İşte bir yanda Robert Kolejli modern kabadayı Kenan Birkan, bir yanda Mapushane mezunu mafya babası Ramiz Dayı'nın kıyasıya rekabeti...
Yarin Ezel günü. Merakla beklenen dizinin ikinci sezonu başlıyor. Fakat işler iyice karışmış durumda. Kenan Birkan ortaya çıkıyor ve Ramiz Dayı’yla Ezel’in kâbusu olmaya hazırlanıyor. Geçmişlerinde büyük bir ihanet sonucu birbirlerine düşman olan Ramiz ve Kenan, dönüşü olmayan bir yola girmişler. Ama birbirlerini hâlâ seviyor, sayıyorlar da. Komplike bir ilişkileri var yani. Tuncel Kurtiz, Ramiz Dayı’nın sonuna kadar arkasında ve bu sezon Ezel’in bizi alıp götüreceğinden çok emin.
HALUK BİLGİNER
* Kenan Birkan, gücünü hiç kimsesinin olmamasından alacak.
Kaybedecek bir şeyi olmayan adamı korkutamazsınız.
* Ramiz, Kenan’a ne yaptıysa, o da aynısını Ramiz’e yapacak. Yavaş
yavaş... Bu kedi-fare oyunu hoşumuza gidecek.
TUNCEL KURTİZ
* Ramiz, Kenan'ı öldürmemiş, çok sevmiş, hâlâ seviyor. Ama
aralarında müthiş bir hikâye var. Çok ağır noktalara gitmiş artık
iş.
Tuncel Kurtiz: Ezeli düşmanı sahneye çıktı, Ramiz için zor günler geliyor
Tuncel Kurtiz’in gözünden Ramiz Dayı: “30 sene hapis yatmış ve
hapishanede ‘okumuş’, enteresan bir adam Ramiz. Adam öldürmüş,
bıçak kullanmış, ama artık kullanmak istemiyor. Kenan’ı da çok
sevmiş, öldürememiş, hâlâ da seviyor.”
- Tuncel Bey, bunca yılın sanatçısısınız. Yönetmenlik yaptınız,
senaryo yazdınız... Fakat Türkiye’de çoğunluk, sizi Tuncel Kurtiz
olarak değil de Ramiz Dayı olarak tanıyor.
- Bunu kabul etmek lazım, başka çare yok. Yani ‘Ben şunları
yaptım da, siz görmediniz de, bunu mu görüyorsunuz,’ demenin bir
anlamı yok. Televizyon bugün artık her şeyin yerini tutmuş durumda.
Ve evlere misafir gidiyorsun artık. Hiç unutmam bir gün Antakya’da,
eşimle beraber bir hastanenin koridorunda yürüyoruz. Eşim ‘Duydun
mu çocuğun söylediğini?’ dedi. ‘Duymadım,’ dedim. ‘Anne bizi
tanımadı,’ demiş. Hemen döndüm geriye, ‘Tanımaz olur muyum kızım,’
dedim, ‘Dün akşam beraberdik değil mi?’ Gülümsedi. ‘Evet, evet,’
dedi. Ben bugüne kadar pek öyle dizilerde oynamadım. Ama
oynadıklarımda da zevkle çalıştım. Bu dizide de zevkle
çalışıyorum.
Yeşilçam kuşağı, annelerimiz, anneannelerimiz bu diziyi
anlayamadıkları için izlemiyorlarmış. Ne diyorsunuz buna?
- Ben Yeşilçam hakkında konuşunca kızıyorlar. Yeşilçam’ın içinde olmayan insanlar var. Lütfi Akad, Osman Seden, Metin Erksan gibi isimler. Bu diziyi seyredemeyen anneler, babalar Kuyu’yu, Sevmek Zamanı’nı seyredebildiler mi acaba? Çılgın adamlar vardı ama dört-beş kişiydi. Gerisi Amerikan filmlerinin taklitleriydi. Şunu her zaman söylüyorum, ‘Sanat sineması diye bir şey yoktur, sinema sanatı vardır.’ Dizide de çok önemli işler yapılabilir. Mesela bizim senaristler Kerem’le (Deren) Pınar (Bulut) gerçekten çok güzel işler yapıyor.
- Ezel’in en büyük farkı son yıllarda yapılmış en yaratıcı dizi olması herhalde.
- Tabii. Benim de çok hoşuma gidiyor, izliyorum, bakalım ne
kadar başaracak bunu çocuklar, kolay değil yani her hafta 90
dakikayı çıkarmak. Bir de kadro çok iyi. Baktığın zaman Kenan
yeteneğiyle, gelişmesiyle müthiş. Cansu, inanılmaz bir noktada,
hayranlıkla izliyorum. Ali’yi oynayan Barış, Yiğit’i oynayan
Cengiz, Tefo’yu oynayan Sarp... Hepsi bomba gibi oyuncular. Şimdi
Haluk da geldi, müthiş bir oyuncu.
- Sizin gibi, Haluk Bilginer gibi yüzü dünyaya da bakan, gerçek
sanatçılar artık daha çok ekranda. Bu sizce toplumun seçiciliğinin
arttığını mı gösterir, sektörün başka bir yol izlediğini mi?
- Bir yerde iyi, kötüyü kovuyor sonunda. Buna inanıyorum. Umut
olmazsa ben yaşamam. Umudum daha güzel bir dünya. Savaşsız,
insanların özgür olduğu, kundura giyebildiği, çocuğunu okula
gönderebildiği, kitap okuyabildiği bir dünya. Ezel’de belirli bir
seviye var şu anda. Bunun seyirci tarafından beğenilmesinden de
büyük bir zevk alıyorum. Diyorum ki ‘Ne mutlu, demek ki daha güzel
işlere gidebileceğiz.’ Nâzım Hikmet diyor ki ‘Keşke yüz pencere
olsa da yüzünü de açsak.’ Ben de diyorum ki, ‘Keşke bin pencere
olsa binini de açsak.’ Neden halkımız Cahit Irgat’ı, Orhan Veli’yi,
Ece Ayhan’ı okumasın? Neden illa ki bir mutlu azınlık yaratılsın?
Bu mutlu azınlığı neden mutlu çoğunluk yapamıyoruz?
- Senaristlerle muhabbet ediyor musunuz?
- Ara sıra konuşuyoruz. Kerem bana kitaplar veriyor, ben ona bir
kitap verdim, ondan da hemen yararlandı mesela senaryoda. Güvercin
Gerdanlığı diye, Hasan Sabbah üzerine bir kitap.
Ramiz, Kenan Birkan’ı çok sevmiş
- Ramiz Dayı başta hep ‘iyi’ydi izleyici için. Sonra bir baktık ki Kenan Birkan’ın hayatını karartmış bu adam aslında.
- 30 sene hapis yatmış bir adam bu. Ama hapishane öyle bir
yerdir ki... Okuldur. Bu adam da hapishanede okumuş. Kenan ona
Sefiller’i vermiş. ‘Burada kendi hayatını göreceksin,’ dedi bana,’
diyor. Çünkü Kenan okumuş bir adam. Ama üçkâğıdın içine girmiş. Ben
hapishanede bulunmadım ama hapishanede yatan çok arkadaşım vardı.
Hasan Sabbah olsun, İbn Arabi olsun, Yunus Emre olsun, Hallacı
Mansur olsun... Bu zor bilgilere hapishanede ulaşmışlardır. Ramiz
Dayı da 30 sene hapishanede çok okumuş. Macbeth okumuş, Hamlet
okumuş, Hasan Sabbah okumuş, tasavvuf okumuş. Ama adam öldürmüş
herhalde. Bıçak kullanmış. Şimdi kullanmak istemiyor artık. Ama
Kenan’ı öldürmemiş, çok sevmiş, hâlâ seviyor. Kenan’ın da ona
saygısı var, hâlâ Ramiz Ağabey diyor. Ama aralarında müthiş bir
hikâye var, çok ağır noktalara gitmiş artık iş.
- Senarist Kerem Deren, ‘Birlikte yükselmenin yarattığı yozlaşma,’
demiş onların ilişkisi için...
- ‘Herkesi yendim,’ diyor. ‘Etrafımda yenecek kimse kalmadı, bir
baktım sen varsın,’ diyor. Bir de Kenan’ın aşkını almış
elinden.
- Ama mesele sadece aşk değil herhalde, egosantrik bir durum da var
ortada.
- Aşk için oluyor tabii. Ama aynı zamanda onun elinden almak
için de mi yapıyor bilmiyoruz. Hikâye geliştikçe göreceğiz.
- Peki sizce Ramiz’in melek tarafı mı şeytan tarafı mı ağır
basıyor?
- Kimse tam melek ya da tam şeytan değildir. Bazen öyle, bazen böyle olur. Ama çok usta bir adam artık. Hapishanedeki 30 seneyi yalnız okuyarak geçirmemiş, bileğinin kuvvetine de dayanmış.
Kenan olmasa Ezel ’de yer almazdım
- Haluk Bey’le yoğun sahneleriniz var herhalde...
- Güzel sahnelerimiz var. Çok zor sahneler, yani benim için kolay değil. Ama Haluk çok iyi bir oyuncu, karşılıklı çok zevkle oynayacağız herhalde. Ben hep korkarım bir işi yaparken, çok çalışmaktan yanayım. Tekstim olduğu halde kendim de yazarım.
- Haluk Bey’le tanışır mıyıdınız?
- Evet tanıyorduk birbirimizi. Onun tiyatrosunu izledim. Bir
filmde de bulunduk birlikte.
Uyum yakaladınız mı?
- Oyuncu onu bulur zaten. Anlaşamadığın insanlar olur tabii.
Mesela Kenan (İmirzalıoğlu) olmasaydı ben kolay kolay bu işe
girmezdim. Kompleksi yok, ego diye bir şey yok. Öyle biri olsa
rahatsız olurdum, zorlanırdım. Haluk da öyle tabii. Haluk’un
bulunduğu yer öyle kolay elde edilebilecek bir yer değil. O da
zevkle gelmiş bu işin içine.
Sokaklarda olmayı seven biriyim
- Fotoğraf çekiminde de gördük ki izleyici sizi pek rahat bırakmıyor.
- Ben sokakta yürümeyi seviyorum. Ne olursa olsun yürüyeceğim.
Sokağı bırakırsam ben biterim çünkü. Ben sokak çocuğuyum, vapura
bineceğim, bakkaldan alışverişimi yapacağım... Bunu yapamazsam
kaybederim kendimi.
- Ramiz Dayı Fun Club var. Facebook’ta bir grubunuz var, 23 bin
tane hayranınız üye. Hayatınız Dayı’dan sonra nasıl değişti?
- Sokakta tabii ki yoruluyorum. Şuradan iki adım yürüsem, en az 20- 30 kişi ‘Fotoğraf çekilelim,’ diye geliyor. Ama bundan şikâyetçi olmak da ayıp olur yani. Fakat paparazzilere kızıyorum. Bakkala giderken bile çekiyorlar. Bir gün de köyde, evimde otururken ne oldu biliyor musun? Visconti’nin en sevdiğim filmlerinden Leopar’ı izletiyorum 17 yaşındaki yeğenime. Benim üzerimde boxer var bir tane. Dışarıda bir demir kapı var. O demir kapıdan içeri giriliyor. Oradan avluya giriliyor, oradan benim oturduğum odaya giriliyor. Bir kadın, kapıyı açtı, ‘Dayı, sizi çok seviyoruz,’ dedi. ‘Siz kimsiniz?’ dedim. Artık bu kadar olmaz.
- Edremit’teki evinizden İstanbul’a geldiniz bu dizi için. Şimdi bir rezidansda kalıyorsunuz. Eşiniz de sizinle mi?
- Evet, burada. Yardım ediyor bana sağolsun. Güzel bir hayat
yaşıyoruz burada da. Nasıl olsa köyümüze döneceğiz.
Oynadığım karakter benim en yakınımdır
- Ramiz’in sevmediğiniz tarafları var mı?
- Ben bir adamı oynarken o adamla şöyle yakınlaşırım: O adamın
yarısı ben olur, yarısı o olur. Sonra babam benim en yakınımdır,
dayımı tanırım. Yani önce kendi çevremde o adamla nasıl
yakınlaşabilirim, ona bakarım. Ondan sonra kendimle de
hesaplaşabilirim. Kendim hakkımda da kimseye söyleyemediğim
sıkıntılı, yanlış taraflarım vardır. Ramiz’i öyle görüyorum.
Ramiz’le yakınlığım var artık.
‘Eleştiremem’ mi diyorsunuz?
- Eleştirirsem o zaman oynayamam zaten.
- Siz bayağı bir bütünleşmişsiniz anladığım kadarıyla...
- Gayet tabii. O kadar insan tanımışım, o kadar insanla yan yana
oturmuşum, kendimi de artık tanıyorum birazcık... Onların arasından
böyle bir adam çıktı işte. Bana diyorlar ki ‘Abi, kendin gibi
oynuyorsun.’ Yahu kendim gibi nasıl oynarım,
- İzleyici çok kaptırıyor kendini işte.
- Ama çok güzel şeyler de oluyor. Mesela biri dedi ki bana,
‘Ramiz Dayı ben Avusturya’dayım, seni izlemek için atv uydusu
aldım.’ ‘Niye seyrediyorsun beni ya? Ne var bende?’ dedim. ‘Abi
hani ekmeği alırsın da yemeğin salçasını şöyle bir sıyırırsın ya,
sen öyle oynuyorsun,’ dedi.
- Sizce Ramiz nereli?
- Belli değil. Ama ben bir şeyler kurdum kafama göre,
abartmadan. Bir tek ‘değil’ diyorum mesela. ‘Diil’ demiyorum. Ama
bunu istediğin yere çekebilirsin. Özdemir Asaf öz İstanbulluydu ama
‘değil’ derdi mesela. Ege ağzı da olabilir, doğu da olabilir. Bana
nereli olduğumu söyleyebilselerdi, hoşuma giderdi. Onun için
bilmeden, herhangi bir yerden olabilir diye kullanıyorum. Bir gün
ortaya çıkarsa eğer, o tarafa doğru dönüşümü yaparım.
Bizim de belalı arkadaşlarımız oldu
- Ramiz gibi biriyle arkadaş olur muyudunuz?
- İstanbul gece hayatının belalı adamlarıyla arkadaşlık ettim
gençliğimde, Yılmaz’la (Güney) beraber.
- Akıllı adamlardı herhalde.
- Harika adamlardır bir tarafıyla. Bir tarafıyla tahammül
edilmez insanlardır.
- Mesafeyi korumak da zordur herhalde...
- Zordur. Onunla arkadaşlık yaptığın zaman bir zaman sonra, ‘E
artık bu kadar yeter, biz senin için bunları yaptık, sen de bize
bir kıyak yap artık,’ deyiverir yani. Onun için ne kadar yakın
olunur, ne kadar uzak olunur, nasıl mesafe korunur... O kolay bir
şey değildir.
- Nitekim şimdi Ezel‘in yaşadığı da öyle bir şey zaten? Çünkü
‘Acaba beni kullanıyor mu?’ diye de düşünüyor.
- Ben kullandığına inanmıyorum. Seviyor da onu. O ezilmiş adama
yardım etmek istedi Ramiz. Müebbet yemiş birini nasıl kullanacak
zaten. Nereden bilecek ki Ulucanlar’da büyük bir katliam olacak da
bunun yüzü parçalanacak, o da onu oradan çıkaracak... Böyle bir şey
planlanamaz. Yani bence böyle bir niyeti yoktu. Ama o fırsatı bulup
onu kurtardıktan sonra baştan bir adam yarattı ve bir noktada ondan
yararlanmak da istedi. Dediğim gibi, ‘Ben sana bir kıyak yaptım,
sen de bana yap,’ demiştir, diyecektir hepsi.
- Kendini kaptırmak da kolaydır herhalde o dünyaya...
- Kolaydır. Altına bir Maserati verirlerse, sen de alırsan, yanarsın.
Yeni sezon!
* Kenan Birkan’ın gücü, Ezel’i kendi tarafına çekmeye yetecek
mi? Kenan bir yolunu bulabilir. Öyle bir şey ki, Ezel Ramiz’i terk
etsin...
* Kenan, Ramiz’e bir gün şöyle bir cümle kuracak: “Bana Ezel’i ver,
peşini bırakayım.” Peki Ramiz o zaman ne yapacak?
* Kenan’ın Ezel’le baş etmek için bulduğu çözüm, her şeyi alt üst
edecek. Ama Ezel’in de bir karşı hamlesi var. Ve bu hamle Kenan’ın
canını çok yakacak.
* Zaman tüm yaraları sarabilir mi? Kenan ve Eyşan. Kenan Birkan’ın
tekrar âşık olması mümkün mü?
* Kenan, bir noktada Azad’ı öldürmekten vazgeçebilir. Ama
karşılığında ne isteyecek?
Haluk Bilginer: Kenan Birkan lisan bilen, iyi eğitimli, zeki bir adam
Haluk Bilginer Ezel ’deki karakteri Kenan Birkan’ı çok sevmiş ve
onu şöyle anlatıyor: “Kenan iyi bir aileden geliyor. Büyük
ihtimalle Robert Kolej’de okumuş, yurtdışında eğitim görmüş. O,
sıradan bir ‘kötü’ değil”
- Dizinin başarısını neye bağlıyorsunuz?
- Böyle bir görüntü yönetmeni, böyle bir yönetmen olmasa, oyuncular rollerine böyle cuk oturmasa ve tabii böyle bir senaryo olmasa çekilemez. Çok başka bir matematiği var dizinin. Satranç oyunu gibi işliyor. Dikkat ederseniz, geçen sezonun son bölümünde ‘altı ay sonra’ yazdı. Biz altı ay sonra ne olacağını biliyoruz yani aslında. Senaristler kafasında kurgulamış onu. Şaşırtmaktan hiç geri kalmıyorlar. O flashback’ler de başka bir zevk katıyor işe. Ve bu, sıradan değil akıllıca döşenmiş bir intikam hikâyesi.
- Üstelik duyguları, karakterlerin insani yönlerini de atlamadan...
- Tabii. Mesela benim Kenan Birkan’ı sevme nedenlerimin başında
gelir, onun derinlikli bir karakter olması. Sıradan bir kötü adam
değil o. Kimse öyle değil ki hayatta. Biz sadece iyi-kötü,
siyah-beyaz diye bakarsak insanlara, hiçbir şey anlama ihtimalimiz
yok. ‘Bu iyidir, bu kötüdür,’ der, kapatırız defteri. Öyle değil
ki. Kötü niye kötü? Onu da anlamak lazım. Mesela Kenan Birkan kötü
mü? Niye kötü? Ramiz iyi mi? Niye iyi? Ramiz ne yapmış Kenan’a?
Kendi ağzıyla anlatıyor.
- ‘Kim melek, kim şeytan?’ sorusunu sık sık sorduruyor zaten
dizi...
