REFİK ERDURAN / SABAH
Ah Megalo Usta!
Önce izninizle bir kişisel not. Bugünlerde ülkemizde insanların
birbirine "Haddini bil" demesi sıkça gerekiyor. Yararlı
öğüttür.
Kusurlarım çoktur ama ben haddimi bilirim. Gazetecilikte kimseyle
yarışa kalkmam. Açık söyleyeyim: yetenek ya da birikimlerimi
yetersiz gördüğümden değil. Ama dostlarımın istikrarsızlık,
düşmanlarımın maymun iştahlılık dedikleri bir huyum var.
Girdiğim alanda olumlu sonuçlar alsam da aynı işi yıllar yılı
sürdürmekten sıkılıyorum. Basınımızda bana emanet edilen etkili
köşeleri birkaç kez bıraktım. O nedenle, ustalık mustalık taslamaya
hakkım yok.
Hele SABAH'ta çok yeni olduğum için daha da iddiasız davranmam
gerekir. Ama bu gazetenin hoşuma giden yanlarından biri
yazarlarının kendi aralarında tartışabilmeleri. Şimdi o özellikten
yararlanacağım.
***
Eski İstanbul kabadayılarının en ensesi kalını kimi zaman
meyhaneye girince "Var mı bana yan bakan" diye naralanır, herkesin
suspus olmasıyla şan tazelermiş.
Geçenlerde Hıncal Uluç âleme meydan okuma yazılarından birini yazdı
yine. En büyük, en okunan, en şu, en bu olduğunu söylüyordu.
Mantıkta "kendini doğrulayan yalanlama" kavramı vardır. "Zenci
değilim ama kara deriliyim" gibi. Uluç onun sevimli bir örneğini
veriyor:
"Megaloman değilim, megaloyum."
Kolejdeki öğretmenlerimizden Necip Fazıl herkesi gülümseten o tür
davranışlarıyla ünlüydü. Şampiyonluğu elden gidiyor galiba.
Uluç'un birincilik iddiaları ciddiye alınırsa insanın canı sıkılır.
İyi gazetecilik konusunda onunla rahatça yarışabilecek düzinelerce
meslektaş var ülkemizde. Ama dikkat ettim, kimsenin aldırdığı
yok.
Ciddiye alınmıyor ve de alınmamalı demek istemiyorum. Haksızlık
olur. Trafik sorununa asılması gibi toplum yararına kolları
sıvadığı zamanlarda iyi gazetecilik yapıyor. Ancak, kimilerinin
popülarite dediği çok okunurluğunun sırrı o değil.
İki nedeni var. Birincisinin bir örneğini ben vaktiyle yaşayarak
gördüm. Eşim Leyla Milliyet'in ikinci sayfasında "Cemiyet
Haberleri" yazardı. Telefonu durmazdı. Bunalırdı çevrenin
ilgisinden, övgüsünden, davetlerden. Çok okunurdu. Alabildiğine
"popüler" idi.
Gezdiği yerleri, beğendiği sanat örneklerini, izlediği spor
olaylarını, dinlediği şarkıları, tadını çıkardığı eğlenceleri
anlatan Hıncal Uluç cemiyet haberciliği yapıyor daha çok. Kötü ya
da ayıp değil. Ama "büyük gazetecilik" de değil.
İkinci artısı üslubu ve havası. Güler yüzlü fotoğrafı cana yakın.
Dili sivri ve dobra dobra. Kemal Tahir'in kişileri gibi, överken
de, yererken de abartıyor. Kısacası, Uluç ilginç ve sevimli bir
yazarımız.
Onun için aşırılıkları batmıyor çoğumuza.
***
Evrim uzmanı Geoffrey Miller'in "Spent" ("Harcanmış") adlı
kitabı çok ilgi gördü. Toplumlarda ihtiyaç karşılama değil de
gösteriş için para harcama yatkınlığının yeryüzünü nasıl batırmakta
olduğu anlatılıyor o incelemede. Ama bir umut ışığı da var:
Son yıllarda Batı zenginlerinin gösteriş anlayışı değişmeye
başlamış. Birçoğu saray yavrusu evler, dev yatlar, canavar
otomobiller türünden caka araçlarını ayıplıyor, fiyakalarını doğa
dostu villa ve elektrikli araba gibi uygarca yeniliklerle
yapıyorlarmış.
Dünyaya veda tarihim yaklaştıkça benim de o konulara ilgim artıyor.
Ülkesinde kriz yaşanırken mirasyedi Paris Hilton'un 325 bin dolara
köpek kulübesi yaptırması o nedenle sinirime dokundu. Bayağılık
olduğuna değindim Pazar ekinde. Ekonomiyle değil, estetikle ilgili
bir eleştiriydi.
Hıncal Uluç kardeşim dün buna "demode solcu klişelerle duygu
sömürüsü yapmak" diye karşı çıktı. Krizi geçirmenin yolu
zenginlerin paralarını bir an önce harcamalarıymış.
Para insanca da harcanır, magandaca da. İkincisi tepki çeker,
ekonomide de mantık dışı çalkantı sakıncaları yaratır. Türkiye'de o
olasılığı gündeme getirecek görgüsüzlük azgınlıkları hızla
artmakta. Gerekli uyarıyı yapmayı solculuk merakı değil, meslek
görevi sayarım.
Basınımızda -ve bu gazetede- birinci sınıf ekonomi yorumcuları var.
Krizden çıkmanın uygun yolları gibi konuları onlara bırakalım. O
anlamda haddimizi bilelim.
Sevimliliklerimiz de azalmasın.