ARDIÇ'IN AKŞAM'DA YAYINLANAN YAZISI:
Bırakın televizyonu rahvan gitsin
Sevgili dostumuz Haşmet Babaoğlu geçenlerde bize selam sarkıtmış, Endülüslü 'flamenco' şarkıcısı Cırcırböceği Diego üzerine yazdığımız bir yazı dolayısıyla... Bu yazı da ona 'aleykümselam' olsun. Körler sağırlar birbirini ağırlar ve de biracının arkadaşı şıracıdır.
Haşmet çok önemli bir şey söylemiş dün: 'Çoğunluğun hayatından televizyonu çekip çıkardığımızda iş güç hariç dişe dokunur bir şey kalır mı?' diye soruyor.
Kalmaz. Yoktur ki kalsın.
Efendim, konu şu: Bazı aydınlar bir kampanya başlatmışlar. 'Televizyonu kapat, hayatı aç' kampanyası. Televizyonun gitgide pespayeleşen yayınlarına ve kötü etkisine karşı, bir hafta boyunca televizyon açmamayı öneriyorlar.
Elbette hiçkimsenin ipinde olmayacaktır. Tıpkı, seçimlerden önce sık sık yayınlanan 'biz aşağıda imzası bulunan aydınlar' türünden kampanyaların, halkı SHP ya da CHP gibi partilere oy vermeye çağırıp madara olmaları gibi...
Münevver Hanımlar ve Aydın Beyler'i kimse takmaz.
Televizyonunu kapatıp hayatı açacak olan bunu zaten yapıyor. Geri kalanların da bunu yapabilmeleri için önce bir hayatlarının olması gerekiyor.
Çünkü bu ülkede çok kişi 'boş zamanlarında kitap okur müzik dinler' ama buna kargalar bile güler.
Elbette herkes, gazetelerin 'yaşam guruları' gibi her akşam dön dolaş yeni açılan lokantalara, barlara gidemez, yeni çıkan kızlara ya da oğlanlara takılamaz, yeni konserlere, resim sergilerine falan dadanamaz. Ya parası yetmez, ya yaşı imkan vermez, ya da düzeyi. Ama herkes 'eline bir kitap alıp bir köşeye de çekilemez'.
Popülist ağzıyla söylersek 'halkımızın başka bir eğlencesi yoktur'.
Ama hiçbir ülkenin halkının da yoktur. Siz Fransız taksi şoförlerinin harıl harıl Proust okuduklarını, Alman işçilerinin Wagner dinlediklerini, İngiliz kapıcılarının resim yaptıklarını mı sanıyorsunuz?
İngiliz 'pub'a gider. Eh, Türk de ya kahveye ya meyhaneye gitmiyor mu? Okey oynamaya ya da bira içmeye?
Televizyon her ülkede en alt tabakaya seslenen bir yayın ortamıdır ve bu nedenle de yayın 'kalitesi' kaçınılmaz şekilde diğerlerine nazaran daha düşük olacaktır. Batı televizyonları bizimkiler kadar pespaye değildirler ama yavanlıkta bizi aratmazlar. Bizim pespayeliğimizi de belirleyen bizdeki lumpen kitlesidir. Bunun da 'yasakçılıkla' falan çözümü yoktur. Düzeyli yayın yapan batacaktır.
Bizde tehlikeli olan, televizyonların kötü yayın yapmaları değil, yazılı basının da aynı pespayeliği taklide çalışması, televizyonun 'izdüşümü' gibi davranmasıdır. Bu da aynı patronun hem televizyonu hem gazetesi olmasından ve birinin 'asıl para getiren' ötekine çanakçılık etmeye çalışmasından kaynaklanır.
Örneğin, aşağılık bir yarışma programını 'aman patron oradan para kazansın da bizim maaşları ödesin' diye desteklemek zorunda kalmıyor muyuz, demokrasi ve özgürlük ayağından?
Haşmet diyor ki, 'hayatında televizyondan daha iyi, daha renkli, daha içerikli, daha zengin bir şeyler olan hiçbir insan ekran başına kilitlenmez'.
O insan sayısı da hiçbir ülkede birkaç yüz bini geçmez.
Geriye bir kalıyor gençlerin bize sık sık sordukları 'televizyon yokken ne yapıyordunuz' sorusu. Radyo dinliyorduk. Radyo devrinden önce de alafrangalar piyano, alaturkalar ut çalıyorlardı, böyle bir yeteneği olmayan da ya rakı içiyor ya uyukluyor ya da çay demleyip sohbet ediyordu.
Canım otomobil yokken de ata biniyorlardı. Ya da yürüyorlardı.
Haşmet, senin de satır aralarında hissettirdiğin gibi, bu televizyon meselesi 'toplum mühendisliğiyle' yontulacak bir odun değil. Bırakınız seyretsinler, bırakınız kilitlensinler. Biz de kendi dalgamıza bakalım. Hoş değil ama ne yazık ki gerçek bu.