47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Orhan Oğuz'un "Hayde Bre" adlı filmini izleyip çok beğenmiştim. Çünkü Benim hayatımda Makedonya’nın özel bir yeri vardır. Osmanlı dokusunu koruyan bu ülkeye en yakın zamanda gitmek istiyorum.
Malatya Ulusal Kısa Film Yarışması ana jürisinde, öykü yazarı ve oyuncu Nilüfer Açıkalın’la güzel zamanlar geçirdik. Nilüfer’i yakından tanıyınca çok daha fazla sever oldum. Filmde "Saadet" karakterini canlandıran Nilüfer Açıkalın da, Makedonyalıların kullandığı ağızla konuşabilmek için oyunculardan yardım aldığını anlatmıştı.
Hayde Bre filmi eşiniz Orhan Oğuz’un hayatından kesitler sunuyor. Eşinizin annesini oynamak sizde ne gibi değişimlere yol açtı?
Senaryonun 10 yıllık bir mazisi var. Bu süreçte oluşumu, gelişimi, değişimi, düzeltmesi, yeniden gözden geçirilmesi, tartışması, uzlaşması derken son halini aldı. Bu zaman zarfında bütüne odaklanmıştık. İki yıl kadar önce son halini aldı ve Orhan Oğuz, Şabanaga bulmaya kafayı taktı, ben de Saadet’e. Orhan Oğuz’un annesini tanıma şansım olmadı, uzun zaman önce vefat etmiş. Ama Orhan bende annesine benzer çok yan olduğunu söyler. Bilemiyorum. Ben de Balkan kökenli bir ailenin kızı olduğum için o doğaya özgü yapısal özellikleri taşıyorum. Aslında oyuncu milleti her kılığa girer. Ben rolüne aşık olan türden bir oyuncuyum, sevdim mi tam severim yani. Rol oynamak sorumluluk gerektirir, ciddiyet ister. Bu filmde yönetmenin annesi, bir başka filmde herhangi birinin kardeşi, kızı, düşmanı, sevdiği. Bir karakteri ele alırken ne kadar çok ipucuna sahipseniz o kadar iyi. Bu açıdan şanslıydım.
‘Arka Sokaklar’ dizisini çeken usta yönetmen Orhan Oğuz’un çalışma temposunu anlatır mısınız biraz?
Keşke kendisi anlatsa, dinlemeye doyamazsınız. Öylesine hızlı bir temponun gün-be-gün değişen programları disiplinle uymayı gerektiriyor. Orhan Oğuz 40 yılını sinemaya vermiş bir yönetmen. Sadece ben değil tüm oyuncuları onu anlatmaya başlarsa birçok güzel şey söylerler. Çalışılması çok kolaydır Orhan Oğuz’la; sakindir, ne istediğini bilir. “Arka Sokaklar”, seyircisini 5 senedir heyecanlandıran, ayakta tutan, hareketli, hararetli, başarılı bir dizi. Senaryoları çok iyi yazılıyor, her bölümde değişik birkaç olay var, karakterler çok sıcak, çok gerçek. O yapımı oluşturan, içinde çalışan herkes son derece disiplinli ve işini seven insanlar. Dışarıdan gözlemlediğim bu.
Şaban Ağa’yla olan sahneleriniz oldukça gerilimli geçiyor. Bu sahneleri çekerken neler hissettiniz, neler yaşadınız? Şaban Ağa’nın oyunculuğu hafızalardan hiç kaybolmayacak.
Şabanaga (Şevket Emrulla) Üsküp Türk Tiyatrosu’na 40 yıl boyunca emek vermiş bir kişi. Sahneye çıkmamış, oyunculuk deneyimi yok ama tiyatroda bulunmak, işin mutfağında olmak, o disipline ait bir altyapı oluşturuyor; hele ki Şabanaga rolüne birebir oturan bir Şevket Emrulla söz konusuysa. Ben çalışma oyuncusuyumdur ve mesleğime aşığım. Rolümle yatar rolümle kalkarım. Tiyatro eğitimimle de alakalı bu durum. Şevket Emrulla zaten yöntemi biliyordu. Şabanaga ile sahnelerimizde ikimiz kafa kafaya verip uzun provalar yaptık. Bir yerden bir yere yürürken bile aramızda repliklerimizi geçerdik. Birbirimize telefon açıp çekilecek sahneleri konuşurduk, çalışırdık. Ben çok kıymetli oyuncularla karşılıklı oynama şansı yakaladım. Şevket Baba için şunu söyleyebilirim: Benim için onlarla eş değerdedir.
Bu filmde seni izlerken zaman zaman çok duygulu anlar yaşadım. Başarılı birçok tiyatro oyunu, dizi ve filmleriniz var. Bu kadar sahici olmanızı neye bağlıyorsunuz?
Çok teşekkür ederim. Bilemiyorum, oynadığım karakterlerin derdinden anlıyorum, belki de o yüzdendir.
Hem öyküler yazıyorsunuz hem de oyunculuk yapıyorsunuz. Yazma ile oyunculuk arasında nasıl bağ olduğunu düşünüyorsunuz?
Oyuncu olmasaydım yazamazdım, yazamasaydım oyuncu olamazdım sanırım. Allah’ın şanslı kullarından biriyim. Çok nefis bir okulda okudum ve çok önemli eğitmenler hocalarım oldu; Müşfik Kenter, Zeliha Berksoy, Cihan Ünal, Oğuz Aral, Haluk Kurtoğlu, Zekai Müftüoğlu, Semra Karlıbel. Ritmik jimnastik dersimize giren Fevziye Hocam vardı ki hakkını ödeyemem, hiçbirinin hakkını ödeyemem. Bizi sadece oyunculuk değil, sanatın her alanında donanımlı birer sanatçı adayı olarak yetiştirdiler. Okul dört sene ama eğitimin ömür boyunca süreceğini kafamıza çivi gibi çaktılar. Okul sonrasında öğrenciliğimi sürdürdüm. Sağlıklı olmak dışında hiçbir temennim yok hem kendim için hem de herkes için. Bu durum da insanın ufkunu genişletiyor. Yapabildiklerinizi en iyi şekilde yapmaya çalışmaktan başka yaşamı anlamlı kılan bir şey de yok zaten.
İlker İnanoğlu’yla çok ilginç sahneleriniz var. O sahnelerde çok heyecanlandınız mı?
Heyecan benim göbek adım. Heyecan duymadan attığım adımdan bile rahatsız oluyorum. O sahnelere gelince Saadet nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranıyor, bunun Nilüfer’le hiç alakası yok.
Orhan Oğuz hem eşiniz hem de yönetmeniniz oldu? Bu durum sizi sıkıntıya soktu mu?
Beni sıkıntıya sokmuyor ama 16 senelik tahlillerime dayanarak söylüyorum ki başkalarını sıkıntıya sokmuşluğu vardır. Orhan Oğuz’u tanımadan önce uzun yıllardır mesleğini yapan bir oyuncuydum zaten. Bende de, Orhan Oğuz’da da yerleşmiş bir iş ahlakı var. Herkes işini en doğru şekilde yapar. Ben sete çıkmadan önce bavulumu toplar evden ayrılırım. Ben bunu hep yaparım. Bazı öykülerime yoğunlaşmam gereken zamanlarda da durum böyledir. Biraz arıza, fazlasıyla özgür ruhlu biriyim maalesef ama her şeyden önce Orhan beni en iyi anlayan arkadaşımdır.
Filmin çekildiği Makedonya’yı özlüyor musunuz? Makedonya’ da sizi en çok neler etkiledi?
Makedonya benim ata toprağım. Babam Üsküp doğumlu, babaannem Manastır, anneannem Ustrumca kökenli. Herkes gibi ben de ata toprağıma gittiğimde müthiş bir rahatlık duygusuna kapıldım. Yollarında uçarcasına yürümeye başladım. Balkan toprakları çok ağır savaşlar atlatmış, çok hüzünlü topraklar. Balkan insanı akıl almaz derecede dayanıklı ve güçlüdür. Saygı ve edep meselesi esas meseledir her zaman. Bunları gözlemledim; tıpkı çocukluğumdaki kocaman ailem koca bir ülkeyi doldurmuştu sanki. Görsel açıdan unutamadıklarım, şerefesi bombaya kurban gitmiş bir camii ile yanında aynı nedenle yarısı yıkılmış halde duran kilise. Ne gerek vardı o bombalara o kadar acıya...
Birçok öykü kitabınız var. Balkanlarda göçü anlatan bir öykü yazmayı düşünüyor musunuz?
Orada dinlediğim olağanüstü öyküler var. Kuşkusuz birileri gün gelip yazsın istiyorlar kendilerini. Belki bir gün ben de yazarım ama şimdilik özümsemekle meşgulüm.
Kitleler göç ediyor ya da ettiriliyor. Makedonya’dan buraya göç etmiş insanlarla tanıştınız mı? Size neler anlattılar?
Babam 1938 yılında Üsküp’te doğduktan altı ay sonra İstanbul’a göçmüşler. Ve akrabalar... Dolayısıyla çok çarpıcı, çok yürek burkan hikayeler dinledim. Evini barkını, komşunu, arkadaşını bırakıp seni nelerin beklediğini bilemediğin bir yere gidip yaşamına orda devam etmek çok zor, çok dramatik. Balkanlar yürek burkan hikayelerle dolu, onca savaşa, onca ölüme rağmen hala capcanlı bir yer.
Ağlayan Çayır Yunan yönetmen Theo Angelopoulos'un çektiği anlamlı bir filmdir. Göç ve savaşın sonuçları çok ağır oluyor, değil mi?
Hayde Bre bunu çok iyi vurgulayan bir film. Şabanaga doğup büyüdüğü topraklarından, İstanbul gibi bir şehrin göbeğine geliyor. Böyle durumlarda nasıl bir insan olduğunuza bağlı olarak çeşitli şekilde davranıyor, etkileniyor, tepki veriyorsunuz. Şabanaga eski bir pehlivan ve kaya gibi sağlam bir adam. Onun duruşunu, davranışlarını izlemek hem şaşırtıcı hem de müthiş keyifli. Saadet’se merhametli, üç çocuğunu en iyi şekilde büyütmek isteyen, hayata tutunmak için çıkar bir yol bulmaya çalışan bir kadın. Felçli bir kocası var ve platonik bir aşkı. Çıkışsızlığın içinde bir yol arayışında. Seviyorum Saadeti, hatalarıyla, günahı ve sevabıyla. Doğru bildiğinden şaşmıyor. Bu açıdan bana da benziyor.
Saadet’in farklı bir konuşma biçimi vardı. Makedonyalıların kullandığı ağızla konuşabilmek için oyunculardan yardım aldınız mı? Nasıl bir süreç yaşadınız?
Üsküp Türk Tiyatrosu’nun çok önemli oyuncularıyla beraber oynadım; Mustafa Yaşar, Perihan Tuna, Luran Ahmeti, Ertan Saban. Çekimlerde hepsi bana her an yardım ettiler. Çekimler başlamadan iki ay önce yine Üsküplü oyuncu arkadaşım Filiz Ahmet ile bir hafta masa başı çalışması yaptık. Senaryoyu didik didik ettik. Haritaya benzer bir senaryom var ve hatıra olarak saklıyorum. Filiz’le çalıştıktan sonra kendi özel çalışmam başladı. Çok zevkli bir süreçti.
Filmdeki ikizler çok sevimliydi? O ikizlerle hala görüşüyor musunuz?
Manisa’daki Şehir Tiyarosu’nun çocuk oyunu provası sırasında gördüm Çağla ve Doğa’yı, hemen yanımdaki kardeşimin kulağına ”Bunlar benim kızlarım olmalı” diye fısıldadım. Ablasından duyduğu şeylere artık şaşırmayan kardeşim bile dönüp bir an boş gözlerle bana baktı ve “Hayde Bre Yasemin, Hayde Bre” dedim. Onlarla karşılaştığım anda filmin çekileceğini hissetmiştim. Öyle de oldu. Bir sene sonrasında setteydik. Artık hayatımın bir parçası oldular. Anneleri de can arkadaşlarımdan biridir. Kızlarımı Allah nazardan saklasın diyorum başka da bir şey demiyorum. Orhan Oğuz’un çocukluğunu oynayan Ayberk Koçar da minicik yaşlarında setle tanışmış bir çocuk oyuncudur ve o da çok başarılı. Ayberk oyunculuk tecrübesini ileri yaşlara taşıma niyetinde ama kızlarım oyunculuk yapmayacaklar. Onların başka idealleri var. Bu filmde de Balkan kökenli oldukları için rol aldılar, şaşırtıcı derecede başarılı ve olağanüstü güzellikteler maaaaşallah.
Son yıllardaki dizilerle birlikte alakalı alakasız herkes oyunculuk yapıyor. Sizin için oyuncu kimdir?
Kimin iyi kimin kötü oynadığını seyirci herkesten önce anlar, notunu verir. Seyircinin gözünden hiçbir şey kaçmaz. Ben de hemen anlıyorum tabii. İyileri görünce mutlu oluyorum, kötüleri görünce dalga geçiyorum. Oyunculuk zor meslektir. Hele bizimki gibi bir camiaysa içinde bulunduğunuz aman aman... Her meslekte kalıcı olabilmek için önce işini sevmelisin, sonra da layıkıyla yapabilmelisin. İşini seven iyi oyuncuların şansı, nasıl bir işin içinde olduğunu bile fark edemeyenden daha çok elbette. Zaman herkesi gitmesi gereken yere götürür.
SAYIM ÇINAR
sayimc@superonline.com