Sevilay YÜKSELİR/SABAH
O adama çanak tutmakla günaha girdin Cengiz!
"Kadına şiddet"in en yoğun tartışıldığı şu
günlerde meselenin doğru anlaşılabilmesi ve sonuca varılabilmesi
noktasında medyaya büyük sorumluluk düşüyor.
Çok dikkatli olmalıyız.
Muhakemeleri doğru yapmalıyız.
Kadına şiddet meselesini, çözülmesi gereken sıradan bir mesele gibi
değil, terör benzeri, kangrene dönüşmüş milli bir mesele olarak
görmeliyiz.
Oynattığımız kalemlerin, kullandığımız fotoğrafların, ettiğimiz
sözlerin toplumda nasıl bir algıya yol açacağını, toplumu ne yönde
etkileyeceğini, kadın şiddetini yaratan olgulara hizmet edip
etmediğini muhakkak iyi hesaplamalıyız.
Bakın, söylenen bir sözün, yapılan bir eylemin, konuşulması
tartışılması elzem olan bir konunun gündeme taşınmasında aracılık
eden biz gazetecilerin, televizyoncuların "kadının adının geçtiği
her yerde" çok daha hassas olması gerekiyor. Kadını aşağılayan,
kadını ikinci sınıf yerine koyan haberlerden mümkün olduğunca uzak
durması gerekiyor.
Bu bağlamda bu tür haberlere, ifadelere elimizden geldiğince sert
tepki göstermeli ve "kadını aşağılayan" her kim olursa olsun, o
kişi ya da kişilere gereken tavrı anında koymayı
başarabilmeliyiz!
Zaten, eğer biz basın mensupları bunu başaramazsak...
Kadını bir "eşya", kullanılmasında sakınca olmayan bir "mal" gibi
görmeyi kendisine felsefe edinmiş "erkek bozuntularına" yeri
geldiğinde haddini bildiremezsek...
"Seninki erkeklik değilim aslanım! Seninki resmen ahlaksızlık,
alçaklık, hayasızlık ve namussuzluk!" diyemez isek...
Kadının kendisini aşağılayanlar, horlayanlar ve her türlü kötü
muameleye layık görenler karşısında zafer kazanması asla mümkün
olmayacaktır!
Sözü biraz uzattım. Ama bunun için çok haklı bir gerekçem var
sevgili okurlarım. Dün bir arkadaşım aradı. Öfkeden deliye
dönmüştü.
"Sizin medyada bu zihniyette kafalar var olduktan sonra kadın daha
çokkkk dayak yer Sevilay'ım..." derken sesi titriyordu
sinirden.
Cengiz'e (Semercioğlu) kızmıştı...
Onun, "Böyle bir şey var mı?" adını verdiği programının önceki
günkü konuğu teknik direktör Yılmaz Vural'mış. Oradan buradan filan
konuşurken laf dönüp dolaşıp adamın özel hayatına gelmiş.
Arkadaşım diyor ki; "İzlesen eminim sen de şoka girerdin. Adam
utanmadan, arsızca, 'İki eşim var. Biri Almanya'da, biri de burada!
İkisini de çok severim. Birinden birine kıyamadım. Çünkü ikisi de
gerçekten çok iyidir. Asla ayırt etmem. İkisine de giderim! Hiç
birbirlerini kıskanmıyorlar. Aksine çok güzel anlaşıyorlar' derken
karşısındaki gazeteciler o kadar tepkisiz ve o kadar rahat bir
haldeydi ki yemin ediyorum deliye döndüm ekranın karşısında! Adamın
pespayeliğinden çok Cengiz Semercioğlu'nun ve yanındaki bayan
arkadaşının o umursamaz tavrına bozuldum." Arkadaşım yerden göğe
kadar haklı! Bence de, Cengiz de, program ortağı olan Gamze Karaman
da Yılmaz Vural'ın söylediklerine, pervasız o konuşmalarına karşı,
o an, oracıkta, gereken tavrı koymalıydı.
Tavır koymamak, çok iyi bir halt yediğini sanan bir adamın
karşısında öylece sus pus olmak, onun yaptığını alkışlamak, bir
anlamda adamın yaptığını legalize etmektir. Gayrimeşru olan
ilişkisini onaylamak ve meşrulaştırmaktır.
Ve en kötüsü, programı izleyen milyonlarca erkeğe, "Bakın... Vural
ağabeyiniz ne kadar mutlu. Ne kadar huzurlu, iki karısıyla
birlikte. Siz de yapabilirsiniz! Siz de pekala onun bu hayatını
kendinize örnek alabilirsiniz!" deyip, bir anlamda o adamın
akıllara durgunluk veren o korkunç ilişkisini, yaşamını tavsiye
etmektir.
Herkes şunu bilmeli ki, bu tavsiyenin de vebali, günahı çok
büyüktür! Hem de çok!