İŞTE HARUN TEKİN'İN TARAF'A YOLLADIĞI YANITI
Taraf gazetesini çıktığı günden beri takip ediyorum. Özellikle
de, değerini bu yeni ve güçlenen markaya borçlu olmayan
yazarlarını. Öyle ya, Murat Belge’yi, Ahmet Altan’ı, Neşe Düzel’i,
Ümit Kıvanç’ı ve daha birçok Taraf yazarını yıllardır tanıyor ve
yazılarını takip etmeye çalışıyorum. Bu gazetenin Hıncal Uluç
benzeri bir varlığa ihtiyacı olmadığını düşünen biri olarak, Rasim
Ozan Kütahyalı ismini ilk olarak Deniz Gezmiş ile ilgili bir
polemik vesilesiyle gördüğümü itiraf etmeliyim. Bu zatın içinde
bulunduğum koskocaman bir kümeye, hatta ait olduğum birden fazla
insan topluluğuna yalan yanlış bilgilere dayanarak hakaret etmesi
beni bir eleştiri yazısı yazmaya itti. Söz konusu hakaret ve
iftiralar, Taraf gazetesinde 6 Aralık 2008 günü yayımlanan “Faşist
Sanatçılar Ülkesi” başlıklı yazıda yer alıyor.
Rasim Ozan Kütahyalı’nın yazısını okumayanlar için, yazarın etik
problemlerle dolu yazısından size yedi maddelik bir özet
hazırladım. Kendi fikrimi de her maddenin ardına ekledim.
Muhalif sanatçı olunur
1. “...ülkemizde de (p)opüler kültür dünyası içinde kendi
‘sistem-karşıtı’ ve ‘muhalif’ fikirlerini hem sanatlarına hem genel
konuşmalarına ve eylemlerine yansıtma iddiasında olan figürler
var... Ahmet Kaya gibi çok değerli istisnaları hariç tutarsak bu
tablo Türkiye için maalesef tamamen palavra... Yalancı ve sahtekâr
bir muhaliflik bu.”
Evet, ülkemizde bu iddiada bulunan insanlar var. Hayır, istisnalar
o kadar az değil. Bu ülkede Barışarock diye bir müzik festivali
yapıldı, “Savaşa Hiç Gerek Yok” diye bir single, Grup Yorum diye
bir müzik grubu, “Güldünya Şarkıları” diye bir albüm var. Ceza diye
bir adam var. Cem Karaca var. Aynur var. KardeşTürküler var.
Moğollar var. Ezel Akay, Reha Erdem, Yeşim Ustaoğlu var. Var da
var. Dolayısıyla bu gözlem bence yanlış, ama birisinin böyle bir
fikri ifade etmesiyle bir sorunum olamaz. Oturup tartışırız.
Palavranın nerede olduğu er geç çıkar ortaya.
2. “Küçüklüğünden beri devletin okullarda ezberlettiği
devletçi-milliyetçi söylemi hiç sorgulamadan üstünü ‘solculuk’
sosuyla kamufle ettin mi, işte sana oluyor ‘muhalif ve
sistem-karşıtı’ Türk sanatçısı... Yani ortada klaksonundan başka
her yerinden ses çıkan araba modeli gibi rezil kepaze bir ‘sanatçı’
modeli var...”
Rezil kepaze bir sanatçı modeli diyerek yazar öfkesini net bir
şekilde ortaya koymuş. Şurası kesin: pek çok sanatçı, gerçekten de
Kemalizm’in 12 Eylül versiyonunu bile ilerici bir şey zannediyor.
Ya da mesela Halit Refiğ, demokrasiyi yeniden düşünmemiz
gerektiğini, çünkü soğuk savaşın bitmesiyle bizim zaten soğuk savaş
başladığı için geçtiğimiz bu sistemi sürdürmemize gerek kalmadığını
düşündüğünü bir televizyon programında açıkça ifade etti. Yine pek
çok sanatçı, geçtiğimiz yıl kendisini 28 Nisan mitinglerinde alana
çıkıp 1 Mayıs’ta susarken buldu. Ve ayrıca evet, ben de bazı
sanatçıların kafalarının karışık olduğunu, hata yaptığını
düşünüyorum. Peki “rezil kepaze” de neyin nesi? Örneğin bir yazar
sevdiğim bir gazetenin kalitesini düşürüyor ve hem de benimsediğim
değerlere gün aşırı küfrediyor diye ona “aşağılık bir yazar modeli”
diyebilir miyim? Demem.
3. “Bu feci modelin tipik örneklerinden biri aktör Nejat İşler
(...) Bu oyuncu geçen hafta Habertürk’te ‘Kısa Devre’
programındaydı. Tam yukarıda anlattığım türde ‘muhalif’
konuşmalarını sürdürürken zihniyetini çok net belli eden bir cümle
sarfetti... ‘Uluslararası sermaye güçleri, çok-uluslu şirketler bu
topraklara ait olan, milli olan ne varsa elimizden almak
istiyorlar, milli özelliklerimizden bizleri arındırmak istiyorlar,
böylece bize daha çok mal satabilecekler. Temel planları bu...’
mealinde bir cümleydi bu...”
İşte burası fikrin bitip ayıbın başladığı yer. Ayıp 1: Yazarın
kurgulayıp şimdi de “feci model” dediği kategoriye Nejat İşler’i
sokmak. Sebebi, Nejat’ın aslında yaşam biçimi ve dahası varoluşuyla
pek çok politik fikir ayrılığının üzerinde bir yerde olması. Bunu
ayrıntılandıracağım. Ayıp 2: Nejat İşler öyle bir cümle sarfetmedi.
Nejat, aynen şunu söyledi: “Bir şekilde milli olan, milli değil de,
o toprağa, o coğrafyaya ait olan her şeyden bir şekilde orayı
arındırıp (sözü kesilip devam ediyor) orada bir tüketici şekli
bulmaya çalışıyorlar. Biz, çok uluslu şirketlerin birşeyler satmaya
çalıştığı insanlarız.” Dikkatinizi çekti mi bilmem, “milli”
kelimesini kullanır kullanmaz, hem de canlı yayının karmaşasında,
kendini daha iyi ifade edeceği şekilde yeniden kurarak cümlesini
bitirdi sevgili dostum. Gazlı içeceklerden, hamburger
zincirlerinden, ilaç şirketlerinden, kısaca reklam pastasının büyük
oyuncularından bahsediyor olmalı, çünkü moderatörü olduğum o
ortamda o esnada rating ve AGB üzerine konuşuyorduk. Zihniyet bir
cümlede “çok net belli” olan bir şey midir, ayrıca duyduğunu doğru
yansıtmaktan aciz birinin hangi değerlendirmesine nasıl güvenelim?
Belli ki kapitalizm eleştirisinin ufak bir dozu bile çıldırtmaya
yetmiş yazarı. Bir ifadeyi tırnak içine alıp sonra da “mealinde bir
cümle” demek vicdana sığar mı? Sığdıranın hayatına, “ben özgürlükçü
bir yazar kılığına girmiş bir pisliğim, bulunduğum yerin
saygınlığına zarar veriyorum ama olsun, ismimi parlatıyorum çünkü
ilerde benden bir şey olur, belki lider filan olurum” mealinde bir
hayat dense bu sizin vicdanınıza sığar mı, ey okuyucu?
Programı iyi izlememiş
4. “Sosyalizm ve faşizmin ne kadar uyumlu bir beraberlik
oluşturabildiğinin somut örneği bir zihniyet yapısı bu.”
Ne alakası var? Eğer amaç bu cümleyi sarfetmekse, mantıksal
tutarlılığı şüpheli cümlelere bir iftira ekleyip kendi alanının en
iyilerinden birkaç kişiye çamur sıçratmaya gerek yok ki...Cümleye
gelince.. Ortada yazarın anlattığı türden bir zihniyet yapısı yok
ya, diyelim ki var, buradan sosyalizmle faşizmin uyumuna atlanamaz.
Akıl bunu almaz. Dolayısıyla artık elimizde, yazarın esas derdiyle
- sola küfretmekle - ilgili bir veri var. Peki, o zaman eğri oturup
doğru konuşalım. Faşist de demeyelim, bu ülkede faşizan
zihniyetlerin hedefinde olmak konusunda kendine sosyalist
diyenlerin kendine liberal diyenlerden bir eksiği var mı? Liberal
düşünce topluluklarının toplantılarına, kariyer günlerine biber
gazıyla, copla girilmemesinden aklı başında kimsenin rahatsız
olacağını sanmam, bedel ödeme geyiğinden de bahsetmiyorum ama
mesela siz hiç Besim Tibuk’u herhangi bir anti-faşist eylemde
gördünüz mü? Üniversitelerde, sokaklarda ırkçıların, polisin veya
türlü grupların hedefinde kimler olageldi bu ülkede? Anladık,
biliyoruz, liberalizmin sosyalizmle ilgili bir meselesi var. Tersi
de doğru. Peki bu dille, bu kolaycılıkla tartışılabilir mi bu
meseleler? Tanıl Bora’nın liberal çizgideki kanaat
önderlerinin çoğunu “pozitivist toplum mühendisliği anlayışını ve
Kemalist otoriterliği tekrarlayan bir bilgiçlikle, yukarıdan
yukarıdan konuşmaya yatkın” bulması (Birikim, Ekim 2008), Ümit
Kıvanç’ın “Demokratlık Polisi”nden bahsetmesi (Taraf, 21 Haziran
2008) boşuna değil.
