Murat Aksoy / Yeni Şafak
13. yılını geride bıraktığımız 28 Şubat sürecinde medyanın rolü son haftalarda giderek daha açık biçimde tartışılmaya başlandı. Önce dönemin en büyük 2. gazetesi olan Sabah'ın sahibi Dinç Bilgin, ardından gazetenin yazı işleri müdürü Ergun Babahan konuştu. Her iki konuşmada aslında bir günah çıkarma ve pişmanlık vardı. Bütün bu konuşmalardan çıkan medyanın sadece siyasetle değil belki daha fazla askerlerle iş tuttuğu idi. Düpedüz yalan olduğu bilindiği halde belgesiz 'haber' yaparak kendi meslektaşlarının hayatlarının tehlikeye sokmak, onları hedef haline koymaktan beis görmemişlerdi. Bu hafta, andıçın mağdurlarından İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Star Gazetesi Başyazarı Prof. Dr. Mehmet Altan ile konuştuk. Altan, askeri vesayetin medye üzerindeki gücüne dikkat çekerek; 'Medyada bir iç temizlik şart' dedi.
Son dönemde 28 Şubat'la ilgili olarak medya bir günah çıkarma eğiliminde sanki. Önce Dinç Bilgin sonra Ergun Babahan. Neden şimdi?
Şu anda Taraf gazetesi üzerinden yürüyen bir iç hesaplaşma
yaşanıyor. Ve bu noktada Taraf'ın tercih edilmesi ve burada
yayınlananların bu kadar ses getirmesi de bir şeyi ima
ediyor.
Neyi?
Gerek Bilgin, gerekse Babahan'ın konuşmalarından önemli bir
sonuç çıkıyor. O da medyanın asıl patronunun asker olduğunun
kabullenilmesidir. Bir de askeri vesayetin sürdürülmesinin asıl
aracının medya olduğu açık biçimde ortaya çıktı ve bu düzeni Taraf
tek başına bozdu. Tek başına, AK Parti hükümetine karşı girişilen
illegal faaliyetleri, zaman zaman siyasal iktidarın
huzursuzlanmasına rağmen demokrasinin gerektirdiği bir biçimde
büyük bir medeni cesaretle açıkladı? Bu açıklamanın arkasında
durdu, geri adım atmadı. Ortaya çıkan gerçekler ise sadece bugüne
değil geçmişe de daha cesur biçimde bakmayı kolaylaştırdı. Bugünden
itibaren artık daha açık biçimde medya içindeki Ergenekon
unsurlarını konuşabilir, tartışabilir hatta onları deşifre etme
konusunda daha cesur davranabilir tüm medya. Bu bir anlamda iç
temizliktir. Özetle Ergenekon süreci Türkiye'deki 1. Cumhuriyet'in
iç yüzünü bize net biçimde gösterdi.
Medya Türkiye'de neden sorunlu?
Türkiye'de yeterince gazete satılmadığı için patronlar medya
dışı işlere giriyorlar. Belki de asıl işleri başka olan insanların
medyaya girmesi sorundur. Böylece gazetecilik dışında başka işler
daha cazip hale geliyor ve bunu sağlamanın yolu da Ankara
siyasetinden geçiyor. Halka değil, Ankara'ya bakmaya başlıyorlar.
Sarayın sorunlarını yansıtarak onun ihalelerinden, onun nüfuzundan,
onun imkânından yararlanarak gazetecilik olamaz. Bu yapı yavaş
yavaş kırılıyor.
Ergun Babahan bazı isimler verdi medyadaki MİT'çilerle ilgili.
Sizde uzun yıllardır medyasınız. Siz biliyor musunuz ya da tahmin
edebiliyor musunuz kimdir bu isimler?
Sabah'ta 20 yıl yazdım. 28 Şubat sürecini de çok iyi bilirim.
Ama tek tek isimler aslında çok da önemli değil. Burada önemli olan
şudur.
Nedir?
Mesela Dinç Bilgin çıktı, "Biz birçok konuyu görmezden geldik,
mesela Kürt meselesini" dedi. Oysa ben Sabah'ta 20 yıl boyunca
Gladio, Kontrgerilla, Seferberlik Tetkik Kurulu, Kürt sorunu vs.
yazdım. Ama onlar birinci sayfada bir gün bile bu sorunları gündeme
getirmediler. Adeta bu yazılara yok muamelesi yaptılar. Bu açıdan
ben kimin nereyle bağlantılı olduğunu değil ama birinci sayfayı
yapanların hangi kaygılarla bu sayfayı yaptığını bilirim. O birinci
sayfayı gazeteler şekillendirirken aslında hangi güç dengelerini
göz önünde bulundurarak gerçekleştiriyorlar?
ERGENEKON'UN MEDYA UZANTILARI VAR
Siyasetçilerin medya üzerindeki vesayetini biliyoruz da, asker
hangi araçlarla bir vesayet kuruyor medya üzerinde?
Bunu açık açık zaten anlatıyorlar. Askerin gazeteciyi
Genelkurmay'a çağırma gücü başlı başına bir vesayet aracıdır.
Gazetecilikle Genelkurmay'ın ne alakası var? Bir gazete patronunu,
gazete yöneticisini çok rahatlıkla Genelkurmay'a çağırabiliyorsa
askerler, iş bitmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ilişki
göremezsiniz. Bu konuda daha detaylı bilgiler Ergenekon sürecinde
ortaya çıktı. Ergenekoncuların, JİTEM kurucularının çocuklarını
hangi patronların okuttuğundan tutun da Karamehmet'le Levent Ersöz
arasındaki görüşmeye kadar. Siyasetçinin rant dağıtması sistemin
oyun kuralları içindeki bir bölümdür ama esas bu sistemin
koruyucusu olan askerlerdir. Yani esas patronlar hep askerler
olmuştur. Mesela bizi haksız yere andıçlayan o haberleri
sayfalarına koyup hakkımızda yazılar yazan o insanların gazetelerde
istihdam edilmelerinin arkasındaki unsurlara da bakmak lazım.
Mesela Ergenekon sanığı bazı insanların acaba medyada yerleştirdiği
kişiler kimler?
HAYATIN TEHLİKEDE YAZMA DEDİLER
Var mı öyleleri?
Bakmak lazım.
Andıçlandığınız dönem Sabah'taydınız. Size önceden bir duyum,
uyarı geldi mi?
Ben çok özgür ve rahat bir ortamda Sabah'ta çalıştım. Ancak
Sabah'ın bozulmaya başlaması 28 Şubat döneminde banka satın
alınmasıyla başladı. O dönem bugüne kadar hiç görmediğim,
duymadığım birtakım konuşmalara şahit oldum.
Mesela?
Hiç unutmam bir 14 Şubat günü, hayatımın yazılara bu şekilde
devam etmem halinde tehlikede olduğu gazetenin en üst yönetimi
tarafından bana ifade edildi. Bu bir kez daha da
tekrarlandı.
UFUK GÜLDEMİR'E ADIMI VERMİŞLER
Sonra...
Sonra bu işler daha da zorlamaya başlayınca hem satın aldıkları
bankanın durumu, hem de 28 Şubat'ın baskısı ile aslında gitmemi
istediler. Rahmetli Ufuk Güldemir kendisine 2 kişinin isminin
verildiğini, onlardan birinin ben olduğumu anlatmıştı. Ancak bunu
yönetimden birisi daha farklı bir şekilde söyledi. O arada bazı
yazılarım konmadı. Ben onları yazdığım kitaplara koydum. Zaten bir
süre sonra yazılarım 4 günden 1 güne indirildi. Uzun yıllar haftada
bir gün yazdım. Ayrıldığımda da 1 gün yazıyordum. Bir Fransız
atasözü vardır çok hoşuma gider: "Doğru iktidara gelmez ama
düşmanları ölür". O yüzden ben bu süreçleri hatırat malzemesi
olarak izlerim. Bunları ileride detaylıca anlatacağım.
Neden şimdi değil? Bakın herkes konuşuyor?
Bunları zamanımın daha bol olduğu bir vakitte yazacağım. Bu
medyadaki insanlar yahut Türkiye'deki insanlar, askerler de dâhil,
cuntacılar da dâhil, darbeciler de dâhil yazının gücünü
algılayamıyorlar. Yazının iktidarı çok güçlüdür eğer yazıya layık
olmaya çalışırsan. Hepsi gider yazı kalır.
Peki, bu Ergenekon davası, Balyoz ve Erzincan olayı. Bu
soruşturmalar gerçeği ortaya çıkaracak mı?
Büyük bir katkısı var. Çok önemli adımlar. Katkısı benim 25 yıl
önce yazılarımda yazdığım Özel Harp'in bugün artık herkes
tarafından bilinmesi, Seferberlik Tetkik Kurulu, çift başlı
yargının toplum tarafından konuşulması. Konuşuyoruz ama henüz
konuştuklarımızın bütün gereklerini yerine getirmiyoruz.
AK Parti bu açıdan başarısız mı?
Çok önemli işler yaptı. En azından halk iradesine karşı çıkan
askeri vesayeti kabullenmedi. Sarayın kitlelere karşı düşmanlığını
açığa çıkaran bir katalizör vazifesi gördü. Tabii şimdi yaptıkları
eksik buluyoruz ama ilk 3 yılında mükemmeldi AK Parti. Çünkü
muhatabı dünyaydı. Gerçekten sessiz devrimler yaptı. AB'nin
istediği uyum yasaları benim ömür boyu göreceğimi düşünmediğim
değişimlerdi. O, 3 yıl sonrası dönemde aklı genel seçimlere
takıldı, Ankara'yı muhatap aldı ve geriledi. Ama ilk 3 yılın
rüzgârını, değişikliklerin önemini de unutmamak lazım. Tabii 2.
dönemdeki en büyük başarısı Ergenekon soruşturmasının arkasında
durmasıdır. Mesele burada AK Parti'yi eleştirmek değil. Mesele akıl
ve enerjiyi birleştirerek yanlış yapılmasının engellenmesi,
değişimin evrensel, sağlıklı güvenceye kavuşturulması. Yani
eleştiri olmadan eksiklik görülemez.
Mini paket yeterli mi?
Pratik olarak bakıyor siyasetçiler ve canlarını sıkan konular
üstünden değişiklik yapıyorlar. Benim canımı bütün rejim yani I.
Cumhuriyet sıkıyor. Çünkü bütün mağduriyeti yaratan o mantık ve bu
tümden değişmedikçe bu mağduriyet bitmez. Aynı zamanda parçalı
değişim yapan da yarın bir gün yeniden mağdur hale getirilebilir.
Çünkü güç dengelerine dayalı değil, evrensel demokrasinin
gerektirdiği hukuk kurallarına yönelik büyük bir rejim değişikliği
yapmak lazım. Diğer taraftan şu var. Bütçeden yargıya ayırdığımız
pay yüzde 1 bile değil. Bu rakamın anlamı bizim yargıya, adalete
ihtiyacımız yok demektir. Bizim büyük bir hâkim ve savcı açığımız
var. Bunlar ne olacak?
12 EYLÜL İLE HESAPLAŞILMALI
Yeni bir anayasayla mı olur bu?
Bir parçası anayasa, bir parçası AB reformları. Aslında AB Genel
Sekreterliği'nin web sitesinde yayınlanan İlerleme Raporlarına
bakılsa ne yapılması gerektiği görülür. Orada neredeyse hepsi
yazıyor. Bakın kısa bir süre önce Türkiye NATO toplantısına ev
sahipliği yaptı. Bizim Genelkurmay Başkanı katılmadı.
Neden?
Çünkü katılırsa salonda Milli Savunma Bakanı'nın arkasında
oturacak. Sadece Türkiye'dekine değil yurt dışında-kilere de
katılmıyor, ikinci başkan katılıyor. Ve bu hiçbir gazetede gündeme
gelmiyor. Yargı sürecinde komutanları toplayıp, davayla ilgili
toplandıklarını ifade eden bir Genelkurmay yönetimi dünyanın hiçbir
demokratik ülkesinde olamaz, bir hukuk devletinde de olamaz.
Bunları yalayıp yutarak ne kadar iktidar olunabilir?
Olmayacağına bilmiyorlar mı?
Biliyorlar ama Türkiye'deki siyasetçinin amacı değişimin
siyasetini yapmak değil. Kendisinin siyasetini yapmak yani
Türkiye'deki siyasetçinin amacı iktidar olmak ve oradan gitmemek.
Yoksa 30. yılına girdiğimiz 12 Eylül rejimini bir insan içine nasıl
sindirebilir? 12 Eylül rejiminin unsuru olarak kurulmayı, faaliyet
göstermeyi, anayasasıyla çalışmayı, bu parlamento nasıl kabullenir?
Nihayetinde bu parlamentoya silah çekilmiş. Aslında bütün bu
konuşmaların özünde, "parlamento halk parlamentosu haline gelecek
mi gelmeyecek mi" sorusu var. 1. Cumhuriyet'in kurduğu
parlamentolarda halk yok, hepsinde devlet var. Yani devlet adeta
halka karşı kurulmuş bir devlet. Onun için yargısı, her şeyi
devletten yana. Parlamentosu devletten yana. Yani saraydan. Aslında
devlet sözcüğünün yerine sarayı koymak lazım. Saray ne?
Osmanlı'daki "saray teba" ilişkisi Cumhuriyet'e olduğu gibi
yansımış. Padişah kaçmış, saray bürokrasisi devleti oluşturmuş.
Onun için devlet, bizim bildiğimiz manada vergi alıp hizmet eden
bir unsur değil, padişahın sarayının devamı. Onun için de
yargısıydı, parlamentosuydu, algısıydı hep aynı.
Ne yapmalı AK Parti?
AK Parti'ye şunu anlatmak lazım: İçe kapanırsan, siyasal
milliyetçilik yaparsan, bütün bu çok önemli değişimleri AB
standardına, AB güvencesine bağlamazsan, bir büyük resim olarak
algılamazsan, seni içeride her şeye rağmen barındırmazlar. Yani bu
rejimin sahipleri, Saray bu işten çabuk vazgeçmez. Onun için
siyasal milliyetçilikten, MHP ile yarışmaktan geri durmak gerekir.
AB ile işbirliği tutarsan bir yeryüzü partisi olursun. Mesela AK
Parti ilk 3 yıl neden mükemmeldi, çünkü çevreyi merkeze, merkezi
dünyaya taşıdı. Çok anlamlı ve tutarlı bir reçetesi vardı elinde.
Defosu, yanlışı, enerjisiyle, aklı daha büyük bir sinerji
yaratıyordu. Tutarlıydı. İlkeseldi.
Özkasnak "Ben öyle şeyler demedim" dedi
Erol Özkasnak'ın sizin için sarfettiği bir tehdit cümlesi var.
Ne hissettiniz bunu duyunca?
28 Şubat günleriydi. 8 yıllık eğitim kavgası yapılıyordu. O
zamanlar 4 gün yazıyorum. Kamu personelinin maaşına her 6 ayda bir
zam yapılıyor. Devlette kim ne alıyor diye bir bordro yayınlanıyor.
Orada bir baktım hayata yeni atılan bir askeri personelin maaşı, 30
yıl çalışmış ve emekli olacak olan bir öğretmenden daha fazla. İşte
o günlerde bu maaş kıyaslamasını yazdım. Anlatmak istediğim devlet
protokolünde aslında öğretmenlerin, akademisyenlerin değerinin
askerlerin daha altında olmasıydı. Bunu yazdığım vakit, ilk önce
galiba patronu aradılar ve yazıları 3 gün kestirdiler. Sonra
gazetenin bir yöneticisi, bu şahsın telefon edip benim için böyle
şeyler söylediğini bana nakletti. Yani bana doğrudan yapılan bir
tehdit değildi. Ama bir süre sonra bazı gazetecileri Şırnak'a
götürdüler, ben de vardım ve Özkasnak'la karşılaştık.
Konuştunuz mu kendisiyle tehdit meselesini?
Bize ev sahipliği yaptı. Sordum kendisine siz, benim için böyle
böyle dediniz mi diye. Yoo ben hiç böyle şeyler söylemem gibi
laflar etti. O dönem tabii askerler, dünyayı biz yarattık
havasındaydılar. Sanırım Özkasnak da o duygular içindeydi. Oysa
unutmamaları gereken bir şey var. Onlar memur, biz değiliz. Bakın
aradan kaç sene geçti. Ben hâlâ buradayım. Özkasnak nerede bilen
var mı? Ama şu var, Şırnak'ta karargâha girer girmez karşımızdaki
panoda aradan epey zaman geçmesine rağmen maaşlarla ilgili bu
yazımın asılı olduğunu gördüm. Tabii bu süre içinde aynı içerikli
gelen mektupların kaynağını da anlamış oldum. İlginçtir o yazımdan
sonra yayımlanan bordrolardan askerlerin maaşlarını
çıkardılar.
Sizin andıçlandığınız sorgu içinde savcılık harekete geçti
mi?
Henüz değil. Daha sonra o general bir televizyonda 28 Şubat'ın
post-modern bir darbe olduğunu kabul etti. Bu bir anayasal bir
suçtur ve savcılar harekete geçmedi. Bu arada ortaya çıkan
gerçekler korkutucu. Eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın
işkenceli bir sorguya girdiği anlatılıyor. Sorguda yanında kimler
var, Şemdinli olayında "tanırım iyi çocuklar" diyerek koruduğu iki
kişi. Yani bu ilişkinin tek bir görevde değil, süreklilik içinde
olduğunu görüyoruz. Üstelik zaten 27 Nisan e-muhtırasını kendisi
yazdığını itiraf etmişti. Evet bugünlerde askeri vesayetin
geriletilmesinde önemli adımlar atılıyor. Fakat bunun kalıcı olması
için mevzuatın değişmesi lazım. Yani 15. maddenin kaldırılması
simgesel olarak önemli bir şey. Ama demokratikleşmek için en önemli
600 yasayı değiştirmemiz gerekiyor. AK Parti'nin bu tür
konjonktürel zemindeki gerçekten olumlu önemli adımlarını bir an
önce ilkesel bir bütünlük içinde mevzuat değişikliğiyle tamamlaması
ve AB'ye hız vermesini istiyorum.
2. Cumhuriyet yolundayız
2. Cumhuriyet'e çok var mı?
Türkiye İkinci Cumhuriyet'e doğru gidiyor. Mesela
www.ikincicumhuriyet.org girenlerin sayısında muazzam patlama var.
2. Cumhuriyet'e doğru gidiyoruz. Bu kaçınılmaz. Ne demek 2.
Cumhuriyet'e doğru gidiş? Kemalizm'den demokrasiye gidiş demek. I.
Cumhuriyet ne? Kemalist bir cumhuriyet. CHP rejimini temsil eden
bir cumhuriyet. Halkı dışlayan, halkı mağdur eden, demokrasiyle
alakası olmayan bir Saray Cumhuriyeti. Peki, 2. Cumhuriyet ne? 2.
Cumhuriyet, halk iradesinin egemen olacağı, temel hak ve
özgürlüklere saygılı bir cumhuriyet. Birincisi vatandaşı olmayan
bir cumhuriyetti, ikincisi vatandaşı olan gerçek halk iradesine
dayalı bir cumhuriyet. Her "I. Cumhuriyet" dediğimde ben Kemalist
Cumhuriyeti kastedi-yorum. 2. Cumhuriyet dediğimde de, minimum AB
standartlarında bir demokratik cumhuriyet. Bakın bugün 12 milyon
yoksul var. 348 bin kişi yatağına aç giriyor. Türkiye'de
bankalardaki tüm mevduatın yüzde 42'si 28 bin kişiye ait.
Türkiye'de en zengin nüfusun yüzde 20'si toplam zenginliğin yüzde
46,4'ünü alıyor. Bugün 8,5 milyon insan kayıtdışı çalışıyor. Bu
insanlar iş kazası geçirdikleri vakit kimsenin haberi olmuyor,
hiçbir yardım da yapılmıyor, hayatları bitiyor.
Yani ne dramların yaşandığını bilmeliyiz. Bu, çok dramatik ve hiçbir projektörün aydınlatmadığı bir mesele. Mesela Tuzla'da her gün insan ölüyor. Bu bir cinayet ekonomisi gözümüzün önünde seyrediyor. Yani gidilecek yol epey uzun, bir zamanı alacak ama istikamet, dinamik, tarihsel süreç olarak kesinkes 2. Cumhuriyet'e gidiyoruz.