HANDE ALTAYLI'NIN FAVORİ TÜRK YAZARLARI KİMLER?

MEDYATAVA- Batur İlhan'ın bu haftaki söyleşi konuğu Hande Altaylı. İşte Maraz adlı son romanı çıkan Hande Altaylı'nın favori yazarlar...

Google Haberlere Abone ol
HANDE ALTAYLI'NIN FAVORİ TÜRK YAZARLARI KİMLER?

HANDE ALTAYLI:


“MEDYA, NET BİR YANSIMADAN ÇOK OLAYLARIN GÖLGESİ GİBİ”


Batur Fatih İLHAN – MEDYATAVA



Romancı Hande Altaylı, gözlerinde yaramazlık yapmaya hazırlanan hınzır bir ifadeyle karşıma geçtiğinde, ona soracaklarımdan çok çok daha fazlasını anlatacağını sezdim birden. Edremit doğumlu, Galatasaray Lisesi sonrası Boğaziçi Üniversitesi -Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi mezunu pırıl pırıl bir Türk aydınınından çok daha fazlasıydı Hande Altaylı …



Ajanslarda reklam yazarlığı yapmasının yanında TV dizisi senaryoları ve şarkı sözleri de yazmış. Dokuz yaşında Zeynep adında bir kızı ve tek gözlü bir kedisi var. Kendini iflah olmaz bir hayalperest olarak görüyor ve tek gerçek yaşam hedefinin yazmak olduğunu anlatıyor. Gözlerini uzaklara yatırıp sonsuz bir sabırla en iyi romanını yazacağı günü bekliyor



Hande Altaylı üç yıl önce ilk romanı “Aşka Şeytan Karışır”ı(Okuyanus Yayınları) yayınladı ve kendisi bile ummazken çok satarlar arasındaki yerini aldı. Dile kolay matbaacılara eziyet: 20 baskı! Kitapevi raflarına şimdilerde konan yepyeni romanının adıysa “Maraz”(Remzi Kitap). Şimdilik beşinci bakısında.



Hande Hanım’ın son romanının basın bülteni ve kapak görseli yayınevince posta kutuma atıldığında ve gönderileri açıp okuduğumda aklıma ilk gelen; onunla, o başarılı bir kadın romancı olduğu için mi görüşmek isteğim yoksa aynı zamanda Türk medyasının tartışmasız en çok tanınan medya profillerinden Fatih Altaylı’nın eşi olduğu için mi röportaj yapmak istediğim –uzun- sorusu oldu.



Hande Altaylı’yı Fatih Altaylı’dan yalıttığımda -geride kalan değil de- bilakis öne çıkanın çok çarpıcı bir yazar olduğunu kendime şaşarak fark ettim. Çok şey bildiği varsayımında genç bir gazeteciyim ben. Hayatı yaşadıkları kadar okuduklarından öğrenen hem de.



“Maraz”ın sayfaları arasında üstü açık bir safari cipiyle yol alırken yazarın soyu maalesef tükenmeye yüz tutan otantik bahçesinde daha önce hiç mi hiç bilmediğim diyarlar ve mahluklarla tanıştım. Zaten ilk 20 sayfadan sonra yazarın dil tarifine düş ruhumu teslim edip ona(yazdıklarına) bıraktım kendimi. Ne mi anlatıyordu? Bunu buraya açıkça yazmak yayın sektörüne toptan büyük haksızlık olur. Tabii en çok da Hande Altaylı’ya. Bizim işimiz etrafında gezinmek…



Bari nasıl anlattığını tarif et diye kızarak sorduğunuzu varsayalım: Dünyanın büyük palavrasıyla dalgasını geçiyor yazar. Sık yapılanı yapıyor. Kadını ve erkeği aralarında yaşananlarla beraber anlatıyor. Farkı, işin içine, istinasız hepimizin içinde can simitsiz yüzdüğümüz sahtekarlık dalgalarını da, küfürü de can çekişmeyi de eklemesi. Ben oturduğumuz kafede son derece mütevazi, düş bahçeleri devasa ve çok sahici parlak bir yazarla görüştüm. Meleklerden dileğim onun bana anlattıklarını size hakkıyla aktarabilmek ve “Maraz”ın baskı sayılarını atması. Klişe belki ama ben kitapların hala en iyi arkadaşlar olduğuna inanıyorum…



Birazcık pizza reklamı gibi olacak ama size önerim bu yazıyı Sarah McLain’in “Angel” şarkısı eşliğinde okumanız. Hande Altaylı’dan sızan entelektüel keyfi çifte katlayın diye…


***


Neden yazıyorsunuz?