5. “Hiçbir tartışma yaratmayan bu tür sözler, ‘muhalif ve solcu’
olmak adına akıp gitti program boyunca...”
Öyle olmadı. Bizim programda yeri geldi Baykal’ı yerin dibine
soktuk, defalarca darbelerden, muhtıralardan bahsettik, neler neler
konuştuk, ama sözü geçen bölümde politika üzerine çok da fazla
konuşulmadı. Sırtında kulağı olan bir fare yapmıştı genbilimciler,
içim kalkarak izlemiştim. Dinlemeyi engelleyen bir genetik
mutasyondan mı şüphelenmem lazım şimdi, yoksa seçici dikkatin akla
zarar verdiği bir durumdan mı?
6. “Bu isimler (Harun Tekin, Pelin Batu, Nejat İşler üçlüsünü
kastederek) bir yandan da Baskın Oran’ın ve her özgürlükçü-demokrat
entelektüelin kanını donduracak, Hrant’ın katillerini yaratan
zihniyete ait kepaze sözleri de pervasızca edebiliyorlar... Bu
sözler edilince itiraz etme gereği duymuyorlar... Ortada
sıradan-faşizm durumu olduğu kadar, postmodern bir karaktersizlik
ve omurgasızlık durumu da var...”
İşte zurnanın zırt dediği yer. Ben kendi adıma, ilgili herkesi de
cevap haklarını kullanmaya davet ederek söylüyorum ki, ben o
katilleri yaratan zihniyeti destekleyen sözler etmiyorum. Bu
kocaman iftira yumağını sıkıcı bir yazar modelinin tipik bir örneği
olduğunu düşündüğüm Rasim Ozan Kütahyalı’ya aynen iade ediyorum.
Omurgasızlık ve post modern karaktersizlik, genel olarak
sol-Kemalist ve/veya ulusalcı çevrelerden liberallere doğru
yöneltilen ithamlardır. Bunlar gibi, “liboş”, “dönek” türü
ithamları da çirkin bulurum. Politikayla ilgili fikir yürüten
insanlar yıllar geçtikçe fikir değiştirebilirler, bunu omurgasızlık
ya da karaktersizlik olarak nitelemek adil olmaz. Sıradan faşizm
ise, milliyetçiliklerle ilgili olduğu kadar fanatizmle de ilintili
bir konu. Fanatizm, Rasim Ozan’ın üzerinde çalışması gereken bir
hal. Ondan muzdarip çünkü. Hezeyanları sağduyusunun da, aklının da
önünde. İfade etmek istediği fikre dayanak bulmak konusunda bütün
meslek ilkelerini çiğneyebilecek kadar gözü dönmüş biri gibi
görünmesi bundan bence. Yoksa omurgasızlıktan filan değil.
Banal milliyetçiliğin banalliği
7. “Bu isimler de tıpkı Okan Bayülgen gibi banal bir
milliyetçiliğin, sıradan-faşizm diyebileceğimiz bir zihniyetin
türbülansına kapıldıklarını farketmeliler...”
Umut Özkırımlı’nın, Ferhat Kentel’in, Tanıl Bora’nın metinlerinde
beni ikna eden ve çok önemli olduğunu düşündüğüm bir ortaklık var:
bir tek milliyetçilik yoktur, milliyetçilikler vardır.
Milliyetçi olmayan biri olarak, sıklıkla “milliyetçilik” olarak ele
alınan bu kavrama gereğinden fazla anlam yüklendiğini ve
milliyetçilikle mücadele adı altında seçilen bazı yolların amacın
tam tersine hizmet ettiğini düşünüyorum. İnsanlar, türlü
şikâyetlerini, korkularını, eksikliklerini ifade edecek bir şemsiye
kavram olarak milliyetçiliği kullanabiliyorlar. Bir kent
milliyetçiliği, bir Atatürk milliyetçiliği, bir kültür
milliyetçiliği, bir etnik milliyetçilik, ulusalcılık ve daha
niceleri aslında en çok biz onların hepsine birden milliyetçilik
dediğimizde birbirine yaklaşıyor. Herhangi bir türünü olumlu
bulduğumdan söylemiyorum bunu, ama iyi anlamadığımız, anlamaya
yeterince çaba göstermediğimiz yanları olduğu ortada bu kavram
dünyasının. “Banal bir milliyetçilğin türbülansına” sade vatandaş
da katılabilir, “Sade Vatandaş” da katılabilir. Bu durumla,
söylemini beğenmediğimiz kişileri lanetleyerek başedemeyiz. Anlatı
savaşlarını, elinde yeterli imkân olmadığından veya kendi ihmali
sonucu dar bir zihniyete savrulan insanları aforoz ederek yürütmek,
onları ötekileştirmek demektir.
Son olarak yeniden Hrant’ı anmadan geçemeyeceğim. Bir bebekten bir
katil yaratan karanlığı kimse, sanatçılar olmadan yenemez. Yenemez,
çünkü örneğin genç yaşında ırkçı olmuş birisini siz münazara
yoluyla ikna edemezsiniz. Ama Sezen Aksu kendisini ona da
dinletebilir. Bir sanatçının hiç paylaşmadığı görüşleri hayat
felsefesi edinenler, onun bir sanat eserinin kendilerine çarpması
sonucu yepyeni şeyler düşünebilirler. Ancak bu hallerde bir değişim
şansı vardır bazıları için. İsmail Türüt dinleyeceğine Kazım
Koyuncu dinlerse bir genç, orada binlerce makalenin sağlayamayacağı
bir olanak vardır. Ceza’nın bir nakaratta söylediğini anlatmak için
yıllarca boşuna çabalamış kaç köşe kadısı gelip geçmiştir gazete
köşelerinden. Popüler kültür, bu yüzden çok önemli bir alandır ve
bu yüzden, kimsenin o alanda alnının akıyla varolup çoğu zaman göz
ardı edilen binbir zorlukla boğuşan sanatçıları bir kalemde silmeye
hakkı olamaz. Beni ve başkalarını, yanlış bilgilere dayanarak
pervasızca doğru yerde durmaya davet edenlere, Ahmet Altan’ın
benzer durumda yaptığından esinlenerek karşılık veriyorum: Siz,
böyle saygısız, nezaketsiz, duyarsız bir yazma üslubunu benimseme
cüretini nereden buluyorsunuz? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor
mu sizin?
İşte Rasim Ozan Kütahyalı'nın 06.12.2008 tarihli
yazısı
Faşist sanatçılar ülkesi
Dünyanın hemen her yerinde sanatçılar genel olarak muhalif
eğilimlere sahiptirler. Sanatçıların muhalif, ezberbozucu,
sistem-karşıtı ve devrimci tavırlarından bahsedilir... Daha doğrusu
öyle olmaları gerektiği, öyle olmalarının sanatçı olmanın temel
şartlarından biri olduğu ifade edilir... Bu tür “muhaliflik”
“sistem-karşıtlığı” gibi şeyleri takmayan popüler kültürün kimi
figürlerine yönelik küçümseyici, aşağılayıcı ve kınayıcı bir dil
kullanılır. O tür popüler isimlerin ucuz, basit, sabun köpüğü
isimler olduğundan dem vurulur...
Bizim ülkemizde de buna benzer bir söylem ve ayrım var... Popüler
kültür dünyası içinde kendi “sistem-karşıtı” ve “muhalif”
fikirlerini hem sanatlarına hem genel konuşmalarına ve eylemlerine
yansıtma iddiasında olan figürler var...
Ahmet Kaya gibi çok değerli istisnaları hariç tutarsak bu tablo
Türkiye için maalesef tamamen palavra... Türkiye’de kendince
“sistem-karşıtı, muhalif ve solcu” tavırda olan sanatçılar genelde
Batı’daki trendler öyle olduğu için, öyle olmanın iyi PR
getireceğini hissettikleri için öyle olmuş kişiler... Dolayısıyla
bu tavrın hiçbir sahiciliği yok. Hiçbir tutarlılığı ve omurgası
olmayan oradan buradan duyulmuş şeylerin pastiş şeklinde biraraya
getirilmesinden oluşmuş yalancı ve sahtekâr bir muhaliflik
bu...
Dahası Türk sol geleneğinin İttihatçılıktan süzülmüş berbat
söylemleri de “solcu ve muhalif olmam lazım” dürtüsündeki popüler
kültür figürlerinin dünyasına süzgeçsiz şekilde transfer oluyor.
Aslında ortalama Türk sanatçısının geldiği aile geleneği de genelde
Kemalist olduğu için, bu feci söylemler onların zihninde verili
olarak duruyor... Küçüklüğünden beri devletin okullarda
ezberlettiği devletçi-milliyetçi söylemi hiç sorgulamadan üstünü
“solculuk” sosuyla kamufle ettin mi, işte sana oluyor “muhalif ve
sistem-karşıtı” Türk sanatçısı... Yani ortada klaksonundan başka
her yerinden ses çıkan araba modeli gibi rezil kepaze bir “sanatçı”
modeli var...
Bu feci modelin tipik örneklerinden biri aktör Nejat İşler...
İşler, her çıktığı yerde tavırlarıyla ve konuşmalarıyla “farklı,
muhalif ve sistem-karşıtı”!!... Üniversiteli “muhalif” birçok genç,
ucuz ve basit popüler kültür figürlerine karşı bu “karakterli”
sanatçıyı ve onun gibileri seviyor... İşler, o tür “muhalif-solcu”
gençlik dergilerinin baştacı ettiği isimlerden biri...
Bu oyuncu geçen hafta Habertürk’te ‘Kısa Devre’ programındaydı. Tam
yukarıda anlattığım türde “muhalif” konuşmalarını sürdürürken
zihniyetini çok net belli eden bir cümle sarfetti...
“Uluslararası sermaye güçleri, çok-uluslu şirketler bu topraklara
ait olan, milli olan ne varsa elimizden almak istiyorlar, milli
özelliklerimizden bizleri arındırmak istiyorlar, böylece bize daha
çok mal satabilecekler. Temel planları bu...” mealinde bir cümleydi
bu...
Bu sözlerin analizi sadece bu yapay sanatçı modelini değil, aslında
genel olarak Türk solcusu modelinin de berbat halini anlatıyor
bize. Çoğu Türk solcusu ve Türk “muhalif” sanatçısı yukarıdaki
cümleyle özetlenen zihniyetin taşıyıcılığını yapıyor bugün...
Sosyalizm ve faşizmin ne kadar uyumlu bir beraberlik
oluşturabildiğinin somut örneği bir zihniyet yapısı bu. Duygusal
olarak İttihatçı-faşist ezberleri tekrarlayan, teorik söylem olarak
da solcu bir dile sahip o korkunç ve ahlaksız zihniyet...
O ortamda Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin ve oyuncu Pelin
Batu da var. Hiçbir tartışma yaratmayan bu tür sözler, “muhalif ve
solcu” olmak adına akıp gitti program boyunca... Tekin ve Batu da
İşler gibi “muhalif” tavra sahip bilinen figürler... Baskın Oran
gibi bir sapına kadar özgürlükçü-demokrat bir ismi desteklemiş
isimler. Muhtemelen İşler de desteklemiştir Baskın Hoca’yı... Hrant
Dink’in katledilmesi üzerine Agos’a da gitmiş olabilir bu isimler,
hiç şaşırmam... Ama bir yandan da Baskın Oran’ın ve her
özgürlükçü-demokrat entelektüelin kanını donduracak, Hrant’ın
katillerini yaratan zihniyete ait kepaze sözleri de pervasızca
edebiliyorlar... Bu sözler edilince itiraz etme gereği
duymuyorlar... Ortada sıradan-faşizm durumu olduğu kadar,
postmodern bir karaktersizlik ve omurgasızlık durumu da var...
Ben özellikle Harun Tekin’i ve Pelin Batu’yu hayatı ve dünyayı
sorgulama çabalarında samimi bulurum. İşler çok yapay bir adam
portresi çiziyor ama özünde belki o da öyledir... Hrant’ın katlini
lanetlerken ve Baskın Hoca’yı desteklerken de içten olduklarını
düşünürüm ve öyle de inanmak isterim... Fakat bu isimler de tıpkı
Okan Bayülgen gibi banal bir milliyetçiliğin, sıradan-faşizm
diyebileceğimiz bir zihniyetin türbülansına kapıldıklarını
farketmeliler... Bu ülkenin solculuk kültürünün rezilliklerini
bünyelerinden uzak tutmalılar...
Özellikle Nejat İşler muhalif ve ezberbozan değil cahil ve faşist
bir zihniyetin esiri olduğunu farketmeli. Muhalif olmaya kendi iç
dünyasının solcu söylemle örtülmüş faşizan saplantılarına muhalefet
etmekle başlamalı...