Ciddi olabilirim ama kalabilir miyim bilmem!
Aldığım birçok eleştiriden bir tanesi de benim gibi laubali bir
insanın nasıl olup da ciddi konularda fikir bildirmeye cesaret
edebildiğimdir.
Bu cesareti nasıl kendimde bulabildiğimi ben de bilmiyorum sevgili
okurlar.
Düşünsenize bir sürü kaliteli, akıllı, bilgi birikimi olan eğitimli
köşe yazarı varken haddimi aşıp arada bir onların alanına girmem
akıl alacak bir şey değil!
Düşündükçe utanıyorum yapmış olduğum hatadan...
Aslında burada sorunu yaratan tek şey benim sadece yeteneksiz bir
ihtiras sahibi olmam değildi.
Ben hayatımı penis yazıları yazarak kazanabilmeyi gerçekten çok
isterdim.
Her gün bu konuda bir yazı çıkarmayı başarabilseydim büyük
ihtimalle şimdi Nobel edebiyat ödüllü bir yazar olarak karşınızda
olacak ve Guinness Rekorlar Kitabı'na da geçmiş olacaktım.
Allah sizi inandırsın denedim de bu işi sürekli yapmayı.
Penis konusunda denilebilecek her şeyi söyledim sanıyorum.
Hatta denilmemesi gereken ve o ana kadar kimsenin düşünmediği
şeyleri de söyledim (Ahalide kıymet bilme yeteneği olsaydı en
azından bu katkımı takdir ederlerdi ama neredeeee...)
Ve bir gün geldi ki baktım konu kendi kendisini tüketmiş.
İşte ben de o gün Türk demokrasisi üzerine yazmaya karar verdim.
Mecburen alınmış bir karardı bu, penis konusu tükenmemiş olsaydı
kesinlikle bu ikinci derecede önemli olan konuya girmeyi
düşünmezdim.
O da öyle de bir şey ki maşallah dipsiz kuyu adeta. Türk
demokrasisi konusunun içine bir girince bir türlü çıkmak mümkün
olmuyor.
Ve sırf bu çıkış imkansızlığı nedeniyle de ciddiyet illeti yapıştı
ruhuma.
Ve açıkçası bu illeti insanın üzerinden atması neredeyse imkansız,
tedavisi yok galiba bunun (Örneğin bakınız: Hasan Cemal).
Ama ben kararlıyım bu işi başaracağım, illeti yeneceğim ve bu
hayatta var olmamın gerçek nedenine geri dönüş yapacağım, laubali
yazılar yazacağım yine.
* * *
Bunu başaracağıma inanıyorum çünkü birkaç deney yaşadım ve bunlar
bana ciddiyet illetini yenmeyi başaran ilk Türk gazetecisi olma
şansını yakalayacağıma inandırdı.
Bilmem hatırlıyor musunuz ama Irak savaşı benim ciddiyet illeti
nöbetlerimden en yoğununu yaşamama neden oldu.
Ancak hastalığım dönemimde sizin fark etmenizin mümkün olmadığı ama
beni çok sevindiren başka şeyler de yaşadım.
Özetle son derece ciddi şeyleri televizyonda izlerken aniden
beynim, ki o penisimden sonra hür iradeye sahip olan ikinci
organımdır, yani onun kadar hür olmasa da yine de az buz değildir
özgürlük düzeyi, işte o aniden farklı şeyler düşünmeye başladı.
Ve bu bana hastalığımı yeneceğim umudunu verdi işte.
Bir örnek anlatayım.
Bağdat'tan bir görüntü veriyordu haber kanalı.
Iraklılar pilotsuz uçan bir küçük uçağı düşürmüşler.
Evin tepesinde asılı planör tipindeki uçak.
Aşağıda birtakım meymenetsiz adamlar ellerinde silahlarla hoplayıp
zıplıyorlar.
Kutlama var yani.
Şimdi bazıları bu görüntüye bakınca bunu anti-emperyalist savaşın
şanlı mücahitlerinin minik bir zaferi olarak yorumlayabilir tabii
ki.
Ben ise bu görüntüye bakarken birden aklıma 'God's Must Be Crazy'
filmi geldi.
Hani uçaktan bir kola şişesi atılır, bunu aşağıda bir yerli bulur
ve kabilenin diğer üyeleri de kola şişesine tapınmaya başlarlar ya
işte o filmi bu kez naklen dokümanter halinde izliyormuşum gibi
geldi o askerlerin sevinçlerine bakarken.
* * *
Bir anlık bir şeydi bu.
Sonra illetim var ya, kendimi yine ciddi olmaya teşvik etmeye
başladım.
Başardım da ama sizin tahmin edeceğiniz şekilde değil.
Aynı sahneler bana bu kez Stanley Kubrick'in 2001 filmini
hatırlattı.
Hani filmin ilk sahnelerinde maymunlar aniden ortalarında
beliriveren taştan korkup, şaşırırlar, kafalarını kaşırlar sonra
hoplayıp zıplamaya, haykırmaya başlarlar ya.
Yani ne yapayım Iraklı askerler aynen onlara benziyorlardı o
görüntüleriyle
(anti-emperyalist ve halkçı hislerinizi tatmin etmek için şunu da
söylemeliyim. Amerikan askerlerini de ne zaman görsem futbol
oynamaya çalışan orangutanları anımsıyorum, bilmem anlatabiliyor
muyum)
Dedim ya elimde değil bu, kafam bir anda kayıveriyor başka bir
boyuta.
Dayanışmamız gerektiği söylenen insanları azmış, kızışmış
maymunlara benzetmem doğru bir tavır değil gayet tabii ki.
Kendimi kınıyorum.
Ama başta da dediğim gibi beynim hür düşünmeye alışık ikinci
organım ve birinci organım gibi tamamen özgür ve hatta anarşik bir
fikir yapısına sahip olmasa bile o da istediği zaman istediğini
düşünüyor işte ben ne yapayım yani.
SERDAR TURGUT KENDİNİ KINADI
Akşam yazarının kendini ne derece ´ciddiyetle´ kınadığını kestirebilmek güç(!). Ama Turgut kendini kınadı. Neden mi?
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin