Reha Muhtar: Gazetecilik adı altında etki ajanlığı yapılıyor!

Vatan yazarı Reha Muhtar, köşesinde yazdığı Bülent Ecevit’i hasta olarak itibarsızlaştıran gazeteciyi, Gezi olaylarının neden uluslararası medyada yer aldığını ve ekrana ne zaman döneceğini Medyatava’dan Eylem Yılmaz’a anlattı.

Google Haberlere Abone ol
Reha Muhtar: Gazetecilik adı altında etki ajanlığı yapılıyor!

Gezi Parkı eylemleri gündeme geldiğinden beri çok fazla iddia ortaya atıldı. Başbakan Erdoğan’ın düşürülmesi için bu eylemlerin kullanıldığı, bu eylemlerin bir darbe girişimi olduğu medyada en çok tartışılan konu oldu. Bu tartışmalar sırasında Başbakan Erdoğan, 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ve 27 Mayıs darbesinde idam edilen Adnan Menderes ile ilişkilendirildi. Tartışmalara en farklı benzetme ise usta gazeteci Reha Muhtar’dan geldi.



Reha Muhtar Vatan Gazetesi’ndeki köşesinde Bülent Ecevit’e yapılan itibarsızlaştırma operasyonunun şimdi de Başbakan Erdoğan’a yapıldığını yazdı. Çok tartışılan bu benzetmenin nedenini, uluslararası medyanın dâhil olması ile gündeme gelen uluslararası boyutunu Reha Muhtar ile konuştuk.



Gezi Parkı olayları süresince Başbakan Turgut Özal ile ilişkilendirdi, fakat siz Bülent Ecevit ile benzerlik kurdurdunuz. Nedir Başbakan Erdoğan ile Bülent Ecevit arasındaki benzerlik?



Bülent Ecevit sosyal demokrat bir liderdi, Tayyip Erdoğan ise muhafazakâr demokrat bir siyasi lider. Bu iki lider arasında benim fark ettiğim mesele şu,  bizim sevdiğimiz sevmediğimiz, yakın bulduğumuz uzak bulduğumuz, doğru bulduğumuz, yanlış bulduğumuz çok çeşitli siyasi liderler ülkede başbakanlık yaparlar. Sonuçta sandıktan kim çıkarsa o başbakanlık yapıyor. Fakat başbakanlara çok farklı kişilikler olmasına rağmen bazen onlara yönelik operasyonlar aynı olabiliyor. Çok fazla ortak özellikler taşıyor düzenlenen operasyonlar.



Nedir bunlar?



Ben seçim dışında iktidarın düşürülmesi için üç yöntem olduğunu biliyorum. Biri, Türkiye’de de zaman zaman olan, esas olarak dünyada Güney Amerika’daki diktatörlüklerde bilinen askeri yöntemlerle, açık bir darbe yöntemiyle düşürülmesi vardır. Bu, dünyada çok fazla bilinen, çok fazla kabul gören yani alışılan, şifreleri çok kolay ortaya çıkan bir plandır. İkinci düşürme yöntemi ise sandık yöntemi. Seçimlerde kaybediliyor, yerine kazanan geliyor. Bir üçüncü yöntem var ki, dünyada artık yeni yeni bu yöntemle iktidarları düşürmeyi hedefliyorlar. Bu yöntem sürekli muhalefet yaparak iktidarı yıpratıp seçimlerde alaşağı etme yöntemi değil. Çünkü bu da demokratik bir yöntemdir, meşrudur. Mesela ANAP partisinin oyları yüzde 36’den yüzde 21’e düşmüştü. Bu sürekli bir yıpratıcı muhalefet nedeniyle olmuştu. Fakat üçüncü yöntem dediğim yöntem bu değil. Üçüncü yöntemde iç ve dış şartlar oluşturuluyor, bir kriz havası yaratılıyor, her taraftan bu kriz yukarda tutuluyor, ulus içi ve uluslararası bütün güçleri devreye sokarak bir anda bir kriz yaratılıyor ve iktidar ayakta kalamaz hale getiriliyor, yani ülke yönetilmez hale getiriliyor.



Ecevit’e de böyle mi yapılmıştı? Şuan Türkiye’de yaşanan bu mu?



