En haşmetli basın kavgası
Tanınmış köşe yazarları Haşmet Babaoğlu, Ahmet Hakan ve Mansur
Forutan arasında bir süredir kendi sütunlarında devam eden
tartışma, bu kez Nişantaşı kafelerine kadar uzandı... İşte medya
dünyasının hayretle izlediği bu 'kapışma' sonrası; tarafların
görüşleri, olayın ayrıntıları ve son gelişmeler...
'Köşeleri tutmayalım sokakta yüzleşelim'
Türkiye'nin çok okunan köşe yazarları olmalarına rağmen, seviyesiz
tartışmaların odağına oturan isimler artık köşelerden birbirlerine
sataşmaktan da vazgeçip sokakta hesaplaşmanın yollarını arar oldu.
Duyarlılığı ve hoşgörüsü ile tanınan Haşmet Babaoğlu bir Nişantaşı
kafesini basarak, birbirinden güç alan Mansur Forutan ve Ahmet
Hakan'ı lafla benzetti....
'Aslında Mansur'u dövmeye gitmiştim'
Haşmet Babaoğlu olay gününü anlatıyor:
- Geçmiş olsun Haşmet Babaoğlu, biz sizi hoşgörünüzle tanırız, ne
oldu böyle?
- Ben zaten bir buçuk aydır böyle bir zaman bekliyordum, fırsatım
olmamıştı. Benim derdim o gün Mansur'u dövmeye gitmekti. Aradan
Ahmet Hakan'ı da çıkaracaktım, ama maalesef yanlış yerdeydim;
Salamonje'de. Mesela Ramazan'ın yerinde olsaydı, yani House
Cafe'de, iki tokat da ona çakacaktım, maalesef olmadı.
- Sizi bu kadar çileden çıkartan şey kompleksler mi? Nedir mesele
ettiğiniz?
- Benim meselem ayrı, Ahmet Hakan'ın meselesi apayrı. Ama genel
olarak şunu söyleyeyim, basında zibidi bir köşe yazarı tipi var.
Bunların temel özellikleri, bütün aşağılık komplekslerini, hayattan
uzaklıklarını, aslında gerçek anlamda insan ilişkilerindeki
kaybetmişliklerinin acılarını, ona buna sataşarak çıkartmaları.
Hepsinin de temel özelliği; senin de dikkatini çekmiştir- yalnızca
Ahmet Hakan'dan bahsetmiyorum, bunu özellikle vurgula, birkaç tane
adam var- mizah duygusunun arkasına saklanmaları. Bunu
yapıyorlar.
- "Minicik bir espri," dedikleri mi?
- 'Minicik espri' diyorlar, 'mizah' diyorlar. "Siz zaten mizahtan
bile anlamıyorsunuz," diyorlar. Esas beni en çok kızdıran tarafları
da bu. Bu adamlarla mücadele ederken, bizim köşelerimizi bunlarla
mücadeleye ayırmayı da doğru bulmuyorum. Ben şahsi olarak sokakta
yüzleşmekten yanayım.
- Ahmet Hakan ve Mansur Forutan'la böyle bir şey yaşadınız ama
başkaları da var mı?
- İstersen yazabilirsin, mesela küçük bir gazetenin genel yayın
yönetmeni de var bunlar gibi mizaha sığınmak isteyen.
- Kim o?
- Serdar Turgut. O da aynı. Mizah duygusunun arkasına saklanır. Bu
kadar aşağılık bir heriftir o! Patronlarını utandırıyor, okurlarını
utandırıyor. "Kardeşim sen ne yapıyorsun, bu senin yazdıklarının
kime ne hayrı var? Utanmıyor musun yazdıklarından?" denileceği
anda, "Ben mizah yapıyorum," diyorlar. Bu ne kadar daha sürecek
bilmiyorum ama bunların varlığı basını ağır bir biçimde
kirletiyor.
- "Herkes sorumlu bu kirlilikten," demişsiniz köşenizde... Bunu
biraz açar mısınız?
- Okurlar da sorumlu, bizler de. En aşağılık duygularının ve
dedikoduculuk şehvetlerinin gıdıklanmasından hoşlanan okurlar da
sorumlu gayet tabii. İkincisi de ucuz ve kolay yollardan tiraj
kapma kurnazlığına düşen genel yayın yönetmenleri... Bu iki unsur
sayesinde oluyor bunlar. Mesela Ahmet Hakan'ın bir SABAH'taki
haline bak, bir de Hürriyet'teki haline bak.
- O gün Nişantaşı'nda olanları tam olarak bana anlatır mısınız?
- Ben Mansur'u dövmeye gitmiştim açıkçası. Salamonje'nin kapısında
Allah bana sordurdu işte, "Mansur burada mı?" dedim, "Burada," dedi
çocuk da. Orası da Erol Kaynar'ın yeri, benim çok sevdiğim bir yer.
Mansur da beni görünce "Gel Haşmet Abi otur," falan dedi. "Ne abisi
ulan!" dedim. "Hani yazmıştın, ben artık abin falan değilmişim
diye... Konuşma!" derken baktım Ahmet Hakan da var. Ona da alaycı
bir ses tonuyla dedim ki, "Senin de bugünkü esprini çok beğendim,
sonra onu da konuşacağız." Fakat hayatta gördüğüm en korkak
adamlardan birisi Ahmet Hakan.
- Nereden anladınız o an Ahmet Hakan'ın korktuğunu?
