SABAH'A BAŞYAZAR OLAN, ATV HABERİN DE BAŞINA GEÇEN MEHMET BARLAS, İLK RÖPORTAJINI SABAH'A VERDİ

Mehmet Barlas, eşine nasıl evlenme teklif etti? atv haberin başına geçtiğini öğrenince kapı komşusu olan rakibi Mehmet Ali Birand arayıp neler söyledi? Aydın Doğan'la vedalaşırken neler konuştular?

Google Haberlere Abone ol
SABAH'A BAŞYAZAR OLAN, ATV HABERİN DE BAŞINA GEÇEN MEHMET BARLAS, İLK RÖPORTAJINI SABAH'A VERDİ

Tuluhan Tekelioğlu / SABAH



Canan'la son 20 senedir kavga edecek konu bulamıyorum



40 yıl olmuş... Çocukları, torunları, köpekleri, evlerinden hiç eksik etmedikleri dostlarıyla sağlam bir 'kale' kurmuşlar. Mehmet Barlas'ın adını koyduğu bu 'iç kale' ne kadar sağlamsa, sert rüzgârlardan o kadar az etkileniyor. Kalenin sahibi karıkoca iki sivri gazeteci olunca, Türkiye'nin 40 yılda değişen rüzgârlarından sert etkilenmişler. Ama 'iç kale' hiç sarsılmamış. Üstelik günün koşullarıyla biçimlenerek hep yenilenmiş. Geçtiğimiz hafta, Mehmet Barlas (15 Şubat) 65 yaşına bastı. Gelecek hafta ise atv ana haberin anchorman'i olarak yoğun bir koşuşturmanın içine girecek. Hem ana haber bültenini sunacak, hem de yeniden SABAH gazetesinde başyazarlık yapacak. Birkaç gün önce merak ettiğim bu 'iç kale'nin' misafiriydim. Levent Kırca'nın yağlıboyaları, çocukları ve torunlarının fotoğraflarıyla dolu duvarları olan, Ömer Uluç'un, İbrahim Safi'nin renkleriyle aydınlanan salonda iki saat konuştuk. Turgut Özal, Tansu Çiller, Adnan Kahveci, Semra Özal gibi iç kalenin fertleri arasında yer alan isimlerin sık sık ağırlandığı cam masada karşılıklı oturan Canan ve Mehmet Barlas çifti, beraber geçen 40 yılı anlattı. Merak ettiğim, bu evlilikten öğrendikleri temel şeyin ne olduğuydu. Canan Barlas'ın söyledikleri içimi aydınlattı: "Aile bir takımdır. Teyzeler vardır, halalar vardır, evlisi vardır, bekârı vardır. Büyükanneler, torunlar vardır. Büyük bir duygusal alandır ve burada büyük sinerjiler oluşur. Hayatın keyfi de buradan çıkar. Bu takımın manası; güvenlik vermek, çocuklara çeşitli duygusallıklar sunmak, onları hayata neşeli olarak yetiştirmek. Bu takımı alıp 40 seneye ve daha da ileriye taşıyabiliyorsan, yaşamın gerçek anlamı budur. Siyaset falan öyle geçici şeyler ki... Zaten her gün başka bir siyaset oluşuyor. Bir gün başka, bir başka gün tam tersi bir mücadelenin içinde buluyorsun kendini. Takım, evlilik, aile, çocuklar, duygusal alanın bütün kahramanları kalıcı! Takımların dağılması, ailelerin daralması insanları yalnızlaştırıyor, mutsuzlaştırıyor... Yaşlıların huzurevine, bebeklerin kreşlere dağıtıldığı bir düzenle kimsenin mutlu olduğunu düşünmüyorum." Mehmet Barlas da eşinin son kitabına (Eğreti Burjuvalar) gönderme yaparak ekliyor: "Eğer eğreti bir aileyseniz, yeni kentli olmuşsanız, çevrenizdeki zenginler, şöhretler çok önemli olur. Davet verdiğinizde onlar ön plana gelir. Oysa Canan hep şunu der; 'Benim asıl protokolüm ailemdir!'." İkisi de birbirlerinin zekâsına hayran. Öyle ki Mehmet Barlas, Cumhuriyet gazetesine staj yapmaya gelen 21 yaşındaki Canan'a vurulup, bir gün sonra amcasının evine yemeğe götürür. O akşam evine bırakırken genç kıza evlenme teklif eder. O gün bugündür de beraberler...


