Hop dedik, portakal isimli şarkınız medya tarafından son zamanlarda çok konuşuldu. Bu haberlerin bazılarına tepki de gösterdiniz. İlk önce albümün hikâyesiyle başlayalım röportaja. Bu albüm nasıl ortaya çıktı?
Hayvanlar için bir şeyler yapmak istemiştim her zaman, öncelikle bunu söyleyeyim. Gazetecilik yapmaya başlamadan önce de müzikle uğraşıyordum. Ortaokul yıllarımdan bu yana müzikle iç içeyim. Piyano çalarım, çok iyi nota bilirim, solfejim çok iyidir. Müzik öğretmenliği için konservatuara hazırlanırken öğretmenimin tavsiyeleriyle başka bir bölümü tercih ettim. Üniversitede müzikten yana oluşan açığı kapatmaya çalıştım: Mavi Topluluk vardır Boğaziçi Üniversitesi’nin efsanevi rock korosu. Orada Queen ve Yes’in parçalarını seslendirdik. Birçok şarkıcı yetişti aramızdan. Bora Ebeoğlu koromuzdaydı. Ben sopranoyken Teoman bizim koroda tenor olarak şarkı söylerdi. Yaklaşık on yıl bu koroda şarkı söyledim. Daha sonra, İstanbul’da yaşayan yabancıların ağırlıkta olduğu İstanbul Avrupa Korosu’nda şarkı söyledim. Klasik eserlerin seslendirildiği bu koroda 4-5 yıl şarkı söyledim. Böylece gazetecilik yaptığım yıllarda da müzikten uzak kalmamış oldum.
Albümün ortaya çıkışı… Ben hayvanlar için ne yapabilirim diye düşünürken ortaya çıktı bu albüm fikri. Çeşitli kuruluşlara gidip barınaklara yardım yapmalarını, sponsor olmalarını istedim, bu yönde çok girişimlerim oldu ama hiçbirinden sonuç alamadım. Durum böyle olunca ben kendim bir şeyler yapmaya karar verdim. Hazırladığım albümle hayvan hakları konusunda insanların dikkatini çekmeyi başardım. Albüm satışları da çok iyi gidiyor. Satışlardan elde edilen parayla hayvanlar için yapmak istediğim birçok işi hayata geçirebileceğim.
Klibinizi izlerken tarafsız birisi olmayı tercih ettim. Sana nasıl tepkiler geliyor?
Dinleyenler şaşırıyorlar. Yazılan olumsuz eleştirilerin aksine dinleyenlerden olumlu geri dönüşler aldım. İnsanlar dinledikçe önyargılarından sıyrılabiliyorlar. Radyolardan çok fazla destek gördüm. Meslektaşım olan gazetecilerden çok daha fazla yardımcı oldu radyolar.
Ferhat Göçer bu albümü nasıl değerlendirdi?
Onun yerine konuşmak çok doğru olmaz, bana söylediklerini iletebilirim, çok başarılı buldu hem albümü hem projeyi. Her zaman bana destek oldu bu konularda. İyi bir iş yaptığımıza inanıyor, şarkıların hepsini sevdiğini biliyorum.
Tamer Karadağlı klibinde oynuyor, nasıl ikna ettin?
Tamer Karadağlı, Burak Özçivit, Hayal Garip ve Sarp Apak; bunlar tabii ki çok önemli oyuncular. Tamer Karadağlı’yla görüşürken bir şey rica edeceğim dediğimde ben daha bir şey söylemeden “Her zaman, her şeyde senin yanındayım zaten, sormana bile gerek yok” dedi. Tamer çok özel bir insan benim için. Tamer köpeklere çok yaklaşabilen bir insan değil, klipte bir köpekle aynı karede oldu, hakikaten çok özeldi.
Tüm gelirini hayvan barınaklarının iyileştirilmesi için kullanacağınız ‘Hop Dedik Orda Kal’ adlı single çalışmasının fotoğraf çekimlerinde ‘Kedi Kadın’ oldun. Kedi kadın olma fikri nereden aklına geldi? Bu proje kime ait?
Ezra Tuba Çetin, modacılar, oturduk konuştuk, bu projeyi konuşturmak için ne yapabiliriz diye. Dikkat çekmek için bir şeyler düşündük. Görsel sunum için kedi kadın figüründe karar kıldık. Daha önce Halle Berry ve başka ünlü isimlerinde giyindiği bir kostümdü kedi kadın/cat woman. İşe de yaradı açıkçası. Albüm öncesinde albümün duyurulmasında benim çok işime yaradı kedi kadın olmak.
Aynı zamanda sinema yazıları yazıyorsun, dizilere konuk oluyorsun. Magazin basınında da yer alıyorsun ama esasında magazin olmayan bir dünyan da var.
Hayatım magazin değil; sen de biliyorsun işimiz gereği zamanımızın çoğunu evde bilgisayar başında çalışarak geçiren insanlarız. Gecelerde görüneyim de magazin figürü olayım diye bir düşüncem de yok.
Buna rağmen magazin basınında sürekli yer buluyor olmak seni yormuyor mu?
Bunun benim için avantajlı yanları var. Albümümle birlikte ben radyoları gezmeye başladım. Röportajlar yapıyorum, bir yere gittiğimde, bir yemek çıkışında kameralar geliyor ve her seferinde bir şeyler söylüyorum. Hachiko isimli bir dernek kurduk. Haçiko’nun bir projesidir bu albüm. Haçiko’yla ilgili her yeni gelişmeyi ben o mikrofonlar, kameralar aracılığıyla duyuracağım. Magazin basının bana olan ilgisi bu bakımdan işime yarıyor. Mesela şu anda artık havalar ısındı, “bir kap su bir kap yemek” kampanyası her yerde konuşuluyor. Ben gittiğim her yerde, radyolarda, röportajlarda bunu dile getiriyorum. Başka bir yerde yunus parklarını hatırlatıyorum. Başka bir yerde hayvanlara yapılan işkencelerin artık ceza kanununa dahil edilmesi gerektiğini dile getiriyorum. Çeşitli vesilelerle hayvan haklarıyla ilgili mesajlarımı vermeye çalışıyorum. Klibimde de bunu yaptık; dört ayrı oyuncuyla hayvan sevgisini işledik. Burak Özçivit, “Küçük Sırlar” isimli dizide, köşkte yaşayan, çok iyi giyinen Çetin adlı bir genci oynuyor. Onların köşkünde yaptık çekimi. Burak yine grand tuvalet kıyafetiyle bir sokak köpeğini sevdi. Onun arkasından Burak’ın hayranları, “Burak ne kadar çok seviyor sokak köpeklerini, biz de artık sokak köpeklerini çok seviyoruz” diye gerek Facebook’ta gerek Twitter’da yazıyorlar. Böylece insanlar rol model aldıkları insanların davranışlarını örnek alıp benimsiyorlar.
Haçiko (hayvaları çaresizlik ve ilgisizlikten koruma derneği) adlı projenizi anlatır mısınız?
Haçiko, hayvanları çaresizlikten ve ilgisizlikten korumak amacıyla kurulmuş bir dernek. Hayvan sever bir grup tarafından kurulmuş bir dernek. Bu derneğin ilk çalışması olarak, albümden elde ettiğimiz gelirle, Peugeot’dan bir araba alıp, bütün barınaklara, lokantalardan, AVM’lerden, otellerden çöpe giden atıkları topluyoruz. Bu atıkları barınaklara götürüyoruz. Derneğin arabası barınakları gezmeye devam edecek. Yeterli parayı bulabilirsek derneğin bir sonraki çalışması hayvan ambulansı olacak. Parasını karşılayamadığımız için bu proje şu an aktif değil. Hayallerimiz arasında örnek bir hayvan barınağı açmak da var. Arabayla başladık, artık hangilerini yapabilirsek, çalışmaya devam edeceğiz.
Çok düzenli bir ilişkin var. Yaşadığın ilişki eskisi kadar çok konuşulmuyor. Sizi artık evli gibi görenler var. Evlilik var mı ufukta?
Evlilik şu anda konuştuğumuz bir konu değil ama olması gerekiyor. Çünkü artık birbirimizi tanıma sürecini çoktan aştık. Sonuçta Türkiye’de yaşıyoruz ve toplumun değerlerine saygılı insanlarız. Yakın bir zamanda evliliğin olması gerektiğini düşünüyorum.
Bu ülkede hem güzel bir kadın hem de köşe sahibi olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Niyeti anladıktan sonra gelen eleştirilerle baş edebiliyorsun. Bir kısmından ders alabiliyorum. Yolumda ilerlerken düzeltmem gerekenleri o eleştirilerde görebiliyorum. Bazıları da o kadar art niyetle yazılıyor ki, popüler kültür figürü diye saldırıyorlar. Onlar beni hiç rahatsız etmiyor. Boşuna uğraşıyorlar, bir kısmı da cevap bekliyor ama onlarla baş etmeyi öğrendim.
Kendini çok fazla önemseyen köşe yazarları var. Sen de medyanın içindesin. Bazı köşe yazarları yazdığı köşeyi “yalı” gibi zannediyor değil mi?
Öyle olanlar var tabii. Polis bile bir polis arkadaşını tutukladığında bileğine kelepçe takmadan götürüyor. Köşe yazarları ise birbirlerine adeta düşman gözüyle bakabiliyorlar. Gazetecilik mesleğinin içine girene kadar bu denli düşmanlık olduğunun farkında değildim. Mesleğin içinden biri olarak bu düşmanlığı gördükçe çok üzülüyorum.
Köşe yazarı olmanın verdiği hazla elinden geldiğince hayvan haklarını dile getiriyorsun.
Eskiden Panter Emel vardı; insanlar hayvan severlere kedili/köpekli kadın imajıyla bakıyorlardı. Zaman içinde bu algının değiştiğine inanıyorum ki bunda benim de katkım olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Hayvan haklarının bu ülkede artık çok daha farklı platformlarda görüşüldüğünün ve düşünüldüğünün farkındayım. Bu da beni çok mutlu ediyor. Yaptığım işin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Şehir dışında bir yere gittiğimde belediye görevlileri bana “Ömür Hanım, barınağımızda şunu yaptık” diye ciddi ciddi anlatabiliyorlar. Kadir Topbaş bir rehabilitasyon merkezi açıyor hayvanlarla ilgili. Davetliler arasında oluyorum, gidip görebiliyorum. Demek ki hayvan haklarına dikkat çekmeyi başarmışız ve hayvan hakları bir kenarda köşede unutulmuş değil artık.
Herkesin hayatında bir dönüm noktası vardır. “Benim talihim şurada başladı, hayatım daha anlamlı bir hale geldi” dediğin bir anlar var mı?
Benim hayatımın dönüm noktası, liseden Boğaziçi’ne geçişimdir. Boğaziçi’nde yaşadığım ortam, okuduğum İngiliz Dili Edebiyatı, dört yıl boyunca oradan aldıklarımın benim hayatımda çok önemli bir yeri var. Daha sonra gazetede Doğan Hızlan’ın çok önemli bir yeri var. Ertuğrul Özkök beni her zaman çok doğru yönlendirmiştir. Birlikte omuz omuza yürüdüğümüz çalışma arkadaşım İhsan Yılmaz benim için çok önemlidir hayatımda. Televizyona geçişte de TV8’deki programımın yeri önemlidir. Kültür sanat dendiğinde tabii ki Doğan Hızlan ve ana gazete akla geliyor ama Kelebek’in yeri de çok önemli, gücü çok önemli. Kelebek’in de benim hayatımdaki yeri çok önemli.
Yine magazine geldik; sinema yazıları yazıyorsun, popüler kültürü takip ediyorsun, magazine kaçmadan bir şekilde daha ciddi durmak zorundasın. Bu ayarı nasıl yapıyorsun?
O ayar kendiliğinden oluşuyor. Bana dedikodu, magazin yaz desen yazamam zaten. Benim ilgimi çeken şey, okurlarımın da ilgisini çeker düşüncesiyle hareket ediyorum. Kelebek’te de mutlaka sinema yazıları yazmaya dikkat ediyorum. Keyif’te sadece sinema yazıyorum ama Kelebek’teki her dört yazımdan birinin sinema hakkında olmasına gayret ediyorum.
Sonuç itibariyle magazin basınına katkı yapan bir gazetecisin. Yaptığın işlerin karşılığını alabiliyor musun sence? Hem maddi hem de manevi anlamda karşılığını alabiliyor musun yapığın işlerin?
Ekonomik olarak, hepimiz biliyoruz, yazılı basında kimse çok ciddi paralar almıyor. Benim gelir kaynağım ağırlıklı olarak televizyon. Manevi tatmin diye soracak olursan, gazeteden aldığım keyifle yaptığım hiçbir işi kıyaslayamam. Ölünceye kadar gazetede yazmaya devam etmek istiyorum.
Magazin dünyasında yaşanan ilişkiler çok sert geçiyor, az önce de bundan kısaca söz ettik. Biraz daha bu ilişkilerden söz edelim, siz arkadaşlıklarınızı neye göre konumlandırıyorsunuz?
Aslında benim medya dünyasından çok fazla arkadaşım yok.
Medya içerisinde seni tanımayan insanların hakkında ahkâm kesmesi seni mutlaka rahatsız ediyordur.
Tanımayı bir yana bırak, araştırma yapma gereği duymadan yazan isimler var. Bazı şeyleri araştırmadan oturup yazıyorlar. Albümümle ilgili çıkan haberlerin birçoğu böyleydi.
Büyük keyifle okuduğun yazarlar kimlerdir?
Büyük keyif alarak okuduğum yazarlar diyince okul yıllarında bazen nefret ederek okuduğum Shakespeare’i söylerim. Ne kadar önemli bir yazar olduğunu hayatın içine girdikten sonra daha iyi anlıyor insan. Tezimi Jim Morrison üzerine yapmıştım. Okulla da tartışmalı bir konu olmuştu. İngiliz Edebiyatı okuduğum için Jim Morrison’ın yanında William Blake’i dahil etmiştim. İkisinin şiirlerini karşılaştırmalı olarak incelemiştim. Jim Morrison’la ilgili bir şey yazmazsam çok mutsuz ayrılacaktım okuldan. Hocalarımı ikna ederek bir müzisyen hakkında tez yazmıştım. Jim Morrison’ının şiir kitaplarını da çok severek okurum.
Not: Bu röportajın bir kısmı Posta gazetesinin bugünkü sayısında çıktı.