- Bu Ahmet Hakan biz nerede dolaşıyorsak orada değil mi, üç dört
yıldır? Kaç defa 'Haşmet Abi'nin yol yazıları, 'Haşmet Abi'nin
Alaçatı yazıları' falan diye notlar düştü, değil mi? Hiçbir
karşılaşmamızda doğru düzgün bir selam bile vermedi. Hem korkak,
hem alçak bir adam olduğu oradan belli. Cesur ve kendinden emin
adamlar, adam gibi selamlaşırlar. Bir defa ben nereden onun Haşmet
Abi'si oluyorum? Hani "İlhan Abi..." diye de yazmıştı ya bu
salak... Ben bu salağı defterden nasıl sildiğimi söyleyeyim mi?
- Söyleyin tabii...
- Her insan fikir değiştirir, her insan sosyal, siyasal kamp
değiştirir ama ulan ne zaman İlhan Selçuk senin İlhan Abin oldu?
Oturdu "İlhan Abi'ye..." diye yazı yazdı. Hasan Abi, İlhan Abi
falan... Bu zavallı bir adam.
- Tartışmanız ne kadar sürdü o gün?
- Orada 15 dakika sürdü bu olay. Ahmet Hakan'a "Sen kalk bakayım,
boyunu göreyim istedim. Kalk bakayım bi," dedim. Ben yine
takılmayacaktım, ama "Sen kimsin?" gibi laflar etti bana. Ben öyle
bir laf duydum mu, zaten deliririm. Ya, 15 dakika boyunca yerinden
kıpırdayamadı. Cep telefonuyla bir yerleri arar gibi falan yaptı.
Ben de fazla uzatmadım. Çünkü gıcık olduğum Mansur, araya giren,
yatıştıran görüntüsüne büründü birden. Onun da elindeki suya falan
bir tane vurdum. "Yatın kalkın dua edin ki burada karşılaştık, ama
dışarda karşılaşsaydık..." deyip öyle çıktım. Ve şu da var,
eylemlerim sürecek...
- Ama çok tatsız değil mi bu durum?
- Öyle ama bir tarafları kırılacak kesin yani, elimden kurtuluş
yok. İş öyle bir hale geldi ki, benden habersiz birisi dövecek
onları. İğrenç, adi, zibidi herifler bunlar yani. Korkunç herifler.
Benim üstüme kalacak, en korktuğum o. Halbuki ben onlardan önce
davranmalıyım.
- Belki sakinleşirsiniz...
- Yok yok, iki tokat atmadan olmaz. Ali Boratav aradı, "Hemen
geliyorum ben de iki tokat atayım," dedi.
Mansur Forutan olay gününü anlatıyor:
- Haşmet Babaoğlu'yla polemiğiniz ne yüzden başladı?
- Bu Hasan Pulur hikâyesi ile çıktı ortaya... Ayşe'nin benim yerime
Roskilde Festivali'ne davet edilmesinin ayrıntılarıyla ilgili yazım
vardı ya, Haşmet oradan pirelenmiş. Ondan sonra bana SMS ile komik
komik mesajlar gönderdi.
- Ne gibi?
- "Nişantaşı'na gelmiyorum diye sakın kendini huzurlu hissetme,"
tonunda birtakım şeylerdi. Ben de ona "Gelirsen bir çayımı
içersin," gibi kibar ve politik cevaplar verdim. Ahmet Hakan'ın
Neco için 'Haşmet'in kayınpederi' espirisinden sonra, o sabah bir
mesaj daha geldi.
- Nasıl bir mesaj?
- "Espriyi iyi bulmuşsun, ben sana gününü göstereceğim," gibi. Ben
de anlamadım. Tam gazeteye gidiyordum, Ahmet Hakan geldi, "Yazıyı
okudun mu?" dedi. "Hayır okumadım, bak Haşmet ne mesaj atmış,"
dedim. "Benim yazıdandır o," dedi. Ben de Haşmet'e "Benim o yazıyla
alakam yok. Velevki var, ne yapacaksın?" diye sordum.
- O zaman kalktı geldi demek, Nişantaşı'nda sizin oturduğunuz
kafeye...
- Yok, ondan sonra daha da kişiselleşti muhabbet.
- SMS düzeyinde mi hâlâ?
- Evet, SMS düzeyinde. Biz artık kızıyoruz, bu durum ne kadar daha
uzayacak ve kızışacak diye. Bir anda, iki dakika sonra karşımda
belirdi Haşmet.
- Nereden biliyor sizin orada olduğunuzu?
- Biliyordur, iki tane yer var gittiğimiz. Sordu soruşturdu belki
de, bilmiyorum artık. Kalktım ayağa, "Biz gidelim başka yerde
konuşalım, buradaki insanların huzurunu kaçırmayalım. Anlaşırsak
sarılırız, anlaşmazsak sen iki tane çakarsın, ben bir tane
çakarım," dedim. O anda "Otur oturduğun yerde!" dedi. Ben
"Oturmuyorum, sen beni oturtamazsın. Meselen varsa burada çözelim,"
dedim. Ahmet Hakan'a sardı bunun üzerine. Ahmet'in üzerine
yürüdü.
- Ahmet Hakan'la neler oldu?
- Yazıyı Ahmet yazdı ya... Ben tuttum Haşmet'i biraz uzaklaştırdım.
Birbirlerine saydırdılar. O ona "G..t," diyor, öteki de ona "G..t,"
diyor. O kadar tuhaf bir durum yani. Ben o anda zıvanadan çıktım.
Komik komik, ona buna bağırdı. Sonra Haşmet gitti.
- Peki Ahmet Hakan ne yaptı?
- Ahmet Hakan gayet sakindi. O kadar grotesk ve komik bir durumdu
ki, dinlenecek bir şey de yok. Haşmet ona "G..t,"diyor, o da
Haşmet'e. Öyle saydırdılar birbirlerine, ben ayırmaya çalıştım.