Kafam karışık, onun için yazıyorum.



Sizce genel olarak Türk medyası, toplumun bir aynası olabiliyor mu? Günümüz Türk medyasını değerlendirmenizi istesem, neler söylersiniz?


Elbette medya toplumun bir yansımasıdır ama ayna kadar net bir yansıma sağladığını düşünmüyorum, daha çok gölge gibi geliyor bana. Güneşin konumuna göre gölgeniz bazen gerçek siluetinizi yansıtır bazen de olduğunuzdan daha büyük ya da daha küçük algılarsınız kendinizi, daha uzun, daha kısa... Yine de şekil temelde aynıdır. Medya da böyle bazen küçümser bazen abartır olan biteni. Ardından, biz de okuduklarımızı kendi gölge oyunlarımızı katarak yorumlarız.



Siz oluşturulan gündemlerle genelde hemfikir misiniz?


Pek sık değil. Zaten ben öyle sıkı sıkıya takip etmiyorum gündemi, koptuğum zamanlar çok oluyor. Haberleşmenin fazlası huzurumu kaçırıyor galiba.



Türk medyasının edebiyata/kültür-sanata yaklaşımını nasıl? Sizce bu konuda yapılan doğrular ve yanlışlar neler?


Türk medyasının genel olarak kültür/sanata pek sıcak bir yaklaşımı olmadığı ortada. Kısıtlı sayıda basın organı bu konuları ciddiye alıyor, onun dışındakiler ayıp olmasın babından iki haber vererek işi geçiştiriyorlar. Tam bir kısır döngü var aslında, Türk insanı kültür sanata çok ilgi duymuyor, medya o yüzden yer ayırmıyor, medya yer ayırmadıkça insanların ilgi duyması iyiden iyiye imkansız hale geliyor. Edebiyat için de plastik sanatlar için de durum pek iç açıcı değil. Meraklısı için internete yüklenmekten başka çare yok.



Kırgın ya da kızgın olduğunuz – nefret ettiğiniz ya da çok sevdiğiniz basın mensubu var mı?


Yok canım, kırgın ya da kızgın olacak kadar temasım yok ki basın mensuplarıyla. Fatih’in bir kaç arkadaşı dışında kimseyi tanımam bile.



Siz Türk basınında kimleri izler ve okursunuz? Eve hangi gazeteler giriyor, evde hangi TV kanalları izleniyor? Bunlardan hangileri favoriniz?


Hemen hemen bütün gazeteler giriyor, genelde televizyonda HABERTÜRK açık oluyor ya da dizi kanalları. Öyle deli gibi televizyon seyredilmez bizim evde. Hatta benim televizyonla ilişkim o kadar sınırlı ki bazen hangi kumandanın neyi açtığını unutuyorum. Takip konusunda öyle sıkı bağımlılıklarım yoktur, o gün kimler ilgimi çektiyse onları okurum, kimi günler hiç kimseyi okumadığım da olur.



Eşiniz Fatih Altaylı’yla Türk medyası üzerine günlük sohbetler eder misiniz, neleri/kimleri konuşursunuz?


Çok enteresan ya da komik bir şey olmadıysa bu konular pek açılmaz. Daha mühim meseleler konuşuyoruz anlamında söylemiyorum bunu. Sadece Murat (Bardakçı) ne yapıyor diye sorarım Fatih’e sık sık, çünkü Murat’ın her zaman uğraştığı ilginç bir şeyler vardır. Fatih anlatır, ben de masal gibi dinlerim.



Bugün bulunduğunuz yerden memnun musunuz? Bu konumun oluşmasında medyanın payı nedir?


Nerede bulunduğumu bilmiyorum ki. Yani başka insanların algılamasındaki izdüşümüm hakkında bir fikrim yok. Kimsenin beni tanımadığına dair sarsılmaz bir inancım var ve bu çok rahatlatıcı.



Fatih Altaylı’nın eşi olmanın dayanılmaz ağırlığı size avantaj mı sağlıyor dezavantaj mı?


Ben üzerimde öyle bir ağırlık hissetmiyorum ki. Fatih Altaylı’nın karısı olmak bana bir misyon yüklemiyor. Şöhreti önemseyerek yaşamaya kalkarsanız çok sıkıcı bir hayatınız olur. Kitaplarım için soruyorsanız, kısa vadede geçici etkileri olabilir, uzun vadede ise ne avantaj ne dezavantajdır. Benim kimin karısı olduğum aslına bakarsanız okurun umurunda bile değil, medya mensuplarını daha çok ilgilendiren bir durum bu.



Yazma aşamasında Fatih Bey’e danıştığınız olur mu, aynı şekilde o size mesleki açıdan akıl sorar mı, karı-koca paslaşır mısınız yoksa sizin işiniz ona, onun işi de size tabu mudur?


Tabu diye bir şey yok ama birbirimizin işine pek karışmayız.



Son kitabınız “Maraz” nasıl bir emek sonucu ortaya çıktı?


Günde dört-beş saat çalışarak çıktı. Çünkü aslında “İlham” diye biri yok ve gelmiyor. Sadece “çalışmak” diye bir şey var. Aşka Şeytan Karışır’ı yazmak kolaydı çünkü kimsenin yazdığımdan haberi bile yoktu, kimse bir şey beklemiyordu. Ben Fatih’ten bile habersiz yazıp duruyordum ve nispeten daha rahat bir süreçti. Maraz’a başlamak sancılı oldu çünkü çok satmış bir kitabın baskısını hissediyordum, aylar boyunca oturup oturup kalktım bilgisayarın başından. Sırf kendim için yazdığıma emin olduğum güne kadar da tek satır yazmadım. Başladıktan sonra da kitap bitene kadar okuyucuyu hiç aklıma getirmedim.



Nasıl bir hazırlık/araştırma yaptınız, yazım süreci ne kadar zaman aldı?


Okudum ve yaşadım. Otururken, yemek yerken, markette dolanırken kitap hep kafamın içindedir, evirip çeviririm. Maraz’ı yazmak yaklaşık bir sene sürdü, tam ne zaman başladım bilmiyorum. Aşka Şeytan Karışır’ı sekiz ayda yazmıştım, onun başlangıç bitiş tarihlerini daha iyi biliyorum. Maraz’da durum daha karışık.



Önce “Şeytan” ardından “Maraz”…Ele aldığınız konularda ilişkilerin yıkıcı yönlerini öne taşımanız, bunun genelde ötelenmesi-görmezden gelinmesi yüzünden mi, neden arı kovanına çomak sokuyorsunuz?


Ben gerçekleri seviyorum ve gerçeklere bakmaktan hoşlanıyorum. Nietzche’nin çok sevdiğim bir sözü var “Umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır”. Gerçekler bizi gereksiz yere ümit beslemekten korur ve bu sayede zaman kazanırız. Yazdıklarımın bazılarına sert geldiğini biliyorum ama ben sert yazdığımı sanmıyorum, söylediğim gibi sadece gerçek...



Yazığınız iki romanın da esas kızı “Aslı”. Kurgu bir yana siz ne kadar “Aslı”sınız ya da tersi “Aslı” ne kadar siz?


Kesin bir şey söylemek zor, herkes gibi ben de kendimin tam olarak farkında değilim ve satır aralarına ne kadar karıştığımı tahmin edemiyorum. Yine de kendimi Maraz’ın Aslı’sına daha yakın hissediyorum. Çünkü aynı takıntılara sahibiz, beyaz masa örtülü restoranları sevmek, alçak sesle müzik dinleyememek gibi ortak yönlerimiz var.



Günümüz Türk romancılığını içerik açısından başarılı buluyor musunuz? Türk romanına yöneltilen, “Bazı romanlar aslında uzun öykü” eleştirisi haklı mı?


Ben edebiyat eleştirmeni değilim ve Türk romanına özel bir ilgim de yok. Romancıların milliyetiyle hiç ilgilenmem, Türk, Japon ya da Afgan olabilirler. Bu yüzden de Türk romanının geçmişi, geleceği gibi konularda sizinle paylaşacak çok kıymetli fikirlere sahip değilim. Elbette sevdiğim Türk yazarlar var ve yazdıklarına bayılıyorum. İhsan Oktay Anar ve Murat Uyurkulak’ı çok seviyorum ve gördüğüm kadarıyla ikisinin de içeriğe yönelik en ufak bir sıkıntıları yok. Bunun dışında Türk edebiyatının sorunları benim işim değil.



Siz hangi edebiyatçıları okursunuz, ustam dediğiniz bir piriniz var mı? Bu röportajı okuyanlara hangi edebiyatçının yapıtlarını salık verirsiniz?


Hayatınız boyunca bir sürü yazarla karşılaşırsınız ama bunların bazıları sizde çarpışma etkisi yaratır, yürüyüp gidemezsiniz. Bu isimler her okur için farklıdır ve illa çok büyük edebiyatçılar olmaları gerekmez. Jules Verne, Kosinski, Tolstoy, Nobakov, Sabahattin Ali, John Fowles, Colette, Borges, John Fante ve son olarak da Jose Saramago... Benim adamlarım bunlar. Dünyanın en iyi edebiyatçıları olup olmadıklarını bilmiyorum ama benim büyük yazarlarım bu isimler.



“Maraz” ne kadar sattı, romana nasıl tepkiler var?


Daha çıkalı çok kısa bir süre oldu ve on günde beş baskı yaptı, ne kadar satacağını görmek için daha beklememiz gerek ama çok satanlar listelerine tepelerden giriş yaptığını söyleyebilirim. Bu beni elbette mutlu ediyor, kitabınızın satması güzel bir şey.



“Maraz”ı korsan kitap tezgahlarında görseniz ne hissedersiniz, Türkiye’de neden yasadışı kitap basımı ve satışının önüne geçilemiyor?


Korsan yalnız Türkiye’de değil başka ülkelerde de büyük sorun. Maraz’ın henüz korsanını görmedim ama kesin çıkmıştır, Aşka Şeytan Karışır’ı görmüştüm ve çok üzülmüştüm, berbat bir baskısı vardı. Onca emekle hazırladığınız bir ürünün paçavraya çevrilmesi çok kötü. Üstelik ortada çalınan çok büyük miktarda bir para da var, hem de emeklerinin karşılığında çok para kazanamayan insanların parası. Gerçekten kitap seven birinin kütüphanesine asla öyle bir kitabı yerleştireceğini sanmıyorum.



Gelecek projeleriniz neler, tezgahta ne var?


Sadece yazmak istiyorum, benim hayattaki tek gerçek düşüm bu. Üçüncü kitap gelecek, sonra dördüncü, umarım hayatımın sonuna kadar bu isteği kaybetmem. Ölmeden bir de film senaryosu yazmayı çok isterim.



Son okuduğunuz roman, izlediğiniz sinema filmi ya da DVD, gittiğiniz tiyatro oyunu/konser neydi, yapıt hakkında ne düşündünüz?


En son “Seni Seviyorum, Mükemmelsin, Şimdi değiş” müzikalinin DVD’sini izledim, gülmekten yerlere yattım, çok eğlenceliydi. Son okuduğum kitapsa Jose Saramago’nun “Filin Yolculuğu”ydu. Daha dün gece bitirdim ve dünyada ne iyi yazarlar var diye düşündüm, moralim bozuldu.


Etiketler Hande Altaylı
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin