Silivri'de yazılan ilk roman, gerçek bir hayat hikâyesi: 'Ötekiler'

Tuncay Özkan ilk romanını Ayşe Arman'a anlattı.

Google Haberlere Abone ol
Silivri'de yazılan ilk roman, gerçek bir hayat hikâyesi: 'Ötekiler'

Tuncay Özkan ilk romanı Ötekiler'e ilham veren Hüseyin Yanç'ın hikayesini Ayşe Arman'a anlattı.



Dağda sevişmenin cezası ölüm



Tuncay Özkan, çok sarsıcı bir roman yazdı: 'Ötekiler'.



Su gibi akıyor..

Baraj patlamış gibi..



Okurken sizi de beraberinde götürüyor.

Oraya, buraya da çarpıyor.



Silivri'den çıkan ilk roman.



Gerçek bir hayat hikâyesi, Hüseyin Yanç'ın bizzat yaşadıkları.



Bugüne kadar, dağlarda yaşananlar hiç bu kadar birebir anlatılmamıştı.



Benim en çok ilgimi çekense: Dağda kadın olmak ne? Aşk ne? Cinsellik ne? Bu romanda önümüze geliyor. Devrim nikâhı ne? Nasıl kıyılıyor? Doğan çocuklara ne oluyor? Sevişenlerin cezası ne? Seviştiği için öldürülenler, sevişmek için ölenler. Kısacası kadın olmanın dağdaki hali...

Bugün TÜYAP'ta 'Ötekiler'in imza günü var.



Tuncay Özkan Silivri'den çıkıp gelemeyeceğine göre, onun yerine bakın kimler olacak:

Yılmaz Özdil, Ümit Zileli, Can Ataklı, Hüseyin Aygün, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Rutkay Aziz, Ataol Behramoğlu, Onur Behramoğlu, Orhan Alkaya, Füsun Erbulak, Sevinç Erbulak, Çicek Diligil, Zeynep Altıok, Celal Ülgen...

Tuncay Özkan'ın kızı Nazlıcan getirdi bana kitabı.

Hazırladığım soruları, 1 No'lu cezaevine götürüp, yanıtları alan da o...

Ben Nazlıcan'ı çok seviyorum, içim titriyor.

Her gördüğümde ağlamak istiyorum, o ise henüz 20 olmasına rağmen o kadar olgun ki, beni güldürüyor.

Ve her şeye rağmen, hayatta ve ayakta kalmayı başarıyor!

Baba-kızın bir an evvel kavuşması dileğiyle...



Roman kahramanınız 'Rızgar'la, yani Hüseyin Yanç'la nasıl tanıştınız?



- Hüseyin, Ergenekon davasıyla birleşen 18'inci davanın üç tutuklusundan biri. Dosyası Ergenekon'a eklenince "Bunlar kim? Nereden çıktılar? Gene ne birleşti!" diye dosyaları tararken, fark ettim. Tutukluydu. Evinde ele geçirdikleri her şeyi dosyaya koymuşlardı. Önce günlüklerini okudum. Duruşmalar sırasında da tanıştık. Sorular sordum. Yaşamını anlattırdım, uzun uzun dinledim. Anlattığı olayları, aynı davanın başka sanıkları da biliyordu. Onları da dinledim. İlginç olan, bu sanıklar geçmişte birbirleriyle dağda çarpışmış. Hüseyin PKK'lı, diğer sanıklar TSK'lı. Bu Ergenekon böyle bir örgüt! İki tarafın, anlatımlarını yüz yüze getirip, tekrar dinledim. Olaylar, adlar, yerler, telsiz konuşmaları, çarpışma hikâyeleri örtüştü. "Allahım aklımı koru!" dedim...



Anlatılanların, doğru olup olmadığını test etme şansınız oldu yani...



- Olmaz mı? Oldu tabii. Hüseyin'in bütün yaşadıklarını bana yazmasını da istedim. Yazdıklarını, günlükleriyle karşılaştırdım, birebir aynıydı. O dönemin gazete haberlerini getirttim. Haberlerle Hüseyin'in yazdıklarını karşılaştırdım. Hiç çelişki yoktu. Polis-jandarma kriminal ve ekspertiz raporları da anlatılanları doğruluyordu. Bölgeyi tanıyan gazeteci dostlarıma da mektup yazıp sordum. Onlar da onayladılar...



Yazarken gazeteciliğiniz ön planda mıydı?



- Gazetecilik kanım fokur fokur kaynadı ama burada ön planda olan insandı, haber değil...



İnsan, okurken nefesini tutuyor. Bir de sinematografik yazmışsınız. Bütün olaylar okuyucunun kafasında bir bir canlanıyor. Hadi 'Rızgar' oraların insanı. Siz, o coğrafyaya nasıl bu kadar hâkim olabildiniz?



- Muhabirlik yıllarımdan, bölgeyi çok iyi tanıyorum. 85-94 arası hemen her ay, bölgeye haber amaçlı gittim. Tunceli Ovacık ve Mazgirt doğasıyla büyülemişti beni. Munzur muhteşemdir. Bölgeyi, il il, ilçe ilçe, neredeyse ezbere biliyorum. Erzincan, Kemaliyeliyim ben. Ankara'da doğdum ama öğretmen dedemi ziyarete çok giderdim. Ayrıca harita getirttim, bir de atlas koyup coğrafya çalıştım romanı yazarken. "İnsan, yaşadığı yere benzer!" diyor ya şair, insanları yaşadığı yerle anlatmak, o renkleri vermek istedim.



Ne kadar zamanda yazdınız?



- Altı ay dinledim, ana öyküyü topladım. Yazma işlemi üç ay sürdü. Üç ay da okuma ve düzeltmesi için çabaladım. Toplam bir yıl diyelim.



Bilgisayarda mı yazdınız?



- Yok canım nerede? Elle yazdım. Benim el yazımı sökene kadar dizgici kardeşlerim epey zorlandı. Ben 'erzak tedariki' yazmışım, onlar 'erkek tedariki' okumuş. Epey eğlendik. Sonra sağ olsun, el yazıma alıştılar, çok anlayış gösterdiler.



İnsan cezaevinde daha mı kolay yazıyor? Tek işi bu olduğu için daha mı kolay konsantre oluyor?



- Özgürlüğün olmadığı yerde kolaylık yok! Cezaevinde her şey zor. Zindandaki en zor şey konsantrasyon. Özgürlük, insanın ruhu. O olmadı mı, tadı tuzu olmuyor. Biz burada ruhumuzu bekliyoruz!



Siz 'içeride'siniz, romanınız 'dışarıda'. Bu nasıl bir duygu?



- Bu, şimdilik benim 'dışarıda', romanımın 'içeride tutsak' olmasından daha iyi! Çünkü ben özgürlüğü yazdım. Ama diyorsan ki bu nasıl duygu, şöyle tarif edeyim: "Sevdiğine elini uzatıyorsun ama kolun, omuz başından kesik!"



CİNSELLİK YASAK!



Romanda, 'alt beyin'ler ortaya çıkıyor. Bir taraftan amansızca süren bir savaş var, bir taraftan da insani talepler... Gizlice seviştikleri için yakalanıp öldürülenler var...



- Evet, ya yargılanıp öldürülüyorlar ya da ölümcül eylemlere gönderiliyorlar. Olmazsa olmaz şartlardan biri bu: Cinsellik yasak!



BİZİM DE İNSAN OLDUĞUMUZU UNUTMAYIN



Romanda, bir de dağda telsizle mastürbasyon yapan kadın hikâyeleri var...



- Evet. İnsanları bu kadar baskı altına alırsanız, bir şekilde dışa vurulur. Cinsellik, o insanların da gerçeği değil mi? Tabii ki böyle şeyler yaşandı, yaşanıyor. Ben bunları, romanlaştırırken, Hüseyin'in cinsellik konusunda yazdıklarına sadık kaldım. Ama büyük kısmını da romana almadım. Amacım, insana dikkat çekmekti. Romanda herkes sonunda, "Bizim de insan olduğumuzu unutmayın!" diyor. Bu travma geçince, bu roman gibi pek çokları yazılır. Bu ilk, bakalım neler olacak?



Şimdi size, "Her şeyi yazdı olmadı, bu sefer seks yazıyor" diyecekler. Cevabınız ne?



- Yaşamında, aşkı ve kavgası olmayanlar için üzgünüm. Ne yazık ki yaşamlarını anlamlandırmak, "Yaşadım!" diyebilmek için, başka şansları olmayacak.



GERÇEK HAYATTAN BİR ROMAN



'Ötekiler', 72 doğumlu Hüseyin Yanç'ın öyküsü. Dersim'in Şığso köyünde doğuyor. Devrimci oluyor. TDKP'nin 'Genç komünist'lerine katılıyor. Dağa çıkıyor. Kendi köyünde ihbar ediliyor, yakalanıyor, işkence görüyor. Nevşehir Cezaevi'nden 1993'te tünel kazıp kaçan 18 kişiden biri. PKK'lılarla Şam'a gidiyor. Öcalan ve Karayılan'la tanışıyor. Şemdin Sakık komutasında Ali Boğazı'ndaki çatışmalardan kaçıp, teslim oluyor. 12 yıl ceza alıyor. Hapisliğinin dokuzuncu yılında itirafçı oluyor. Askerlik, derken evleniyor. Bir kızı oluyor. Sonra dolandırılıyor İstanbul'da. Ve bir sabah, eski patronunun evinde bomba bulundu diye polis gelip alıyor. Ergenekoncu oluyor! Öcalan'ın yoldaşlığından, İlker Başbuğ'un suç ortaklığına dahil ediliyor! Gizli tanıklığı kabul etmediği için...



Yazının tamamamını okumak için TIKLAYIN.


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin