Ünlü yönetmenden Gezi eylemleriyle ilgili ağır sözler: Sanat camiasındaki Ergenekon'a artık uyanın!

İlk günlerde Gezi Parkı protestolarına destek veren ancak kısa bir süre sonra yön değiştiren yönetmen Kutluğ Ataman zehir zemberek açıklamalarda bulundu.

Google Haberlere Abone ol
Ünlü yönetmenden Gezi eylemleriyle ilgili ağır sözler: Sanat camiasındaki Ergenekon'a artık uyanın!

Yönetmen Kutluğ Ataman, Gezi Parkı protestolarıyla ilgili çok tartışma yaratacak değerlendirmeler yaptı. Star gazetesinden Gülcan Tezcan’a konuşan Ataman, ilk günlerinde destek verdiği Gezi Parkı direnişinin ‘sanat camiası içindeki Ergenekon uzantıları’nın, ‘sol pozisyonu gasp etmiş’ kişi ve grupların eline geçtiğini öne süren Ataman, Koç Grubu’na yönelik olarak da ağır ithamlarda bulundu. 



“Ben bazılarının son zamanlarda çok abarttığı türden yeni bir gençlik antropolojisine kani olmadım. Bir kızgınlık patlamasıydı. Asosyal klavye gençliğinin sosyali keşfetmesiydi. ‘Gezi ruhu’ diye aslında olmayan bir ruh hali üzerinden sivil bir eylem gelişti” diyen Ataman, Gezi sürecinin, ‘Beyaz Türklerin korku ve hezeyanları’nı ortaya çıkardığını, ‘memnun ve mesut olamayan, küskün’ Beyaz Türkler'in ruh halinden kaynaklandığını iddia etti. 



İşte o söyleşi:



"Gezi Parkı’nın ‘özgür ruhu’nun sınırlarını görmek açısından artık olup bitene farklı bir mesafeden bakmak gerekiyor. Zira Gezi Ruhu diye güzellemeler yapılan yeni durumun etrafında konuşlanan kimi çevreler hiç de iddia edildiği gibi özgürlükçü davranmıyor kendilerine yönelik eleştirel her tavrı ve durumu ‘aforoz’ gerekçesi sayabiliyorlar. Yönetmen Kutluğ Ataman da gezi sürecinde mahalle despotizmine maruz kalanlardan. Biz de Ataman’a olup bitenleri ve Gezi’nin sanat piyasasındaki yansımalarını sorduk.



Son günlerde sanat çevrelerinde Gezi olaylarındaki duruşunuzdan dolayı size karşı uygulanan sosyal linç konuşuluyor. Söylenenlerin doğruluk payı var mı?



Gezi olayları sırasında yaşadıklarım bence her sosyolog, antropolog ve toplumsal psikoloğun imrenerek deneyimleyeceği olaylardı. Yöntem olarak yirmili yaşlarımdan beri hep kendimi olayların dışında tutarım. Dışarıdan bakınca insan bir olayı bütün boyutlarıyla görebiliyor. Maalesef bu özgürlüğü kendime sağlamaya çalışırken son derece faşizan ve antientelektüel bir şekilde eleştirildim. Hatta Gezi Parkı’na sinemacı arkadaşlarımı dinlemeye gittiğimde Takva filminin senaristi Önder Çakar üzerime yürüdü. Mesele aslında Gezi’yle ilgili değildi. Cumhuriyet’in alıştırageldiği üzere toplumda insanlar kendilerine bir takım roller biçtikten sonra, bu rolü benimsiyor ve sonunda “oldum” zannediyorlar. Ben bazılarının son zamanlarda çok abarttığı türden yeni bir gençlik antropolojisine kani olmadım. Bir kızgınlık patlamasıydı. Asosyal klavye gençliğinin sosyali keşfetmesiydi. “Gezi ruhu” diye aslında olmayan bir ruh hali üzerinden sivil bir eylem gelişti. Ancak bu Türkiye’ye has değildi. Orijinal değildi. Hatta Türkiye’de bir ilk diyenlere de katılmıyorum: Beyaz Türklerin korku ve hezeyanları fazlasıyla ortaya çıktı. Küskün olduklarını, “memnun ve mes’ut” olamadıklarını gördük. Türkiye artık Nişantaşı ve Kadıköy değil. Haliyle birikmiş kızgınlıklar ve kendi özelimde bana yaşatılan profesyonel kıskançlıklar varmış. Gezi’nin getirmiş olduğu özgürlük illüzyonunda bunlar açığa çıktı. Bu acınası faşist uygulamalar sadece benim hayatımda değil hemen herkesin hayatında etkili oldu.



- Koç grubu serginizin sponsorluklarını da iptal etmiş bu süreçte. Gerekçesi neydi?



Sponsorluk değil aslında. Galeri Mana’yla Eylül ayında bir sergim vardı. Burada yapacağım bir video enstalasyonunu galeri direktörü Arzu Komili, Koç Vakfı’na ön satış için teklif ediyor. Olur, cevabı gelince de bana işin yapımını başlattılar. Gezi olayları başladı. NTV’de bir programa davet edildim. Orada, özetle çözüm sürecinin zarar görmesinden ve yeni anayasa çalışmalarının sekteye uğramasından korktuğumu söyledim. Gezi’nin yeni bir dil olduğunu, kendine güveni olan yeni nesillerin yetişmesi için gençlerin kendilerini yenilmiş hissetmemeleri, devlet şiddeti görmemeleri gerektiğini söyledim. Ertesi sabah galerime gittiğimde “Koç Vakfı’nın danışmanı Melih Fereli aradı, Ömer Koç dün gece seni NTV’de izlemiş ve konuşmanı hiç beğenmemiş, Melih bey ‘Ben, Ömer Bey ve Arter küratörler ekibi Kutluğ’un daha fazla AKP’yi eleştirmesini beklerdik, biz bütün sanatçılarımızın AKP’yi eleştirmesini bekliyoruz, bu yüzden eseri satın almayacağız’ dediğini söylediler. Şok oldum. Galerim de çok üzgün görünüyordu. Beraberce bunu kimseye duyurmayalım, en azından benim üzerimden genç sanatçılara bir oto sansür içgüdüsü yerleştirilmiş olmasın, dedik. Ancak bir kaç gün sonra beni Art Basel’den aradılar. Bizler bu konu duyulmasın derken kendileri böbürlenerek ‘Kutluğ’a ayar çektik’ diye anlatıyorlarmış. Tabii ki yurtdışında çok ayıplandı ve ARTER’in saygınlığına ciddi zarar getirdi.



- Bütün konserler iptal edilirken Earth Wind and Fire grubu Taksim’e getirilmek istenmiş...



Önemli bir kolektörüm doğum günü vesileyle Earth Wind and Fire grubunu İstanbul’a getirecekti. Gezi olaylarına denk geldi. Ben ‘getirme o grubu, Taksim Meydanı’nda Gezi’yi provoke eden gruplar var, içine çekilme’ diye uyardım. Koç grubunun sanat danışmanı Melih Fereli Arter’den yazıp bana karşı çıktı ve konserin Gezi’de yapılmasını istedi. Ben karşı çıktım ve sonucunda konser Berlin’e taşındı. Akıllarınca bihaber insanlara hem eylemi, hem finansını yaptırtacaklar, hem de bizim haberimiz yoktu, başkaları yaptı diyecekler. Gezi sarhoşluğu böyle bir şey işte. Oysa bugün baktığınızda, ya Taksim’de o konser sırasında öyle bir ortamda onlarca insan ölseydi, bugün ne cevap vereceklerdi? Bizim haberimiz yoktu, her şey dedikodudan ibaret, o e-mailleri başkaları atmış mı diyeceklerdi? Düpedüz sorumsuzluk. Zaten bu süreci gözümle gördükten sonra gençlere ‘evinize dönün’ çağrısı yaptım. Süreçle ilgili ciddi şüphelerim oluştu, bu öngörülerimde haklı çıktığımı da gördüm.



- Neydi bunlar?



The Times’da çıkan, bence bu coğrafyada yaşayan her onurlu insanın karşı durması gereken o cahil, o tahakkümkar, o oryantalist duyuru. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Gezi’deki gençliği utanmadan Silivri’ye çağırması. Eğer bunları hâlâ rastlantı sanıyorsanız o zaman Gezi zekası denilen şey de yoktur. Mısır’da, Tunus’da tezgâhlananlara rağmen Gezi kaçırılmaya, gasp edilmeye çalışılmadı diyorsanız zaten konuşmamın anlamı yok. Ben sadece bunları biraz evvelinden hissettim ve bu konuda uyarmak istedim."



Röportajın tamamını okumak için tıklayınız. 


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin