Neyin var ülkem, mutlu gibisin?
'Ne oldu bize' diye soruyordu Vatan'ın manşeti... Bingöl'de
çocukların enkaz altında ecelle pençeleştiği gece televizyonda en
çok yerli dizi "Tatlı Hayat" seyredilmişti.
"Biz eskiden böyle değildik" diyordu gazetenin spotu;
"...acılarımızı, sevinçlerimizi birlikte yaşardık. Şimdi
çocuklarımızla birlikte insanlığımız da mı ölüyor?"
***
Çevrede keder kol gezerken, barların, kadehlerin dolup boşalması,
dizilerin müşterisinin çoğalması, milletin "haydi eller havada"
mütemadiyen çengi gibi oynaması bir vurdumduymazlık göstergesi
mi?
Kısmen öyle...
Ama bu nemelazımcılığın altını biraz kazısak, eminim enkaz
altından, hatırlanmasın diye en derine gömülmüş gamlar
çıkarılacaktır.
Çünkü çok üstümüze geliyor hayat!..
Biz, daha kendi derdimize derman bulamamışken, dünyanın kasveti üst
üste yığılıyor. Daha savaşın acılarını gömmeden, depreminki
bastırıyor.
Bombalanan, diri diri gömülen çocukların çığlığı bölüyor
uykumuzu...
Haberler yüreğimizi dağlıyor; çaresizlik elimizi bağlıyor.
"Depremi unutma", "Savaşta ölenleri hatırla" diyorlar.
Oysa biz, unutmak istiyoruz. Hatırlamak canımızı acıtıyor
çünkü...
Bir çift iyi habere muhtacız; krizlerden, acılardan yorgun...
Bir düşünsenize; fert başına düşen yıllık gaile oranı ne kadar
yüksek bu ülkede... Birkaç ay önce "dünyanın en mutsuz halkı"
seçilmedik mi?
Peki, "onca mutsuzluk varken", bunca cümbüş neden?
***
Gazetenin "eskiden böyle değildik" dediği dönemde, hayat bu kadar
rekabete dayalı değildi. Hâlâ "insaf" diye bir şey vardı; o yüzden
keder de, sevinç de paylaşılırdı.
Bugün ise insafsız bir yarışın içinde, örgütsüz, korunaksız,
yapayalnızız.
Gün boyu öyle çok yeniliyoruz ve bunu hatırlamak öyle acı veriyor
ki, gece pasif direnişe geçiyor, eğlencenin sığınağına
kaçıyoruz.
Madem ki, en çok ağrıyan yerimiz hafızamız, o halde unutmak yegane
ilacımız...
Dertlerin ağırlığına dayanmak için keyfediyor çoğumuz; dışa
vuramadığı kinini yiyip içerek tüketiyor, göbek atarak unutuyor;
başını koyup uyuyacağı bir "yerli dizi" bulup acısını
dindiriyor.
Başka türlü, hayata katlanamıyor.
***
"Eğlence İncelemeleri" kitabında (Metis, 1995), Tania Modleski,
günümüzün sahte hazlarının, içinde bulunduğumuz derin boşluğu fark
etmememiz için sunulduğunu anlatır:
"Hayat o kadar katlanılmaz hale geldi ki, acıyı eğlence yoluyla
dayanılır kılmak kaçınılmaz oldu."
Geçmişi bataklık, geleceği karanlıksa bugünün boşluğunda raks eder
insanoğlu; çaresizliğini içerek unutur.
Eğlenen kurtulur.
Ya eğlenemeyenler?
Bir diziye, bir bara, bir kadehe sığınamayanlar?
Başkalarının hicranını kendine dert edinenler?
Duyarlılığının bedelini mutsuzlukla ödeyenler?
***
Çok sevdiğim bir hocamın evinde yemekteydik geçenlerde...
Türkiye'yi savaşa sokacak tezkerenin reddedildiği gece ne kadar
sevindiğimizi, son zamanlarda kendimizi hiç, o birkaç gündeki kadar
iyi hissetmediğimizi anımsadık karşılıklı...
Bundan bahsederken hüzünlendi:
"Bizim için mütemadi mutluluk diye bir şey yok zaten" dedi.
"Madem ki Albert Camus'ye hak verip 'paylaşılmayan mutluluğun utanç
verici olduğuna' inandık; o halde ebediyen başkalarının acısını
çekeceğiz ve küçük, anlık mutluluklarla yetinmeyi öğreneceğiz".
Bizim "Tatlı Hayat"ımız da bu işte...
VATAN´IN SORUSUNU CAN DÜNDAR YANITLADI
Vatan´ın cumartesi günü manşetten sorduğu "Ne oldu bize" sorusuna yanıt Can Dündar´dan geldi. "Neyin var ülkem, mutlu gibisin" başlığını atan Dündar, bize neler olduğunu yazdı...
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin