Milliyet'in yeni yazarı tartışmanın ortasındaki isim Pelin Batu: Gitgide zencileşiyorum!

5 Kadın setine giden Sayım Çınar, farklı bir Pelin Batu ile tanıştırıyor okuru. Medya, yaşam ve hayata dair sözleriyle Pelin Batu karşınızda…

Google Haberlere Abone ol
Milliyet'in yeni yazarı tartışmanın ortasındaki isim Pelin Batu: Gitgide zencileşiyorum!

Güçlü ve Dobra: Pelin Batu



Dolapdere’de bir film setindeyiz. 5 Kadın adlı film çekiliyor. Lale Mansur, Deniz Türkali, Pelin Batu… Heyecan verici bir proje, senden dinlemek isterim hikayeyi.



Metin Yeğin dünyanın dört bir tarafında çeşitli halk hareketlerine, protestolara dahil olmuş önemli bir isim. Yıllar önce bir kusur mahkemesindeydim, Türkiye’deki ırmakların, nehirlerin hor kullanmasına dair bir davaydı. Orada tanıştım Metin’le. Sürekli yurtdışında normalde, protestolara, eylemlere katılıyor. Filmi onun yapacağını duyduğumda çok heyecanlandım ve hemen parçası olmak istedim. İlginç bir dönemdeyiz, umutlu bir dönemdeyiz bir yandan da. Her ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu farkında olsam da bir barış ortamındayız, herkes bir şeyler yapmak istiyor. Bu film de tam da bu noktada önem kazanıyor. Kürt ve Türk kadınların çok benzer dertleri olduğunu görüyoruz filmde, sağcısı solcusu aslında herkesin meselesi benzer. Herkes aslında benzer yaralar taşıyor. Her bir öykü de gerçek, bu da önemli. Kurgusal sinema diyebiliriz. Parçası olmaktan mutluyum.



Antalya Film Festivali’ne yetiştirmeye çalışıyorsunuz bildiğim kadarıyla.



Benim filmlerle ilişkim biraz tuhaftır, çoğu filmimi izlemedim bile. Setten ayrıldıktan sonra film biter benim için. hangi festivale dahil olacak, neler olacak bilmiyorum.



“Gençlere, parlak insanlara, idealist insanlara yollar kapalı.”



Birçok şeyle birden anılıyorsun. Yazar, oyuncu, programcı… Milliyet’e geçişinle birlikte yeni tartışmalar başladı. Ne diyorsun bu eleştiri ortamına?



Bu ülkede koltuğuna oturanlar asla bırakmak istemiyorlar. Korkunç bir iktidar savaşı var her alanda, sinemada, medyada, akademide… Gençlere, parlak insanlara, idealist insanlara yollar kapalı. Sürekli önleri kesiliyor. Benim durumumda da bu anlattıklarım yaşanıyor aslında. Dahası kadın olmak da bir dezavantaj olarak ortaya çıkıyor. İster istemez kadına bakışı görüyorsun bir gazeteye baktığında. Hasan Pulur Milliyet’e gelen herkese hava cıva demiş. Olabilir, kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Okumak zorunda değil. Hakaret etmek, küçümsemek başka bir şey ama. Babam yaşında birine buradan sert bir şey söylemek istemiyorum. 15 yıldır bu işlerdeyim, her alanda da bu taşlama durumuna tanık oldum, bizzat yaşadım. Ben ne zaman serzenişte bulunacak olsam aklıma şu hikaye gelir: cehennemdeki Türk. Kazanın başında zebani yok, Türkler birbirini aşağı çekiyor. Benle röportaj yapan herkes sonunda sizi hiç böyle tanımıyorduk diyorlar. Yaftalama haline üzülüyorum. Beyaz Türk meselesine de takılıyorum.



Monşer sözcüğü de geliyor aklıma.



Çok enteresan, özellikle kendisi dışlanmış insanların bunu yapıyor olması bana çok tuhaf geliyor. Ezilenin ezme pozisyonuna gelmesi aslında bu. Hemfikir olmadığı herkesi tokatlama eğiliminde insanlar. Ve bu insanlar monşer diyor.



Mağduriyet edebiyatını nasıl değerlendiriyorsun? Her şey karşıtlıklar üzerinden gidiyor.



Bahsettiğin karşıtlıklar her dönemde yaşanmış. Annem babam zamanında bu sağcı solcuymuş, bugün yandaş medya karşıt medya, sürekli takımlar birbiriyle çarpışıyor. Habertürk’te şapka devrimi ile ilgili bir çalışma yapmıştım. Aynı karşıtlık durumunu o belgeseli de hazırlarken görmüştüm. Bir tarafta modernizm savunucuları, bir yanda eskiyi bırakmak istemeyenler. Sürekli bir bağırma hali var herkeste. Tahammül sınırlarımız bitmiş, empati kuramıyoruz.



“Umursamıyorum, diğer türlü kakofoniden işimi yapmaz hale gelirdim diğer türlü.”



Hasan Pulur’un üslubunu nasıl değerlendiriyorsun? Ne diyorsun bu yaklaşım biçimine, üsluba?



Ben artık kendimi koruma mekanizması geliştirdim. Herkese kulak assam çok mutsuz ve yalnız bir insan olurdum. Herkes beni sevmek zorunda değil, okumak zorunda değil. Ne twitter kullanırım, ne facebook. Ancak biri bana özellikle gelip söylediğinde haberim oluyor bazı şeylerden. Kakofoniden işimi yapmaz hale gelirdim diğer türlü.



Beyaz Türklük meselesine dönelim, Ahmet Hakan ile Ertuğrul Özkök arasında geçti en son bu konu.



Beyaz Türklük meselesinden de çok sıkıldım artık. Bizden değilsiniz, sizi sevmiyoruz diyor insanlar. Birincisi ben kendimi böyle görmüyorum, tam aksine gitgide zencileşiyorum. 1990’larda entel dantel lafı vardı. 90‘ların başında Türkiye’deydim, çok şaşırtmıştı beni. Her ülkede entelektüel olmak bir onurken, bizim ülkemizde alay konusu, bu akıl almaz. Beyaz Türk de küfür gibi kullanılıyor. Ben diplomat çocuğu olduğum için özür mü dilemeliyim? İyi okullarda okudum, doktoramı tamamladım, bunun için özür mü dilemeliyim?



Bunun üzerinden var olmuyorsun zaten.



İnsanlar bunu hakaret olarak kullanacaklarsa da kullansınlar, ne yapabilirim. Barış sürecinde bile çok saygı duyduğum insanlar bile olmayacak açıklamalar yapıyor.



“Ben barıştan yanayım.”



İmralı konuşmalarının yayınlanmasını nasıl değerlendiriyorsun?



Orada da büyük şaşkınlık yaşadım. Başbakanımızın agresyonu çok üzücü. Herkes barış istiyor biliyorum. Sürekli barış yazıları yazıyorum, Hasan Cemal de öyle, Can Dündar da öyle, diğer yazarlar da öyle. Şeffaflık en iyisi diye düşünüyorum. Ben barıştan yanayım. 30 yıldır süren bir durum var, resmi rakam 50.000 ölü. İnsanların ne talep ettiğini artık net bir şekilde konuşmak gerekiyor, çözüm bu. Tutanaklarda sır ifşa edilmiyordu. Neden bu kadar olay oldu anlamıyorum. O kadar suni gündemler var ki, asıl gerçekler arada kaynayıp gidiyor. Muhteşem Yüzyıl’daki ecdat edebiyatı üzerine haftalarca konuştuk, bu utanç verici.



Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu ile program yaptın. Erkek söylemiyle fazlasıyla karşılaşıyordun. Nasıl yönettin o dönemi?



Sabrımın sınırlarını anladım. 7 aylık doğdum kendimi sabırsız sanırdım, orada anladım sınırlarımı. Eğitici bir süreç oldu benim için. Tarihçi değilim, medyadan bir insan olarak o programdaydım. Tarih benim için bir tutkudur, ama tarihçi değilim.



Farklı yazı dizilerine imza atmaya başladın. Osmanlı tarihi çok sınırlı anlatıldı bize. Hep magazin taraflarını biliyoruz ama okunası bir Osmanlı tarihi yok. Yeni dönemde önemli işlere imza atacaksın zannediyorum. 



Osmanlı tarihi Cumhuriyet tarihi boyunca tepkiyle yaklaşılmış bir dönemdir. Atatürk’ten tut, Kazım Karabekir’e Jön Türkler’e bunlar hep Osmanlıydı. Ancak her devrimde bu durum görülür, bir önceki döneme dair bir tepki olur. Osmanlı karalanan, kötü; zevk, safahat dolu bir dönem olarak algılanıyor. Harf devriminin bence tartışılması gerekiyor artık. Dilinden kopmuşsun, geçmişinden kopmuşsun, arşivlerini tarayamıyorsun. Keşke Osmanlıca, Arapça da öğretilse. Bugünden bakınca kimi hatalar yapıldığını görüyoruz. Eşcinsellik bir normdu, bugün biz tabu olarak algılıyoruz. Yunan, Bizans, Osmanlı toplumunda hayatın bir parçasıydı eşcinsellik. Zamanında norm olan şeyi ben bugün söylediğim için ölüm tehditleri alıyorum.



“Moda diye yapmıyorum bunları, şirin görünmek gibi bir derdim yok.”



Kürt, fukara, yoksul sözcüklerini senin ağzına yakıştırmayan bir tayfa var. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?



Karadenizli kadınlarla HES karşıtı eylemlere katılıyorum, Kürt şehirlerine de gidiyorum, sivil hak ihlallerine de baş kaldırıyorum. Moda diye yapmıyorum bunları, şirin görünmek gibi bir derdim yok. Doğduğumdan beri duyarlıyım, haber seyredemez oldum artık.



İtalyan erkekleri ile Türk erkeklerini karşılaştırdın, bu da büyük olay oldu. Türklerin daha tacizkar olduğunu söyledin.



Hayatımda en mutlu hissettiğim yer İtalya, çünkü dili çok seviyorum. Aldığım iltifatlar da hep ölçülü oldu. Burada sana uzaylı gibi bakıyorlar sana, Cihangir’de bir kafeye girdiğinde bile tuhaf bakışlarla karşılaşıyorsun. Bunu anlattım, tabii ki bambaşka anlaşıldı. İltifat ile taciz arasındaki ayrım bu. İstanbul işgal edildiğinde kadınların anılarında benim söylediğime çok benzer bir şeyi görüyorsun, İtalyan erkekleri geldiğinde ellerinde beyaz çiçekler varmış.



“Büyük bir bastırılmışlık var, kabul edelim, bunu halletmek gerekiyor en başta.”



Türkiye’de bir siyasetçi tipi var, Avrupa’dakinden çok farklı olan. Avrupa’da bisikletiyle gezen, özgür ilişki yaşayan politikacılar bir yanda, onlarca korumayla gezen bizim politikacılarımız bir yanda.



Klavye mücahitleri diyor bir arkadaşım bu yoğun tepki veren sosyal medyadaki insanlara. Büyük bir bastırılmışlık var, kabul edelim, bunu halletmek gerekiyor en başta. Herkes kendine yalan söylüyor. BBC’de bir belgesel vardı, faşizm aileden başlıyor, bunu anlatıyordu. Bizimki gibi toplumlarda, kendiyle mutlu olmayan toplumlarda sorunlar devam edecek. Mahalle baskısı her yerde, her toplumun kendi sorunları var, karşıt görüşlerin varlığı iyidir.







SAYIM ÇINAR



sayimc@superonline.com


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin