Özgür Mumcu/BİRGÜN
O tuğla hâlâ orada
Memleketin ne kadar gergin olduğunu bildiğimi sanıyordum,
yanılmışım. Kutuplaşma ve gerginliğin algıları köreltmesi doğal bir
sonuç elbette. Ancak şahsen tecrübe edince insan yine de
şaşırıyor.
Geçtiğimiz günlerde T24 internet sitesinden Selin Ongun benimle bir
röportaj yaptı. Röportajda Uğur Mumcu’yu öldüren iradenin İslamcı
olmadığına inandığımı belirttim. Bu inancımın da maddi bir delile
dayanmadığını fakat babamın ölmeden önce son yazdıklarının
İslamcıları değil başka kesimleri rahatsız etmesinin daha olası
olduğunu söyledim.
ÖLDÜREN İRADE
Yani İslamcılar adam öldürmez demedim, babamı öldüren iradenin
İslamcı olmadığı izlenimimi ifade ettim. Asıl sorun, bir bombayı
yerleştiren, bir tetiği çeken zavallı kuklanın İslamcı olup
olmaması değil. Terörün tarihi aynı zamanda taşeron örgütlerin,
tetikçi zavallıların kullanılması tarihi de. 1990’lı yıllardaki
laik kimliğiyle bilinen her ismin öldürülmesinden bir grup İslamcı
sorumlu tutuldu. Bunlar yargılandılar ve mahkûm edildiler. Bu
örgütün Türkiye’de onca zaman nasıl ortaya çıkmadan birbiri ardına
cinayetler işlediği, kimler tarafından kollandığı ise belirsiz
kaldı. Bu sebeple bu faili meçhul siyasi cinayetler aydınlatılmış
sayılamaz. Bombaları patlatıp, kurşunları atanlar gerçekten bu
şahıslar olsa bile bunlara kanat geren sistem açığa çıkarılmadan
Türkiye’de işlerin yola girmeyeceği açık. Bu olmadığı için hâlâ
faili meçhul siyasi cinayetler ülkesiyiz.
Bu söylediklerim yıllardır çeşitli şekillerde kamuoyuna yansımıştı
zaten. Fakat hiçbir zaman bu hafta olduğu kadar yankı
uyandırmamıştı. 1999 senesinde Milliyet gazetesinde Nazım Alpman’a
şöyle demiştim mesela:
11 SENE ÖNCE
“Babam Apo ile MİT arasında irtibat olduğu yolunda ipuçları tespit
etmişti. Bu konuda müthiş heyecanlıydı. Eğer öldürülmeseydi üç gün
sonra (27 Ocak) emekli savcı Baki Tuğ ile bu konuyu görüşecekti.
Tuğ’un elinde bu yönde bilgiler olduğunu öğrenmişti. O da telefonda
doğrulamıştı. Babam bir şeylere ulaşacağını hissediyordu.”
Nazım Alpman da hatırlar, bu açıklama öyle kayda değer bir ilgiyle
karşılanmamıştı.
BUGÜN
11 sene sonra yine aynı şeyleri söyledim: “Babamın MİT ve PKK
arasındaki bağlantılar üzerine araştırma yaparken, üstelik tam da o
araştırmaların meyvelerini alacakken öldürüldüğü ortada. Son
yazıları ısrarla bu konu üzerinedir. Öldürüldüğü tarihten bir yıl
geriye gidip, tarama yapıldığında görülecektir; laiklik ya da
İslamcılar üzerine kaleme aldığı yazı sayısı ciddi bir oran teşkil
etmez.”
Bu sefer, ufak çaplı bir depreme yol açmış oldu bu sözler. Birçok
yayın organı röportaja yer verdi. Söylediklerimin parça parça
aktarılması, ifade ettiklerimin tam anlaşılamamasına da yol açtı.
Bu yazının yazılma sebebi de biraz olsun açıklık getirmek.
Röportajın tamamını okumayıp İslamcıları her türlü şiddet
eyleminden uzak insanlar olarak resmettiğimi sananlar ya da beni
AKP yandaşlığıyla suçlayan yorumlar ise kamplaşmanın getirdiği algı
körlüğünün eseri. Herhalde 1999 senesinden AKP’ye yatırım yapmaya
başlamış olamayacağım aşikâr.
Röportajın geri kalanında söylediklerimi ise neredeyse bir senedir
bu gazetenin sütunlarında, dört senedir ise başta yenisoz.net
sitesi olmak üzere çeşitli başka platformlarda dile getiriyor ve ne
liberal ne de ulusalcı olma hakkımı kullanıyorum. Şayet böyle bir
hak kaldıysa.
OCAK KANI
Malum, ocak ayı faili meçhul cinayetler ayı bu ülkede. Bu sebeple
geçmiş haftalardaki bir yazımdaki talebi yenileyeyim:
“Devletin devamlılığı diye bir ilke varsa, katili meçhul kalan her
gazetecinin cinayetinin aydınlatılmasından Tayyip Erdoğan
sorumludur. Emniyet ona bağlıdır, istihbarat birimleri emrindedir.
Acz içinde değilse, kendi döneminde öldürülenler dahil hepsinin
katillerinin yakasına yapışmak görevidir.”.
Ergenekon soruşturması muhalefeti tasfiye için fırsat bilinmeseydi,
kontrgerillanın tüm unsurlarına dokunulup Fırat’ın doğusu da
kapsansaydı bu görevini yerine getirebilirdi. Belki o zaman Mehmet
Ağar’ın Uğur Mumcu cinayeti için sarf ettiği “Gerçeklerin ortaya
çıkmaması için adeta bir duvar örülüyor. Ama ben o duvardan tuğla
çekemem” sözlerini yalanlamak için neden 2008 senesine kadar
beklediğini de anlayabilirdik.
Bu sebeple iki sene evvel şunu demiştim: “Ergenekon’da gerçekten
kontrgerilla unsurlarla, ilgisiz kısımları ayırt etmek vazifesi
eski kontrgerillacı, yeni demokratlara bırakılmayacak kadar
ciddidir”. Çünkü kontrgerillaya Susurluk’ta karşı çıkanlarla “glu
glu dansı yapıyorlar” diye dalga geçen Necmettin Erbakan’ı,
ışıklarını söndürüp çeteyi protesto edenlere “mum söndü oynuyorlar”
diyen Şevket Kazan’ı ve onların parti arkadaşlarını henüz
unutmadık.