Hatırda kalmaz, satırda kalır!

Aras Yayıncılık, gazeteci-yazar Ümit Bayazoğlu'nun kaleme aldığı 58 portreden oluşan Hatırda Kalmaz Satırda Kalır'ı okuyucularla buluşturuyor.

Google Haberlere Abone ol
Hatırda kalmaz, satırda kalır!

Ümit Bayazoğlu, kamuoyunun gözü önünde yer almış figürlerin saklı kalmış yönlerini gün yüzüne çıkarırken, bir yandan da zamanla unutulup hatırlardan silinen insanların hayat hikâyelerini sunuyor.

 



Ahmet Rifat Çalıka, Cemal Granda, Limancı Hamdi, Sami Günzberg, John Godolphin Bennett, Atatürk, Pierre Loti, Namık Kemal, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Melek Kobra, Karekin Deveciyan, Necip Fazıl Kısakürek, Sami Sabit Karaman, Yahya Kemal, Hasan Amça... İçkici, dişçi, yasaklı karikatürist, İttihatçı, tarihçi, figüran, Milli Mücadeleci, ressam, milletvekili, Beyaz Rus, padişah, mimar, yazar, ağaçsever, Çerkez, gurme, kafatasçı, Kürt, külhanbeyi, uşak, Osmanlıcı, vatan haini, Yahudi, sahaf, dolandırıcı, manav, Ermeni, talancı, vatan şairi... Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinden 58 "aykırı" portre.





Aşağıda Agos Gazetesi'nden Lora Baytar'ın 15 Şubat'ta Ümit Bayazoğlu ile yapmış olduğu söyleşiyi yayımlıyoruz. 





Bir devrin psiko-sosyal panoraması



Ümit Bayazoğlu'nun dördüncü kitabı "Hatırda Kalmaz Satırda Kalır - 58 Portre" isimli kitabı Aras Yayınları'ndan çıktı. Bu nedenle kendisiyle konuştuk:



Bu yazıları yazmaya ne zaman, nasıl ve neden başladınız?



Benim ön gençliğimde Vietnam Savaşı ve Arap-İsrail Savaşları sürüyordu. O televizyonsuz yıllarda savaş muhabirlerinin dünyaya naklettiği haber ve fotoğrafların konusundan çok, bunların nasıl kotarıldığı ilgimi çekerdi. O zamanlar savaş muhabiri olmaya özenirdim. Zaten serde gazetecilik de vardı; "Mesleğe ilk adım"da anlattığım gibi, çocukluğumda, yaz tatillerinde kasaba gazetesinde çalışırdım. Bu hevesle gazeteciliği kendime meslek seçtim. Şimdi pişmanım; çok haysiyetsiz bir seviyede icra ediliyordu meslek. Bu gün seviye de kalmadı, yerlerde sürünüyor. Yaratıcılığım, çocukluk hevesim betona toslamıştı. Ama girmiştim bir kere. Bu lağımdan kirlenmeden nasıl çıkarım diye düşünürken ve sırf maişet motorunu çevirmek ve ayakta kalabilmek için kendime portre yazarlığı icat ettim. Kimsenin rekabet etmediği bir alan olduğu için fazla karışanım olmadı. Beni kimsenin bakmadığı güya kültür sanat sayfalarına mahkum ettiler ben de o zaman özgürleştim, bunları yazmaya başladım.



Kitapta çeşitli meslek gruplarından isimler yer alıyor. İşçisi, dişçisi, Yahudisi, Ermenisi... Nasıl bir elekten geçti bu yazılar?



Bu isimlerin seçimlerinde insanların mesleklerinden çok karakterleri tayin edici oldu. İnsanın hangi etnik kimlikten olduğunun benim için önemi yok. Bizim kuşak biraz mazoisttir. Biz hava günlük güneşlikken bile tepemizde kendimize mahsus kara bulutlarla dolaşırız. Acı çekenler, yaralı yüzler, kekemeler, düzenin zıddına gidenler, sınır boylarında dolaşanlar, mağluplar, "tutunamayanlar"; mutlu, galip, başarılı insanlardan daha çok ilgimi çekiyor.



Portreler Türkiye tarihinde önem arz eden ama pek çoğumuzun tanımadığı kişiler. Ama çoğunlukla Osmanlı'nın Cumhuriyet dönemine geçişiyle bağlantılı isimler. Bu kişilerin önemini biraz anlatabilir misiniz?



"Hatırda Kalmaz Satırda Kalır", bir önceki kitabım olan "Uzun İnce Yolcular"ın devamı niteliğinde. İlk kitapta daha karışık bir liste var; dansözler, sihirbazlar, hippiler, şizofrenler, amigolar, vesaire. Bu yenisinde daha çok imparatorluğun çöküş ve dağılış sürecinde rol almış insanlara ağırlık verdim; ilk büyük savaş kurbanları, ulus devlet sürecinin kuruluşunda görev almış ya da bu sürecin maduru olmuş kişiler çoğunlukta. Bunların her biri kendi başına birer okuma parçasıyken, üstüste konduğunda (okunduğunda), bir devrin psiko-sosyal panoraması da ortaya çıkıyor veya bana öyle geliyor.



Karekin Deveciyan'da kitabınızda yer veriyorsunuz. Sizin kendisiyle nasıl tanıştığınızı ve sizin için önemini anlatabilir misiniz?



Karekin Deveciyan ile Aras Yayınları'ndan çıkan, dünyaca meşhur "Türkiye'de Balık ve Balıkçılık" isimli kitabı okuyunca tanıştım. Çocukluğumda gazeteci olmak istediğim kadar denizci de olmak istemiştim. Nitekim oldum da; Atina'da, Pire limanında işçi simsarlarına fotoğraf makinemi vererek gemilerde iş bulmuştum. Dolayısıyla imparatorluk denizlerinde yüzen her balığı bilen Karekin Deveciyan'a karşı ilgisiz kalmam mümkün değildi.



Lora Baytar / Agos 15 Şubat 13

 


Etiketler balık atina
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin