Haşmet Babaoğlu / VATAN
Durum buysa, umutsuzum
Son zamanlarda gazetelerin büyük bölümünü internet sitelerinden
okumaya başladım.
Yalnız gazeteler mi? Televizyon kanallarının sitelerine de her gün
düzenli olarak bakıyorum. Haber ve medya dedikodu-haber sitelerine
de takılıyorum.
Açık söyleyeyim, bu alışkanlığı edindiğim için pişmanım.
Neden mi?
Gazete kâğıdını elimde tutma, sayfalarını haşır huşur çevirip küçük
ilanlara bile göz atma keyfimi kaybedeceğimden korktuğum için
mi?
Hayır!
Gazeteyi internetten okuduğuma okuyacağıma pişman eden şey ne,
biliyor musunuz?
Okuyucu yorumları.
Hani yazının veya haberin altına konulan “yorumlar” bölümüne
yazılanlardan bahsediyorum.
İlk önceleri haber sitesi, haberci ve yazarla okur arasında
“interaktif iletişim” diye, pek anlamlı bir şey sayıyordum bunu.
İnternetin getirdiği bu imkânın haber yorumculuğunun geleceğine
yönelik büyük açılımlar taşıdığına inanıyordum. Habercilere
çekidüzen verir, kafadan sallamayı, uydur kaydır yapmayı önler,
diye düşünüyordum.
Birçok kişi benim gibi düşünüyordu başlangıçta. Hiç yoktan iyidir,
diyorduk.
Sonra bu işin genellikle yorum falan değil, bir tür internet oyunu
olduğu dikkatimi çekti. Yorum yazanların kendi aralarında itişme,
çekişme, eğlenme aracı olup çıktı iş.
Eh, o da bir şeydi!
Ama öyle olmadı. Böyle düşünmek saflıkmış!
Yorumların çoğunluğu özellikle okumuş yazmış genç insanlarımızın
hangi zihinsel-kültürel sularda “boğulduğu”nu gösteriyor ki, durum
tam anlamıyla bir facia!
***
İşte size bir TV kanalımızın haber sitesinden rastgele seçtiğim bir
örnek.
Haber, insani bakımdan derin hüzün, toplumsal bakımdan ise utanç
duygusu uyandıran trajik bir olay.
Bütün ömrünü sokak çocuğu olarak geçiren ve artık 18 yaşına gelen
bir delikanlı daha fazla dayanamamış belli ki! Bir banliyö
istasyonuna gidip bali çekmeye başlamış, sonra da usul usul
kafasını raylara koymuş. Dur, aman demeye kalmadan tren geçmiş,
delikanlı hayata veda etmiş.
Baktım, sitedeki bu haberi okuyanlar hemen kayıtlarını yaptırıp
içlerindekini dökmeye, fikirlerini serpiştirmeye başladılar.
Nasıl mı?
Biri şöyle yazmıştı: “Adam belli ki AKP ve CHP’yi bir daha mecliste
görmek istemedi.”
Diğeri yememiş içmemiş şu notu düşmüştü: “Erbakan Hoca’ya sormak
lazım: Şimdi bu adam AKP’ye oy vermedi, o zaman bu hareketiyle
cehenneme bilet almış mı oluyor?”
Biri de öteki yorumcuların konuyu siyasete bağlayıp durmalarına
sinirlenmişti ama tepkisi yine siyasi(!) boyuttaydı: “Bu hükümet
ülkeyi satsın, sen hâlâ ölmüş insan üzerinden uşaklığına rant
çıkarmaya çalış!”
***
Gelin de bu tablo karşısında, gazeteleri, haberleri, köşe
yazılarını internetten okuyun!
Altlarında öyle “yorumlar” var ki...
Espri deseniz, değil.
Fikir deseniz, hiç değil.
Yorum mu? Ne ilgisi var!
Ama esas felaket şurada! Hepsi kendinden emin! Hepsi her şeyin en
doğrusunu bildiğine inanıyor; neredeyse hepsi empatiden uzak ve
nefrete yakın! Ve ne yazık ki çoğu okuduğunu anlamıyor!
Oralarda yazılanları ciddiye alırsanız...
Bu ülke insanına, onun kafa yapısına ve geleceğe dair umudunuzu
birkaç dakika içinde yitiriverirsiniz.
Gerçek bu!
Hani darbelere dayanıklıydılar
Bursa’da yol kenarındaki sulama tankerine çarparak ölen genç
kadının hurdahaş olmuş arabasının fotoğrafı dikkatinizi çekti
mi?
Garip bir demir yığınıydı!
Oysa tankerin arkasında ciddi bir hasar bile yoktu.
Bu tür görüntülere yıllardır otoyollarda da sık sık rastlıyorum.
Hafif bir şarampolde baştan aşağı yamulmuş anlı şanlı markalar
görüyorum.
Sonra da televizyonlarda en ağır darbe testlerinden yara almadan
çıkmış otomobil reklamları izliyorum. Oto dergilerinde bu testlerde
çeşitli markaların gösterdiği dayanıklılık başarısını okuyorum.
Bir tuhaflık var oysa!
Reklamlarda anlatılanlarla yollarda yaşananlar arasında ciddi bir
çelişki ortaya çıkıyor.
Neden? Bilen var mı?