Kakılmış medya sansürü
Yıldırım Türker
Birleşmiş Milletler'in ambargosu sonucu yarım milyon Iraklı çocuk
ölür,
halk açlıkla terbiye edilirken dünya basını kıyamet koparmıyordu.
Bush ve Blair çifti Irak savaşını gündeme getirene dek Saddam'ın
başa çıkılamayan canavarlığı dışında Irak'ın dünyaya ilişme biçimi
üstüne dile getirilecek her şey gereksiz ayrıntıdan ibaretti. Şimdi
binlerce sivil katledildikten sonra Ümmü Kasr limanına yanaşan
İngiliz gemisinin görüntüsü karşısına oturtuluşumuz müthiş bir
şiddet içeriyor. Gemi, insani yardım taşıyor.
Onca ölümün ve yıkımın ortasında hâlâ oyun oynamaya çalışan,
hayatta oyalanmanın yolunu arayan aç çocuklara, çaresiz bırakılmış
insanlara uzatılan uygar adamın yardım eli görüntüsü kusturucu bir
ısrarla gözümüze sokuluyor. Parçalanmış ölü çocuk görüntülerinin
üstüne biniveriyor bu görüntüler de. Ama bu yardım eli görüntüsü
karşısında maruz kaldığımız şiddet, sadece hafızamızdaki bu iki
görüntünün eşleşmesinden doğmuyor.
En güçlü olanın, bütün dünyayı rehin almış olanın, tarihi boyunca
yardım adıyla verdiklerinin çıplak koşullarını da bir kez daha,
asla kaçamayacağımız bir açıklıkla bize hatırlatıyor. Propagandanın
en kanla yıkanmışı olan, diz çöktürdüğü karşısında insani yanını
asla kaybetmeyen galip görüntüsünün zorlu koşullar sonucu
hızlandırılmış, yeterince incelikli kurgulanamamış hali. Gücü
karşısında düşmanda en ufak bir onur kırıntısı bırakmamaya kararlı
zorba. Kalanı elleriyle beslediğini gösterecek. Karşılığında
ayaklarına kadar getirdiği özgürlük yapımında figüranlık bekliyor
elbet. Dünya kamuoyunun, Irak'taki açlığın tek nedeninin Saddam'ın
zulmü olmadığını bilmemesi gerekiyor. Irak halkı yıllardır açlık ve
yoklukla terbiye edildi. Birleşmiş Milletler'i hoyratça aradan
çıkarmadan önce halkın aç, bütün altyapının perişan, eldeki
silahların da yok edilmesi sağlanmadı mı? Artık 'fair play'den söz
edilebilir.
Kakılmışlar ordusu
Bu zamane savaşında medyayı da askere alma fikri, koalisyon
ülkelerinin dehasını gösteriyor. Onları adlandıran kelimenin
seçimi, niyeti açık ediyor. 'Embedded', yerleştirilmiş,
yuvalandırılmış, iliştirilmiş, kakılmış anlamına geliyor. Orduların
içine kakılan bu medya mücahitleri, Amerikan-İngiliz birlikleriyle
birlikte barbarlara taşınan özgürlüğün bir ucundan tutuyor,
kaçınılmaz olarak. Haydi Fox News, Amerika'nın Hasan Mutlucan fon
müzikli Ertürk Yöntem'i diyelim, CNN, BBC seyredenler de görüyor ki
bu muhabirler yine kaçınılmaz olarak Batılı fatih rolünü
tiksindirici bir gayretkeşlikle abartıyor. Harekâtın ilk sabahından
başlayarak yalan bombardımanıyla dünya kamuoyunu terörize etmekte
en ufak bir beis görmedikleri açık. Daha ilk günlerde Tarık Aziz'in
kaçtığı haberiyle etekleri zil çalarken, akabinde Saddam'ın
vurulduğu haberini patlattılar. Saddam televizyona çıktığında, bir
gayret görünenin onun dublörü olduğunda bile ayak dirediler.
Saddam'ın eski metresinin uzmanlığına bile başvuruldu. Birkaç gün
sonra Taha Yasin Ramazan öldürülmüştü. Kakılmışlar, Ümmü Kasr'ın
fethini de pek aceleye getirdi. bir çırpıda Basra'yı aldılar.
Nasıriye'ye bayrağı diktiler. Zaten nicedir Bağdat kapısına
dayanmışlardı. Amerikan-İngiliz ordusuna karavana olmadan önce bu
muhabirlerin kapsamlı taahhütnameler imzalamış oldukları,
üretecekleri haberler konusunda belirli kısıtlamaları meslek
aşkıyla önceden sineye çekmiş oldukları biliniyor. Ama gazetecilik
konusunda burnundan kıl aldırmayan Anglosakson medyasının
kakılmışlık konusunda bu denli heveskâr olması yine de şaşırtıcı
değil mi?
Pentagon'un, CIA'nın, MI5 ve MI6'nın kendilerine sunduğu her
bilgiyi neredeyse gururlu bir saygıyla bildirip El Cezire'nin, Irak
Enformasyon Bakanlığı'nın sunduklarını bir çırpıda şaibeli ilan
eden Amerikan-İngiliz medyası, bir gün bu savaş biterse, kendisiyle
nasıl yüzleşecek?
Yalan bakanlığı
Sivil katliamları karşısında pişkince yalan söyleyebilen ABD ve
Britanya muktedirlerine çanak tutan da aynı medya. Akıllı
bombalarıyla pazaryerlerini hedef alıp onca sivili katlettikten
sonra marifetlerini Irak bombalarının üstüne yıkmaya, dünya
kamuoyunu, Iraklı sivilleri katledenlerin Irak bombaları olduğuna
inandırmaya çalışıyorlar.
Bush da ünlü radyo konuşmalarında Irak'ın sivillerin ve çocukların
ardına saklanarak kirli bir savaş yürüttüğünü, çoluk çocuğunu kendi
elleriyle
öldürerek propaganda faaliyetine kurban ettiğini iddia ediyor.
Çünkü Iraklı siviller, böcük gözlü çocuklar, koalisyon güçlerini
zor durumda bırakmak için ölüyor. Hepsi propaganda.
Irak Televizyonu'nu medyanın coşkulu alkışları arasında bombalayan
ABD'nin yetkilileri, Arap propagandasına bir son vermenin
gerekliliğinin altını çiziyor. Savaş esiri Amerikalıların dünyanın
karşısına çıkarılmasını Cenevre konvansiyonuna aykırı bulup
kıyameti koparanlar, televizyon bombalamanın da aynı Konvansiyon'u
ihlal ettiğini kabul etmiyor. Irak Televizyonu savaşın uzamasına
neden olan propaganda yapıyor ne de olsa. Havaya uçurulması vacip.
Kaldı ki Guantanamo'daki cehennemde, kolları arkadan bağlı, yere
diz çöktürülmüş, kafalarına koyu renkli bir torba geçirilmiş,
kulaklıklarla dünyanın bütün renk ve seslerinden yalıtılmış
esirleri sergileyerek bütün dünyaya dehşet saçan Amerika'nın
adaletin tek sözcüsü kisvesi altında yakıp yıkmasına, medyasından
ses çıkaran pek az.
Amerika, orada tutulan kurbanlara kötü davrandığını kabul ediyor.
Ama onlar savaş esiri değil ki. Onlar, 'kanunsuz savaşçı'.
Dolayısıyla yaşadıkları her şey meşru ve mubah.
Britanya Savunma Bakanı Geoff Hoon, 'Kafa Koparma Operasyonu'
sonuca ulaşamayınca öfkeye kapılarak Saddam'ı sığınaklarda saklanan
bir ödlek ilan etmişti. Aynı Hoon, kakılmışlardan çok farklı bir
gazeteciye; her şeyden önce mesleki onuruna sahip çıkan
'Independent' yazarı Robert Fisk'e bulaştı. Külyutmazlığı, hiçbir
orduya ve güce kakılmazlığıyla ünlü savaş muhabiri Fisk, Irak'ta
bomba düşen pazaryerinde bulduğu bir Cruise parçasının üstündeki
seri numarasını yayımlamış, aşağılık 'Punch ve Judy' oyununa darbe
indirmişti. Hoon, bunun üstüne 'Bir füze parçası bir gazeteciye
verilmiş' sözleriyle Fisk'in Irak yetkililerince kullanıldığını ima
etti. 'Independent'dan cevabını almakta da gecikmedi. "Fisk, bugüne
kadar pek çok tehlikeli bölgede görev yapmış ve buradaki gerçeklere
ulaşmaya çalışırken, çatışmaların ortasında kalan sivilleri
dinlemeyi tercih etmiştir, generalleri, politikacıları ve sözcüleri
değil," bununla da kalmayan gazete, Hoon'un savaş başladığından
beri doğrulanmamış haberleri açıkladığına da dikkati çekip onu
'kirli bir iş yapmakla' suçladı.
Fisk'in adlandırmasıyla 'Yalancılık
Bakanlığı'nın 'Zavallı yaşlı Geoff Hoon'u'.
Barbar yerlilerin huyları
Medyanın da yardımıyla Doğulunun, yerlinin, ilkelin, barbarın
tanımı yapılıyor bir kez daha. Farklı bir kültürü okumaktan aciz
zorbalar, Mezopotam-ya'yı yurt tutmuş insanları aç bırakıp,
yoksulluğa mahkûm edip, ilkel ilan edebiliyor. Araplar, kendilerini
savunmuyor. Onlar, 'direniyor'. Uygarlığa, özgürlüğe
direniyorlar.
Daha şimdiden binlercesi katledilerek Saddam'ın zulmünden
kurtarıldı. Bombalarla parçalanarak nihai özgürlüklerine
kavuştular. Çapulcu Araplarınkine ancak 'direniş cepleri'
denebilir. Savaş bittiğinde petrolleri yine onlara verilecek.
Onların kalkınması için kullanılacak. Shell, Halliburton, Chevron
eliyle tabii ki. Onların tek bildiği 'Binbir Gece Masalları'nın
hile ve desiseyle örülü dünyası. Yerliler, hilekâr olur,
biliyorsunuz. Sivil kılığa bürünüp savaşıyorlar. Onurlu savaş
kurallarını ihlal ediyorlar. Ütülü üniformalarıyla çölün ortasına
çıkıp bombalanmayı bekleyeceklerine sinsilik yapıyorlar. Bütün
sivil Iraklıların ölümünün gerçek sorumlusu onlar.
Bu alçakça kurgulanmış, berbat propaganda filmine alet olan medya,
savaşta verilen ilk zayiat.
YILDIRIM TÜRKER: BERBAT PROPAGANDA FİLMİNE ALET OLAN MEDYA SAVAŞTA VERİLEN İLK ZAİYAT
Irak Savaşı ile birlikte sözlüğüzüme ´embedded´ gazeteci tanımı da girdi. Yerleştirilmiş, liştirilmiş, Yıldırım Türker´in tabiriyle ´kakılmış´ medyanın mücahitleri. Radikal yazarı yalnızca bu tanımlamayla kalmadı, savaştaki medyayı enine boyuna yorumladı.
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin