vermesini beklemek gülünç olmaz mı? Diplomat eskisi timsahların,
çöreklenmiş oldukları postlarından doğru
hakemlik numarası kesen linç
şakşakçılarının onu hedef göstermesi karşısında kendini savunmasını
mı bekleyeceğiz ondan? Vaktine yazık değil mi?
Kibardır. Öfkeden kudurup insan incittiği görülmemiştir. Kırıcı
olamadığı, hayır demekte zorlandığı için yöneticilik yapamaz.
Hayatı boyunca hiçbir iktidar mevkiine, hiçbir posta talip
olmamıştır. Tevazuu tokluğu ürkütür, bu dünyaya burnunu silip bir
an evvel karnını doyurmaya çalışanları.
Murat Belge’nin varlığı, açlıktan ruhu guruldayanları çileden
çıkarır.
Biyografi olabilir mi
Belge’nin biyografisini çıkarmak için oturup yıllarca dirsek
çürütmek gerek. Yardımcı da olmaz. Ama bir kez daha ufkumuza vatan
hainlerinin hası olarak gerildiğine göre onun geçmişinden birkaç
ayrıntı hatırlamanın zamanıdır. 60 yaşını devirdiğini biliyoruz.
İngiliz Dili ve Edebiyatı Profesörü olduğunu da. 12 Mart döneminde
iki yıl cezaevinde kaldığını, 74’de Üniversite’deki öğretim üyeliği
görevine geri döndüğünü de. Edebiyatçı olarak en çetin metinlerin
kusursuz çevirmeni olarak biliriz kendisini. Charles Dickens’ın iki
ciltlik ‘Martin Chuzzlewit’i başka kim çevirebilirdi? Hele hele
William Faulkner’ın ‘Ayı’sını, ‘Döşeğimde Ölürken’i, ‘Ağustos
Işığı’nı? James Joyce hakkında ne biliyorduk, o ‘Sanatçının bir
Genç Adam Olarak Portresi’ni çevirmeden önce? D.H. Lawrence da John
Berger da onun kaleminden geçti. Çevirmenliği edebiyatla sınırlı
kalmadı. Marks’dan Althusser’e, teorik eserler çevirdi, sayısız
kitabın editörlüğünü üstlendi.
Murat Belge, 81 yılında YÖK’ün kuruluşundan sonra üniversiteden
istifa etti. Halkın Dostları ve Birikim dergilerinin
kurucularından. Radikal’dan gönce Milliyet, Politika, Demokrat ve
Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. 1983 yılında İletişim Yayınları’nı
kurdu. Haftalık yeni Gündem dergisinin kurulmasına önayak oldu. 12
Eylül sonrası Aydınlar dilekçesinin örgütleyenlerinden biri olarak
yargılandı. Dönemin önemli bir mücadele mevzii olan İnsan Hakları
Derneği’nin kurucuları arasında da ona rastlıyoruz.
90’a gelmeden, Avrupa’nın aşağıdan yukarı bütünleşmesi
konusunda Prag’da Helsinki Yurttaşlar Meclisi’nin toplantısına
katıldı. Dönüşünde Helsinki Yurttaşlar Derneği’ni kurdu. Bu dernek,
o günden beri Körfez Savaşı’na muhalefetten Andıç operasyonu’nda
hedef gösterilen Mehmet Ali Birand’la Cengiz Çandar’ın hakkını
korumaya dek çeşitli faaliyetlerde bulundu, sivil toplumun
gelişmesini sağlayan yüzlerce proje gerçekleştirdi. Belge, bir
dönem de Uluslararası Helsinki Yurttaşlar Meclisi eşbaşkanlığını
sürdürdü.
Bu arada ‘Tarihten Güncelliğe’ (1983), ‘Sosyalizm, Türkiye ve
Gelecek’ (1989), ‘Marksist Estetik’ (1989), ‘The Blue Cruise’
(1991), ‘Türkiye Dünyanın Neresinde’ (1992), ‘12 Yıl Sonra 12
Eylül’ (1992), ‘İstanbul Gezi Rehberi’ (1993), ‘Boğaziçi’nde
Yalılar ve İnsanlar’ (1997), ‘Edebiyat Üstüne Yazılar’ (1998),
“Tarih Boyunca Yemek Kültürü’ (2001), ‘Başka Kentler, Başka
Denizler’ (2004) ve son olarak da 600 sayfalık dev ‘Osmanlı’da
Kurumlar ve Kültür’ adlı kitapları yayınlandı.
Her şeyden öte
Murat Belge’ye ‘filolog’ diyerek
onun zengin varoluş serüvenine
aklı sıra haciz koymaya çalışan saray müdürüne kulak asmayın. Onu
Belge’nin sözleriyle uğurlayalım: “Önemli olan ‘uzmanlık’ değildir.
Dergiler, kitaplar yayımlanıyor, merakı olan, öğrenmek istediğini
öğreniyor. Önemli olan,
aklını akıldan gayrı, bilgisini bilgi üretiminden gayrı bir
şeylerin hizmetine vermemek. Uzman olan, bir şeylerin ‘allamesi’
olan, ama kendi vicdanının sesinden çok bir takım şeylerin
pırıltısına takılan çok adam gördük. Böylelerine tarihin nasıl
davrandığını en iyi tarihçilerin bilmesi beklenirdi.”
Murat Belge, başından beri sivil olmanın, vatandaş olmanın
erdemleri üstüne bizi aydınlatmaya çalıştı. Belirli bir alanın
jargonuna sığınmadan, dünyaya bakma, hayatı okuma yolları üstüne
bir kültür arkeolojisine çalıştı. Teorik tartışmaları da, gezi
yazıları da yemek kültürü üstüne denemeleri de, İstanbul tarihini,
mimarisini didik didik eden araştırmaları da, popüler kültür
analizleri de hep şimdiyi anlayabilmenin ipuçları peşinde yapılmış
çalışmalardır. ‘Her olgu, ayrıntı haline sokulmuş değer
yargılarıyla birlikte sunulur’dan yola çıkarak ‘gözümüzdeki
kıymığa’ hitap etti hep. Son kitabının önsözünde şöyle diyor:
“Gene, alışılmış Osmanlı tarih yazımızın, ‘doğru yapan cengâver
padişahlar’ ve ‘yanlış yapan sefih padişahlar’ ikilisinin
volontarizminde, aynı vüzera-vükelâ arasında, savaş meydanları ve
antlaşma maddelerinde çizilmiş rotası üstünde yürümekten mümkün
mertebe sakındım. ‘Tarih’ denen şeyin bu tip ‘öz’ veya onun
temsilcisi ‘özne’lerin , soyut birtakım ‘irade’lerin , zaman
içindeki neredeyse alegorik ilerleyişi olduğuna hiç inanmadım.
Tarihin içine doğarız ve kendimizi , bir merkezi olmayan, zorunlu
olarak karmaşık verili koşullar ve bunların her zaman karmaşık,
alabildiğine çok yanlı hareketleri ve belirlemeleri içinde buluruz.
Bitişi olmayan ve ‘muhasalası’nın rengi, öğeleri, mahiyeti her an
değişen bir oluşumdur bu.”
Solun gündemine sayısız tartışma
soktu. Sorgulanmayanları ilk o sorguladı. Hep erken davrandı,
saldırıya uğradı. Sözünü sakınmadı.
Uluslararası toplantılara katılır. Vaktinin çoğu yollarda geçer.
Bütün dünya halleri, onun dert coğrafyasına girer. Demokrasi ve
insan hakları konusunda sözüne, tecrübesine, emeğine güvenilen bir
dünya vatandaşıdır.
Aslında postunu milli hassasiyete serip rahat etmiş zevat da çok
iyi biliyor. Murat Belge’yle tartılmak, dünyayla tartılmaktır. Hiç
de kolay bir iş değildir.