- Canan Barlas'la birlikte Erol Evgin'in sohbet programına katıldığınızda, evlilik yıldönümünüzü hatırlayamamıştınız. Eve döndüğünüzde Canan Hanım size kızdı mı?
- M.B: Bunu belki şuur altı bir değerlendirmeyle ele almak lazım. O programda gerçekten evlilik tarihini unutmuştum ama evlilik tarihim, çok iyi bir olayın anısı. İyi şeyler insanın hayatına şekil verir ama çok fazla hatırlanmaz. Kötü şeyler hatırlanır. Bu yüzden darbelerin tarihini hatırlarım da evlilik tarihim gibi hayatımın yönünü değiştiren, bana mutluluk veren olayı hatırlamayabilirim. 18 Mart'ta 40. yıldönümümüz doluyor. 40 yıldır evliyiz. 40 yıllık dost şarkısı gibi...
- C.B: Biz 40 yıllık dostuz. Hayatla bu kadar birlikte mücadele edip de dost olmamak mümkün mü?


- Aşkla mı evlendiniz?
- C.B: Aşk, hormonların yüksek olup, tabiatın insanlara üremeye dönük kurduğu bir tuzak. Birbirini buluyorsun. Ama bulduktan sonra gerçek hayatla karşılaşıyorsun. Bu aşk olmuyor. Sevgi, dayanışma, karşılıklı güven oluyor. 21 yaşında tanıştığın gibi kalmıyor ki hayat... Zaten o hayatı da aşkla, meşkle götüremezsin. Evlendiğimizde ben 21 yaşımdaydım, Mehmet 25.
- M.B: Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarıydım. Dış politika yazıyordum. Canan stajyer olarak geldi. Bir kere çok hoşlanmıştım. Bir gün içinde karar verdim, "Bu zeki kızı kaçırmayayım," dedim.
- C.B: Ertesi gün Mehmet beni amcasının evine davet etti, o günün akşamı eve bırakırken bana evlenme teklif etti!
- M.B: 25 yaşındaydım. Yüzde 90 çok hoşlanmıştım, yüzde 10'da dinleyerek, konuşarak not veriyorsun. Hayatta ilk rastladığım, tanıdığım genç kız değildi, aradaki farkı biliyorsun. beraber bir şey inşa edebileceğimizi hissettim. Beraber sevgiyle, aşkla bir binayı yapıyorsun...
- C.B: Bir kere dinlemeyi çok iyi biliyordu. Benim için önemliydi bu. Anladı, ne bileyim, sanki bir anda ortak bir dünyamız oluştu. Beni anlayan, güvenebileceğim birine rastlamam hoş oldu.
- M.B: Kadın erkek ilişkilerinde en önemli özellik dinlemektir. Karşına güzel bir hanımı al, ona bir soru sor, iki saat, üç saat sadece dinle, hiç konuşma. Konuşma bittiği zaman "Ne güzel konuştuk," der. Oysa sen hiç konuşmamışsındır.


- Kadınları iyi anlamışsınız...
- M.B: Kadınları nereden, kim çözmüş ki ben çözeceğim... Galiba ben iyi dinlemeyi biliyorum.
- C.B: Mehmet gençken de farklıydı, şimdi de farklı. O farkı anlayacak kadar zekiydim herhalde.
- 40 yılda aranızda küskünlükler, evi terk etmeler oldu mu?
- M.B: Evliliğin ilk beş senesi zordur. Alışkanlıklarınız, geldiğiniz evler farklı. Yemek düzeni bile farklı. Birbirimizi kendimize benzetmeye çalıştık. Bütün evliliklerde olur. Benzetemezsen zaten yürümez. Mahir Kaynak'ın bana söylediği bir söz vardır: "Ben karımı hangi kelimenin delirteceğini bilirim. O kelimeyi hiç kullanmam. Karım da beni hangi kelimenin delirteceğini bilir. O da bu kelimeyi hiç kullanmaz." Birini tanıdıkça, ayrılmanıza sebep olacak şeyleri de bilirsin.


- Sizin ayrılmanıza sebep olabilecek şeyler nedir?
- M.B: Artık yok öyle bir şey. Canan'sız bir dünyayı düşünemiyorum. Tek vücut olmuşuz. Torunların, çocukların, beraber oluşturduğun çevre. Buna 'iç kale' diyorum. İç kale sağlam olduğu zaman dış dünyadaki fırtınalardan etkilenmezsin. İç kalemiz sağlam olduğu için problemler içeriye hiç yansımadı.
- C.B: Ne problem yaşarsa yaşasın, Mehmet hiç belli etmez. Evde her zaman sükûnet içinde, güleryüzlü, dışarda ne olursa olsun evde göstermeyen bir adamdır. İşten ayrılmıştır, telefonlar çalar, anlarım ki bir şey olmuştur, hiç hissettirmez. Dışarda bize karşı olan taarruzları evde hiç hissetmedik.
- Açık ev gibi sizinki. Siyasi bir çiftsiniz. Siyasetten Turgut Özal, Tansu Çiller gibi isimler dostunuz oldu. Size telefon etmeden de gelen olur mu?
- C.B: Mehmet de ben de çok severiz misafiri. Haber vermeden de gelinir bizim eve. Bir masanın etrafına 35 kişiyi sığdırdığımız çok olmuştur.
- M.B: Hayatımızda çok değişik insanları yakınımıza soktuk. Arkadaş olduğunu sanıyorsun. Derken dramatik bir dönüm noktasında bakıyorsun ki o dost sandığın kişi, dost değilmiş. Seni satabilir, arkadaşlığını kötüye kullanabilir. Onları yaşadık tabii. Kendi meslektaşlarımızdan da, siyasetçilerden arkadaş sandığımız kişilerden de oldu bu. Sonra Canan'la beraber durum değerlendirmesi yaparız, "Demek ki burada hata yapmışız," deriz. Turgut Özal, Turan Güneş 'iç kale'nin arkadaşlarıydı. Tansu Çiller, Semra Özal da...


- Her olayı bu kadar sakin mi karşılarsınız?
- C.B: Mehmet çok sabırlıdır, güçlüdür, her şeyin içinden iyimser bakış açısıyla çıkar ve hayatı öyle yaşamayı sever. Kötü yanlarını bulup ortaya çıkarmaktan hiç hoşlanmaz. Ben insani alışverişsizliklerden daha çok sarsılırım. Türkiye vahşi bir yer. Mehmet'in siyasetin içinde olması, benim meslek hayatımı da etkiledi.
- M.B: Benim yüzümden Canan'ın yazıları kesildi.
- C.B: Mehmet bana söylemişti. "Bak," dedi, "bir evde iki gazeteci olursa, olmaz." Hiç kabahati yok. Gazeteci olmaya karar vermiştim, çok da memnuniyetle yaptım. Ama 40 yıldan geriye bakınca Mehmet haklı çıktı. "Bu mesleğe girersen zedelenirsin," demişti. Ama ben ailemi mesleğimin önüne aldım. Verdiğimiz mücadelenin içinden 'iyi' çıkmayı öne aldım. Meslek dediğin şey aile kadar sahici bir şey değil!
- M.B: Canan'ın başı benim yüzümden hep belaya girmiştir. Cumhuriyet gazetesinde tanıştık, evlendik. "Aynı gazetede karı-koca olmaz," dedim. Onun üzerine Canan gazeteyi bıraktı, Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları Hastanesi'nde psikolog olarak çalışmaya başladı. Bir gün Cumhuriyet'in şoförü yanıma geldi. "Çok üzüldüm," dedi. "Ne oldu?" diye sordum, "Hanım ablayı Bakırköy'de gördüm," dedi. Sanmış ki, benimle evlenince delirdi. Canan, duygularını yazıyla çok iyi ifade edebilen bir yazardır.
- Gündemi meşgul eden türban konusuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- M.B: Benim arkadaşım müteahhitti. Mobilya pazarına geçti. "Niye böyle yapıyorsun?" diye sorunca , "Farkında değil misin, Türkiye yerden 20 cm. yükseliyor," dedi. "Köyden kente gelmek, şilteden sandalyeye geçmek, siniden masaya geçmek, döşekten somyaya geçmek demektir," dedi. Bizden olanları, kendimizin dışında tutmaya çalışıyoruz. 'Orada bir köy var uzakta' değil artık. O köy burada, içimizde. Bu değişimin tadına varıp başörtülünün başının içindeki beyninde ne olduğunu anlarsan, belki çok ortak noktan olduğunu görürsün. Ama kimse onu anlamaya çalışmıyor. Başörtülü bizden değil," diyor, böyle saçma şey olmaz. Bizim derdimiz o bez parçasının niteliği, bağlama şekli değil ki. Onun içindeki beyin ne düşünüyor, bize kırsal kesimden hangi bilgileri aktarıyor. Bizim hangi bilgilerimiz onlarla uyuşup yeni Türkiye'yi oluşturacak, ona bakmamız lazım.
- C.B: Türbanlı kızlar bence İslami modernlik simgesi. Arkadaşım Prof. Nilüfer Göle bunları Modern Mahrem kitabını yazdığında, 20 sene önce ona da hücum edildi. "Daha sıkı bağlanmak, modernlik mi olur?" diye... Daha sıkı bağlanarak flört ediyor. Evin dışına çıkıyor, çalışma hayatına giriyor. Siyasete, medyaya giriyor. Mitinglere katılıyor. Halbuki o geleneksel başörtülü kadınlar evden çıkmazlardı. Türban bence kadın özgürlüğü hareketi. O kadın ekonomik hayata katıldığı zaman türban işlevini yitirecek, modernleşecek. Evden çıkmayan kadının İslami dünyada türban takarak evden çıkması, modernleşme değildir de nedir yani? 28 Şubat'ta büyük bir haksızlık yapıldı. Mehmet entelektüel, zeki bir adam olduğu için toplumun önünde gidiyordu. Mehmet olacakları o zaman söylediğinde zannettiler ki, Erbakan'cı. Bize niye böyle dediklerini anlamadım. Hepimizin mesleğini elimizden aldılar. Anlayamadım. Mehmet toplumun önünde gittiği için o rüzgarları yedi tabii.


- Siz de o rüzgârları yediniz. Zor olmadı mı bunları karşılamak?
- M.B: Çok büyük stres altındaysan bağışıklığını yok ediyor.
- C.B: Bu mücadeleleri birlikte vermek, bizi daha çok birbirimize yakınlaştırdı.
- Meme kanseri bir kadın için en zor hastalıklardan biri. Sadece anne değil aile de etkileniyor. Eşin, psikolojik desteği önemli. Mehmet Barlas size bu desteği verdi mi?
- C.B: Çok. İyimserliğini hep bana taşıdı.
- M.B: Çok üzüldüm. Ama tedavi olacağını biliyordum. Kemoterapinin getirdiği zorluklar vardı. Bir sonraki aşamada ne olacağını biliyordum, acı çekeceği noktaları biliyordum. Doğumda nasıl yanında olduysam... Acıların belli sürelerde geleceğini, sayarak geçeceğini biliyordum.
- C.B: Sayıyordum, "Geçecek," deyince ama geçmeyince çok kızıyordum. Meme kanseri ağır bir kadın hastalığı. Bir kadının memesinin alınması, bir kadına yapılacak en kötü muamele. Seksle falan hiç alakası yok. Vücudunun ve dengesinin bozulması üzerine sana yeni bir yaşam vaat ediliyor, o yaşamı ne kadar istediğin belli değil. Herkes ne derse onu yapıyorsun.
- M.B: O hastalığı birlikte yaşadık, birlikte geçirdik.


- Protez yaptırdınız mı?
- C.B. Evet yaptırdım.


- 28 Şubat'ın hastalığınıza etkisi oldu mu?
- C.B: Evet olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat'tan sonra gazetecilik yapmamaya karar verdim. Medya patronlarının insanlara buzdolabı fabrikatöründen farksız davrandıklarını gördüm. Hiçbir zaman "Gazetede çalışmazsam aç kalırım," diye düşünmedim. Medya patronlarını kendi düzeyimde bulmadığım için gazetelerde çalışmıyorum. Hepsi çıkarlarının peşine düştü. Büyümek, gazeteciliğe daha ince bakmak, insanları korumaktır.
Kadınlar erkeklerden zalimdir
- Evlilikten öğrendiğiniz en temel bilgi nedir?
- C.B: Evlilik ciddi bir proje. Dünyada her şey takım. Atomlar, protonlar, hayvanlar... O takımı kurmak önemli bir şey. Kadın erkekten, zekâ ve kültür olarak daha birikimliyse, erkeğin onu taşıması zor olabilir. Kadın kendisinden daha zayıf bir erkeği taşımaz. Bu dünya kuralıdır! Mutlaka erkekte bir güç hissedecek ki onun yanında yer alsın. Kadınlar erkeklerden zalimdir. Erkekler kendilerinden daha akılsız, daha beceriksiz, daha yeteneksiz de olsa taşır. Ama kadın mutlaka kendi dengini, ya da kendinden güçlüsünü arar. Zayıf erkeği asla taşımaz.
- M.B: Türkiye'de dini değerleri, muhafazakarlığı ailede anne veriyor. Kalıcı kültür çocuklara evde, kadın tarafından veriliyor. Kız ilerde türban takacaksa, mutlaka onu evde annesinden aldığı bir muhafazakar değerin sonucu olarak yapar. Kadınlar erkeği, erkek çocukları haince dış dünyadaki mücadeleye hazırlar. Bizden eşit olmamızı bekleme gibi bir tuzak vardır, erkeklere.
- C.B: Ama sanayi toplumlarında erkek parayı, gücü eline geçirince, kadını kapayıp evde tutmayı, ona kimsenin dokunmamasını istiyor. Orada kumalık da başlıyor. Erkeğin kıskançlığı, dinlere, örf ve adetlere yansıyor. Kadının erkeğin elinin altında kalması konusu, kadının eline yeni güçler geçene kadar devam ediyor.
-Pazartesi gününden itibaren atv ana haberi sunacaksınız. Hemen mi kabul ettiniz, yoksa biraz düşündünüz mü?
- M.B: Düşünmeden hiçbir şey kabul edilmez. Zamanıma kısıtlama getirecek diye biraz düşündüm önce. Bütün hayatımız zaten haber. Yapmadığım şey değil, 1974 yılından bu yana televizyondayım. Ana habere kendi bakış açımı getireceğim. Bazen başka yerden bakmayı deneyeceğim.


- Esaslı rakibiniz, kapı komşunuz Mehmet Ali Birand olacak. Yakın dostsunuz.
- M.B: Hepsi rakibim. Biraz evvel aradı, Birand. "Çok sevindim, şimdi daha fazla çalışmak zorunda kalacağım," dedi. Batı'da beni en fazla etkileyen anchorman, Walter Cronkite'ti. Amerikan başkanlarından daha etkiliydi. Kitaplarında şu kurallar vardır. "Ekrandaki yüzünüz evlerin, salondaki misafiridir, saygılı olmalısınız, asla bağırmamalı ve kavga etmemelisiniz," der. Haberleri de çarpıtmamak gerekiyor.


- Ana haberde neyi anlatmak istemezsiniz?
- M.B: Kargaşa, felaket, Allah saklasın, deprem!


- Çok sık gazete değiştirdiniz. Posta'dan SABAH'a geçiyorsunuz yeniden...
- M.B: Benim patronum yok. Patronum mesleğim. İnancım, düşüncelerimdir. Hayatımda bir kez devlette çalıştım, TRT'de. And içtim bir daha çalışmayacağım diye. Patronum devlet olamaz. Öteki patronlar da patronum değil arkadaşımdı. Nadir Nadi de, Dinç Bilgin de, Aydın Doğan da. Vedalaşırken, Aydın Doğan dedi ki: "Ben sana bağımlıyım, sen ise özgürsün."
- C.B: Bir entelektüelin en büyük özelliği toplumu ayrıştırmak değil, bütünleştirmektir. Mehmet uzlaşmayı getirecek.


Romantizm:
- M.B: Vasfi Rıza'yla karısı deniz kenarında bir restorana oturmuşlar, gökyüzünde mehtap var. Karısı "Hadi tatlı bir şey söyle," demiş. Vasfi Rıza'nın cevabı, "Baklava!" olmuş.
- C.B: Duygusallığını hiç göstermez. Romantik değildir Mehmet.


Ağlamak:
- M.B: Bizim evde ağlamak yasaktı. Annem Çerkez'di, ağladığımda hemen tokat atardı. Ağlarsan, tokatı yersin.


İnatçılık
- C.B: Aptallar inatçı olur.
- M.B: Aynı fikirdeyim.


Hafıza
- C.B: Mehmet'in insanüstü bir hafızası vardır.
- M.B: İlkokulda okuduğum kitabın sayfasını bile hatırlıyorum.


Yanak okşama:
- M.B: Yanak okşamayı İsmet İnönü'den öğrendim. O da benim yanağımı okşamıştı. Turgut Özal'ınkini de okşadım ne olacak? Bu benim vücut dilim.
- C.B: Kendinden küçük, başarılı gördüğü insanların yanağını okşar.
- M.B: Başarılı gördüğüm zaman yanağını okşar, iyi şey yapmadığı zaman da "Yanlış yapıyorsun," derim. O kadar basit. www.sabah.com.tr



Sıradaki Haber İçin Sürükleyin