Evet. Bülent Ecevit’e tam da böyle yapılmıştı. Bu öyle bir şeydi ki, sağlığı uygun değil dendi, aslında yaşamıyor dendi, daha doğrusu ‘yaşar ne yaşar ne yaşamaz’ dendi ve her an ölmek üzere olan birisi gibi görüldü. Bir kişi gitti Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu, azledilsin dedi. İş göremez raporu çıkarıldı. Burada seçilmiş bir Başbakan’dan bahsediyoruz. Bir anda Türkiye’de bu adam hemen gitsin, bu adam düşünemiyor, yazamıyor, çizemiyor, yürüyemiyor, bu adam hemen gitsin, yerine bir başkası gelsin gibi bir hava yaratılmak istendi. Bu hava topluma şırıngalandı, toplum buna ikna edildi ve seçim dışı, demokrasi dışı, kriz ekonomisiyle, kriz yönetimi ile Başbakan Ecevit’i düşürme operasyonu başlatıldı.



“DEMOKRASİNİN KURALLARI DEMOKRASİ İÇERİSİNDE İŞLEMELİDİR”



Şimdi Başbakan Erdoğan’ın bir “diktatör” olduğuna yönelik yapılan eleştirilerin kaynağı bu mu?



Seçim dışı yöntemlerle aniden bir kriz yaratılıyor, bu arada en yakınındaki kişiler kullanılmaya çalışılıyor. Denir ki, burada amaç partiyi yıkmak değildir, bu kişi yapamıyor, onun yerine aynı partiden bir başkası yürütsün. O zaman da böyleydi. Demokratik Sol Parti yürütsün ama Ecevit olmasın dediler. Şimdi de böyle oluyor. AKP yürütsün deniliyor ama Cumhurbaşkanı ile görüşülsün, Bülent Arınç ile konuşulsun onlar olsun ama Tayyip Erdoğan olmasın. Çünkü nedir Tayyip Erdoğan, diktatördür. Bir insanın diktatör olup olmadığına veya bir insanın iş göremez olup olmadığına, hasta olup olmadığına Anayasa Mahkemeleri’nin karar vermesi normal değildir. Hukuki kavramlar değil ki bunlar. Hukuki kavramlar için Anayasa’dan bunu çıkartırsın, anayasal mücadeleni yaparsın. Ben bunu diktatör buluyorum, değiştireyim. Değiştir ama sandığa git değiştir. Ben Tayyip Erdoğan’ın haklı, Bülent Ecevit’in haklı veya bir başkasının haksız olduğunu söylemiyorum. Bir durum tespiti yapıyorum. Demokrasinin kuralları demokrasi içerisinde işlemelidir. Demokrasi kuralları içerisinde her şey yapılabilir ama ben Bülent Ecevit’e yapılanı sindiremedim. Burada da sanki böyle bir operasyonun gelmekte olduğunu görüyorum.



Yazınızda Bülent Ecevit’e çok yakın olan bir gazetecinin yazılarıyla bu etkiyi yaratmış olmasından bahsetmiştiniz. Kim bu gazeteci?



Ben hiç kimsenin yaptığının yanına kar kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Fakat Türkiye’de tedirginlik duyduğum bir durum söz konusu. Türkiye’de her şey adli soruşturma konusu haline geldi. Bu nedenle isim vermekten imtina ediyorum. Çünkü vereceğimiz isimler bir entelektüel hesaplaşmanın olmasından ziyade bir soruşturma konusu olmaya gidiyor. Ben hiçbir meslektaşımın ne kadar ahlak dışı bir şey yapmış olursa olsun, ne kadar sahtekârca gazeteciliği ters kullanmış olursa olsun, bir soruşturma konusu olacağı için ismini vermek istemem. Bu kadar çok soruşturmanın olduğu bir yerde de toplumda huzur sağlanamaz. Bu soruşturmalar bitsin o zaman söylerim.



 “PARTİ KAPATMA DAVASI BU SÜREÇLERDEN BİRİSİYDİ”



Bülent Ecevit’in azledilmesi için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulduğunu söylediniz. Birkaç yıl önce Ak Parti’nin kapatılması için de Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştu. Bu süreç Gezi Parkı olaylarında mı başladı yoksa daha önce mi?



Zaman zaman bu süreçler duruyor, zaman zaman ayağa kalkıyor. Evet, parti kapatmada bu süreçlerden birisiydi. Parti kapatıldığı zaman zaten iktidardan fiili olarak düşüyor. Bu gerçekleşmeyince bir süre geri çekilme yaşanıyor. Bir süre sonra da yeni bir kriz ile ortaya çıkılıyor. Şimdi yeniden konjonktürel olarak yeni bir durum var. Cumhurbaşkanlığı seçimi var, tabi daha önemlisi barış süreci var. Tüm bunlardan gayri memnun kitleler var.



Gayri memnun kitle derken neyi kast ediyorsunuz? Kimdir bunlar?



Şehir burjuvazisi, büyük şehrin küçük burjuvazisi, Cumhuriyetçi kesim, laik kesim, seküler kesim, Cumhuriyetin, Atatürk’ün yaşam tarzına sıkı sıkıya bağlı olan kesimler kendilerini sınırlandırılmış hissediyor. Bu kesimler hayatına müdahale edildiğini düşünüyor. Bu durumda bu insanların tepkisi bir kaynak oluyor. Ulusal demokratik mecraya, uluslararası ve ulusal ittifakların dâhil olmasını sağlıyor.



Bu durumun bugün ortaya çıkma nedeni çözüm süreci mi?



Bu durumun oluşmasının tek bir nedeni yok. Burada vatandaşların doğal tepkilerinin ortaya çıkması, Gezi’deki gençlerin parkın öyle kalmasını istemeleri de rol oynuyor.  Olayların başlamasında bu ittifaklar rol almamış olabilir, bu çok önemli değil, Gezi Parkı’na mahkeme süreci bitene kadar bir şey yapılmayacağı, en az bir sene bir şey yapılmayacağı halde olaylar devam ediyorsa burada başkaları da sonra devreye girdi demektir.



Başbakan “faiz lobisi” derken bunu mu kast ediyor?



Başbakan faiz lobisi diyor. Ben burada Güneydoğu’daki barış sürecinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu barış süreci sadece bir barış süreci değil. Türkiye’de eğer bu barış sağlanırsa ve Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesi’yle de iyi ilişkiler gerçekleşirse, bu Musul’daki ve Kerkük’teki petrollerin kontrolünün el değiştirmesi anlamına geliyor. Musul’daki ve Kerkük’teki petrollerin el değiştirmesi yani Kuzey Irak’taki petrolün kullanımı, yönetilmesi bir gücün elinden bir başka gücün eline geçecekse, o Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesi’yle iyi ilişkiler sonucunda, Türkiye’nin de etkin olacağı bir pozisyon olacaksa, buna Avrupa kolay kolay izin vermez.



“BİZİ APTAL YERİNE KOYMAZLARSA MUTLU OLURUM”



Neden?



Çünkü kendileri kontrol etmek ister. Bu petrol hattını kendileri kontrol etmek isteyince de Der Spiegel’deki gibi manşetler çıkmaya başlar. Ulus-Devletler kendi çıkarları için her şeyi yaparlar. Güneydoğu’daki barış sadece Türkiye içindeki bir barış değil, Güneydoğu’daki barışta PKK’yı kontrol eden hangi devlet var buraya bakmak gerek, PKK’nın çok aktifken etkin olarak bulunduğu ülke hangi ülkeydi?



Hangi ülkeydi?



Almanya’ydı.



Sadece Almanya mı?



Almanya’da örgütler çok güçlüydü.  Ticaret onların üzerinden geçiyordu. Şimdi bu barışın olması, PKK’nın terörist bir örgütten çıkıp, pasifize olması, Kuzey Irak’taki Kürt Federatif Devleti’yle iyi ilişkiler içerisinde olup, Kerkük’ten ve Musul’dan çıkan petrolün geçişinin Türkiye üzerinden olması, Türkiye’nin kontrolüne girmiş olmasını Almanya istemez.



Almanya’nın dışında Amerika’nın da rolü olduğunu söyleyenler de var.



Amerika burada Türkiye ile ittifak halinde olmak istiyor. Ama Avrupa’nın bir bölümünün, Avrupa Birliğini yöneten bölümünün istemeyeceği ortadadır. Bu nedenle bütün gücüyle Almanya, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmayacağını söylüyor. Bu sözün ardında yatan Gezi Park’ındaki naif çocukların demokratik tepkileri mi? Bizi aptal yerine koymazlarsa mutlu olurum. Hayatta en çok sinirlendiğim şey aptal yerine konulmamdır.



Bu “aptal yerine konulmada” Türkiye’nin ve uluslararası medyanın rolü nedir? Medyayı burada bir araç olarak kullanarak mı yapıyorlar?



Olabilecek her alanı, her yöntemi kullanırlar. Medyayı da kullanırlar, iş dünyasını da kullanırlar yani etkileyebilecekleri her şeyin üzerinden etkilerler.



“TÜRKİYE’Yİ KRİZLE BASKI ALTINA ALMA OPERASYONU”



Siz yazınızda Ecevit benzetmesi yaptınız ama bir de Turgut Özal’ın ölümü var. Yine Kürt sorununu çözmek üzereyken öldürüldüğü bugün açılan dava ile daha çok gündeme geldi.



Çok güzel bir soru. Özal Kürt sorununu çözmeye, Güneydoğu’da barışı sağlamaya çalışıyordu ve istiyordu. Türkiye’de bu sorunu çözmek isteyen insanların hep maalesef başına hep bir şey gelir, gelmiştir. Çok el yakan bir sorun. Çünkü petrol pazarının kontrolü söz konusudur.



Sadece petrol nedeniyle mi?



Tabi petrol dışında, silah ticareti var, uyuşturucu ticareti var, Türkiye bir geçiş ülkesi ve ipek yolu üzerinde yani burayı bölerek yöneteceksin. Burada İran’ın da, Suriye’nin de çıkarları var, İsrail’in çıkarları var, Amerika’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa’nın çıkarları var. Bu kadar çok devletin çıkarlarının olduğu bir yerde Türkiye’yi rahat bırakmaları mümkün mü? Bakın, ben Gezi Parkı’nda yapılan mücadelenin sonuna kadar arkasındayım. Bu mücadelenin yapılmasının çok doğru, doğal ve demokratik buluyorum. O gençlerin sonuna kadar arkasındayım, benim kendi gençliğim böyle ve ben kendi gençliğime ihanet edemem. Onun her zaman arkasında olurum. Fakat bu benim kendimi aptal yerine kondurtmam anlamına hiç gelmez. Bu mücadele ne kadar haklı bir mücadeleyse, ondan sonra onu kamufle ederek devam ettirilmeye çalışılan Türkiye’yi sıkıştırma, Türkiye’yi krizle baskı altına alma operasyonu da o derece ulusal ittifakları da olan, uluslararası bir operasyondur. Allah’ın bildiğini kuldan saklayamam.



“GAZETECİLİK KİSVESİ İLE ETKİ AJANLIĞI YAPILIYOR”



Siz bu olaylarda Alkol Yasası’nın düzenlenmesinin de bir etkisi olabileceğini söylemiştiniz. Bu yasal düzenlemenin bu olaylardaki etkisi nedir?



Ben alkol yasa düzenlemesinden ziyade alkol reklamlarının yasaklanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dünyadaki en büyük kazanç kapıları içki ve sigara lobileridir. Bugün dünyada sigara lobisinin kazandığı parayı hangi lobi kazanıyor. 76 milyonluk bir pazardan bahsediyoruz. 76 milyonluk pazarın içki tüketiminden bahsediyoruz. İçki lobisi Amerika’daki en güçlü lobidir. Karar alamazsınız. Yakın tarihte bir sigara içme yasağı kararı çıkamadı aylarca sürdü. Türkiye’nin en kerli felli yazarları kapalı alanda sigara içilsin diye yazılar yazdı. Davetli olarak dünyayı gezdiler, gezdirildiler. Sırf içerde sigara içilsin diye.  Turgut Özal kaçak sigarayı kesti diye suikasta uğramıştır. Turgut Özal’ın suikasta uğrama nedeni kaçak sigara lobisidir. Kartal Demirağ tarafından düzenlenen bu suikastı Özal sağlığında ortaya çıkardı. Bir Başbakan’ı vuran, öldürmeye çalışan bir lobinin 76 milyonun içki reklamını, piyasasının yok edilmesine karşı bir şey yapmayacağı düşünülemez.



Türkiye’deki Gezi Parkı olayları sırasında uluslararası basının rolü de çok tartışıldı? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?



Gazete, dergi ve televizyonlarda arka arkaya çıkan, gazetecilik normlarının ötesinde yapılan haberleri sadece gazetecilik olarak görmek mümkün değil. Mesela, ben Almanya’da bir muhalefet partisinin veya bir muhalefet hareketinin, protesto gösterileri düzenleyen insanların fotoğraflarını alıp, “Merkel’e karşı boyun eğme” diye bir kapak yapar mıyım? Bu benim bir gazeteci olarak aklıma gelmez. Hiçbir gazetecinin gelmez. Bu bir gazetecilik değil. Gazeteci bir siyasi partiyi de destekler, bir muhalefet hareketini de destekler ama bir yabancı gazeteci, yabancı bir basın organının bir başka ülkeyle ilgili böyle yayınlar yapma hakkı yoktur. Burada gazetecilik kullanılarak başka bir şey yapılıyor. Ben 33 yıllık gazetecilik hayatımda gazetecilik kisvesiyle bu kutsal mesleğin kullanıldığını gördüm. Gazeteci adı altında ajanlık da yapılır, gazeteci adı altında etki ajanlığı da yapılır, gazeteci adı altında derin operasyonların parçası da olunur. Gazetecilik, kullanılarak her şeyin yapılabileceği bir meslektir, kullanılmaya en açık bir meslektir. Fakat bu kullanılma gazetecilik ölçülerinde bir kullanılma mıdır yoksa başkalarının profesyonel nedenlerle sizi bir etki ajanı olarak kullanması mıdır?



“TOPLUMUN DİĞER KESİMİ İLE SAVAŞIYOR GÖRÜNTÜSÜ VERİLMEMELİ”



Peki, Başbakan bu krizden nasıl çıkacak? Bundan sonra neler olabilir? Çözüm sürecinden vazgeçebilir mi?



Kürt sorununda çok önemli olan bir bölüm aşılmış görünüyor. Tabi Türkiye’de şuan yaratılmaya çalışılan kriz bunu ne kadar etkileyecek bunu bilmiyoruz ama PKK Türkiye topraklarından çekilmeye karar verdi ve Taksim Gezi Parkı olaylarında onlar çok nötr kaldılar. Dolayısıyla bu süreç için olumlu bir gelişmedir. MHP ve BDP’nin bu olaylara dâhil olmaması bir şanstır. Hükümette bu süreci devam ettirmek istiyor yani süreç devam edebilir. Bu süreç devam ederse iktidarın, şehirli orta sınıf denilen, bazılarının “Beyaz Türk” olarak adlandırdığı kesimle barışması gerektiğine inanıyorum. Siz 30 yıllık bir savaşı sonlandırmaya gidiyorsanız toplumun diğer kesimleriyle de helalleşmeniz gerekir. Sonuçta bir zamanlar eli silah tutmuş, militan olmuş unsurların silahlarıyla beraber memleketi terk etmelerine izin veriyorsunuz. Bu geçmiş bazı yaraları barış uğruna örtmeyi kabul ediyorsunuz demektir. Çünkü burada da insanların elleri armut toplamıyordu. Onların buradaki insanlarda yarattığı, hiç hatırlanmak istemeyen, tersine hep hatırlanan, şehitlerin olduğu bir yaşam var. Eğer barış uğuruna geçmiş yaralara sünger çekiliyorsa, toplumun diğer kesimiyle savaşıyor görüntüsünün verilmemesi gerekir.



“BENİ YORUMCU OLARAK ANLATACAKLARIM VE YAZACAĞIM ROMAN HEYECANLANDIRIYOR”



Televizyona tekrar dönmeyi düşünüyor musunuz?



Benim gazetecilik maceram Ankara’da muhabirlik ile başladı. Daha sonra İstanbul’da yazı işlerinde çalıştım, sonra uluslararası muhabirlik dönemim oldu. Bundan sonraki ikinci 15 senelik dönemim televizyonculuk yaparak geçti. Dolayısıyla tam 30 sene muhabirlik ve sonrasında gelen yayın yönetmenliği ile yani, hep habercilikle geçti. Bundan sonra Türkiye’de yapacağım şeyi yorumculuk ve yazarlık olarak sürdürürüm. Televizyonda tekrar bir şey yaparsam yine yorumcu ve yazarlık kimliğimle yaparım. Çünkü artık bu katkımın, Türkiye için, benim için daha doğru olacağını düşünüyorum.  Yeni katkılar yapmak daha yenilenmiş, daha tazelenmiş hissettiriyor.



Aldığınız bir teklif var mı?



Televizyondan çok fazla teklif geliyor. Ama ben yazıyı ön plana aldığım için televizyondaki programlardan aldığım teklifler beni heyecanlandırmıyor. Mesele bu zaten, beni yorumcu olarak anlatacaklarım ve yazacağım roman heyecanlandırıyor.



eylemyilmaz83@gmail.com



© MEDYATAVA


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin