MURAT BARDAKÇI / SABAH
İslamcı basında dinciden çok solcu var
İslamcı gazetelerdeki eski solcu yazar bolluğu bilmem dikkatinizi
çekti mi?
Eski bir tüfek, türban yasağına verip veriştiren üstadın hemen
karşısındaki köşede, yasağın demokrasi ile nasıl çatıştığını
yazıyor. Namazın farzlarını yüz bilmem kaçıncı defa anlatan hoca
efendinin yanında, bir başka sabık yoldaş düşünce özgürlüğü
konusunda katetmemiz gereken yolların zorluklarından sözediyor.
Hele vahiy, akıl ve iman bahisleriyle beraber demokrasi, özgürlük,
hoşgörü, mozaik ve diyalog konularında da ahkâm kesmiyorlar mı,
ibret ki tam ibret!
Türban, bahane oldu
Çokseslilik olduğu zannedilen bu kakofoni, bakın nasıl ortaya
çıktı:
- 12 Eylül Türk solunun örgüt yapısını, Özal'ın liberalizmi de sol
düşünceyi darmadağın etti. Doğu Bloku'nun da gümbür gümbür
çökmesinden sonra halkın ıvırı, zıvırı, vesairesi sloganlarının
veya Çin, Arnavutluk yahut bilmemne adası modellerinin artık
bıktırdığını farkeden ve daha rahat yaşamak isteyen bazı eski
solcular, liberal sistemde yer kapmaya çalıştılar. Entellektüelleri
basında hemen yer buldular, hızla yükseldiler, hattâ TÜSİAD'a üye
bile seçildiler ve bu yaptıklarına değişim dendi.
- Ama, bazılarının kafaları hâlâ karışıktı ve istenen değişimi bir
türlü beceremiyorlardı. Üstelik dâvâlarından tam dönmemişlerdi,
büyük gazetelere hâkim olan eski ideoloji arkadaşlarını hem
kıskanıyorlardı, hem de kavgalıydılar. Böylelerinin imdadına da 28
Şubat, özellikle de türban tartışmaları yetişti.
- Dinci kesim, Türk solunun 12 Eylül'de içerisine girdiği
karmaşanın benzerini 28 Şubat sonrasında yaşadı. İslamcılar artık
toparlanmak zorundaydılar, zira slogan devri bitmişti, yeni
birşeyler söylemeleri gerekiyordu ama bilgi dağarcıkları pek zengin
değildi. Büyük basında yer bulamayan eski solcular, onlar için
biçilmiş kaftandı. Türban yasağını devletle yeni bir didişme
bahanesi yapıp yasağın demokrasi ayıbı olduğunu söyleyen 12 Eylül
öncesinin eli kalem tutan hızlı demokratlarını "Bunlar galiba
türbanı savunuyorlar" diyerek alıp baştacı ettiler. Hattâ, bu işe
başlangıçta pek sıcak bakmayan bazı cemaat gazeteleri, modaya
uyabilmek için başka yerlerde köşe kapmış olan solcu yazarları
transfer için uzun müddet dil dökmek zorunda bile kaldı.
- İslamcı basın, bünyesinde solcu yazar bulundurduğu takdirde
irtica görüntüsünden kurtulup çağdaşlaşıp meşruiyet kazanacağını
zannediyordu ama devletin sol düşünceyi meşru görmediğini
farkedememişti ve hâlâ da edemiyor. Dincilerimiz ve
muhafazakârlarımız "Artık entel olduk, aydınlandık" diye düşünüp
üsluplarını sol kavramlarla süslemeye çalışırken, sadece devletle
değil, kendileriyle bile senelerden buyana didişen eski tüfekler,
aynı kavgaya şimdi iman dolu sayfalarda devam ediyorlar.
Bir de yazabilseler...
İki taraf da bugün düzeyli bir beraberlik içerisinde ama, İslami
sayfaların süsü olan eski tüfeklerimizin bir de yazdıkları
anlaşılabilse!
Anlaşılmıyor, zira kafaları yaşadıkları ideolojik deprem yüzünden
hâlâ karmakarışık!
Meselâ, "Saat kaç?" diye soracak olsanız bile açık bir cevap
alamazsınız.
"Toplumsal ve evrensel barış ikileminin süreçsel etkileşimleri ve
devinimleri nedeniyle şekilsel sorunlardan kaynaklanan bir
yüzeysellik, saatin şu anda bir buçuktan ileride ama iki buçuktan
geride olmasını gerektiriyor. Dolayısıyla, azgelişmişliğin
etkisiyle ve demokratik düşünce özgürlüğünün getirdiği
olanaksızlıkların çerçevesinde, biçim ve biçem bakımından iki
çeyrekten bile geride kaldı. Bu konuyu dünkü yazımda da
vurgulamıştım, yarın da sürdüreceğim" gibisinden ifadelerle
geveleyip durur ama bir türlü "Saat şu anda ikiyi beş geçiyor"
diyemezler!
İslamcılıktan sıkılıp karşı tarafa iltica eden ve "Vallahi de
billâhi de döndüm. Uksimubillâââh! ('Allah'a yemin ederim' anlamına
gelir) " demekten bıkmayıp dönüşün yolunun sosyetik mekânlardan ve
kahvehanelerden geçtiğini ispata çalışanlar ise, ayrı bir bahis...
Onları yazmama gerek yok, zira kahve köşelerindeki didişmeleriyle
her an gündemdeler.