- Çünkü biliyorsunuz ki Ramiz, Cengiz’in Ömer’e yaptığının
aynısını Kenan’a yapmış. Yani Ezel’le Kenan Birkan’ın hikâyesi son
derece paralel. ‘Beni öldür,’ demiş Kenan, Ramiz’e. Öldürmemiş.
Şimdi bunun faturasını ödüyor.
- Tamam empati kuruyoruz, ama haklı tarafları olsa da Kenan Birkan
cani bir adam.
- Canilik görece bir şey bence. Kim kime canilik yapmış, canilik
nerede başlar, nerede biter...
- Birine kin güderken başkalarına zarar vermek canilik mesela
bence...
- Peki ama Ramiz ne yapmış? Kardeşini öldürmüş, elinden
sevgilisini almış. Kenan’ı öldürmekten beter etmiş. ‘Öldür beni,’
demiş, öldürmemiş. Daha büyük zulüm. Acı çekmesi için yaşatıyor.
Herhalde zaman zaman ölümü bir çözüm olarak düşünmüştür insanlar,
çok acı çektiklerinde.
- Ama bence daha çok kıyamadığı için öldürmüyor. Kenan’ı hâlâ
sevdiğini de düşünüyorum. Tuncel Bey de ‘Kenan da ona hâlâ saygı
duyuyor, ağabey diyor,’ dedi.
- Kesinlikle. Güzelliği de orada değil mi? Direkt çok büyük bir
nefret olsa, ben kendim gider ya da bir adamımı gönderir Ramiz’i
öldürürdüm, biterdi iş. O kadar basit değil. Zaten Kenan Birkan
‘oh’ demez o şekilde. Ona ne yapıldıysa aynısını o da yavaş yavaş
ona yapacak. Yavaş yavaş yoksun bırakacak her şeyden. Bu da o
yüzden bizim ilgimizi çekecek, seyredeceğiz. Bu akıl oyunları, bu
kedi-fare oyunu hoşumuza gidecek...
- Anladığım kadarıyla siz Kenan Birkan’ın sonuna kadar
arkasındasınız.
- Yok, ben kimsenin arkasında değilim, ben rolümün
arkasındayım.
Ramiz’i kitapla Kenan tanıştırmış
- Kenan Birkan neden mafyaya bulaşıyor?
- Meraktan. Çünkü Kenan Birkan’ın geldiği aile aslında iyi bir aile. Paralı bir aile. Oğullarını iyi yetiştirmişler. İlk kitabı Ramiz’e veren Kenan hatta. Fakat Kenan ailenin kara koyunu gibi. Biraz fırlama, biraz hayta, sokaklarda ne olup ne bitiyor, merakı var. Ramiz’le buluşması da ondan oluyor. Zeki bir çocuk, merak ediyor her şeyi. Bu dünyaya sürüklenmiş. En dipten başlayarak çok yükselmiş. Zaten ‘Her şeyin sahibi’ diye geçiyor.
- Sizin de hoşunuza gitti mi böyle birini oynamak?
- Gitmez mi, böyle bir güç kimin hoşuna gitmez.
- Peki hiç düşündünüz mü nereli, annesi babası kimdir, eğitimi
nedir?..
- Kenan büyük bir ihtimalle Robert Kolej’de filan okumuştur. Çok
iyi İngilizce biliyor. İyi eğitilmiş. Büyük bir ihtimalle
yurtdışında da eğitim görmüş. Uluslararası işler de yapıyor. Yine
büyük ihtimalle İstanbul doğumludur.
- Çok yakışıklı ve cazibeli de bir adam.
- Kötülüğün, aslında bizim farkında olmadığımız bir cazibesi de
var. Büyük bir merak unsuru çünkü. Fakat Kenan sonunda yalnız bir
adam. Yalnız kalmış. 30 yıl boyunca çok acı çekmiş.
- Aşk bitmiş herhalde onun için...
- Adamın içi boşalmış.
- Hâlâ âşık olabilir mi Selma’ya?
- Ondan emin değiliz. Ben de bilmiyorum. Ama galiba değil. Başka bir şey olmuş artık o, başka bir şeye dönüşmüş. Selma’ya hâlâ âşık olması çok da işimize gelen bir şey olmaz diye düşünüyorum.
- Zayıflatır karakteri yani.
- Karakter, gücünü hiç kimsesinin olmamasından alacak bence. Birilerine sahip olan birini incitmek çok kolaydır. Korkuları artar. Ama kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adamı korkutamazsınız.
- Tuncel Bey de Ramiz’in arkasında bu arada.
- Olmak zorunda. Başka türlü rolü oynayamazsınız zaten. Hitler’i
oynuyorsanız bile haklı bulmak zorundasınız. Ben Kenan Birkan’ı
haklı görmeliyim ki yaptığı işler seyirciyi ikna etsin. Yoksa biz
özel hayatımızda bu kadar vahşeti, cinayeti rüyamızda görsek hayra
yormayız. Ama işte oyunculuğun böyle şeyleri var, gizli
bahçelerinizden bir şeyler bulmak zorundasınız.
Kenan, Ezel’e sempati duyabilir
- Ezel’le Kenan ilişkisi için ne söylersiniz?
- Çok ilginç işte, Ezel’le Kenan’ın geçmişi aynı aslında. Ezel
acaba bununla bir paralellik kuracak mı, yoksa arada Ramiz var diye
ona düşman olmaya devam mı edecek? Kenan onunla kesin empati
kuruyor, biliyor çünkü başına neler geldiğini.
- Peki sempati duyuyor mu Ezel’e?
- Bilmiyorum, bence duyacaktır. Geçmişleri aynı. Birbirlerine
düşman değiller, Kenan bunun farkında. Ama Kenan teflondur, her
şeyi yapar, ona bir şey yapışmaz. Bilemeyiz yani. Kanun dışı bir
şey yapmaya kalkarsa da Kenan Birkan kanun değiştirir. Dolayısıyla
kanun dışı olmaz yaptığı şey.
Ramiz biterse Kenan da biter...
- Ramiz’e karşı hiç zaafı yok mu Kenan Birkan’ın?
- Olmaz mı? Saygısı, sevgisi var. Şimdi göreceksiniz, Ramiz’le
karşılaşırken önce bir doğrulmadan merhaba diyemiyor Ramiz’e. Yani
öyle aşağılayamaz onu. Ramiz de hâlâ Kenan’ı sever. Ama çok büyük
ihanetler yaşanmış. İşte bütün bunlar çok ilginç kılıyor hikâyeyi.
Bizim için de iyi, sizin için de iyi bu.
- Bir taraftan da Ramiz’i yok edince hayatta ne amacı kalacak?
- Hiçbir şey. Ramiz biterse o da bitti.
- Peki böyle zaaflarını da görebilecek miyiz hiç?
- Bence olacak. Bence görmeliyiz de. O daha da ilginç kılacak
durumu. Öbür türlü çok düz olur. Duygusal bir tarafı da olması
lazım, adam o çelişkiyi yaşasın ki biz de görelim. Biz de adamı
anlamaya çalışalım. Burada asıl anahtar kelime galiba anlamaya
çalışmak. Biz bir şeyi ortaya koymalıyız ve seyirci bir şeyi
anlamalı. İnsan nasıl bir yaratıktır? Hangi durumlarda nasıl
davranır? Birinin neresini kurcalarsan oradan bir şey fışkırır?
Bütün bunlar insanı anlamak için çok iyi bir araç diye
düşünüyorum.
- Tuncel Bey’le oynamak nasıl?
- Muhteşem. O da tiyatrocu tabii, şimdi biraz ‘Yoruldum, artık
tiyatro yapmayacağım,’ diyor ama bilmiyorum, ben yarın öbür gün
Tuncel Ağabey’i ikna edebilirim. Çünkü o delikanlı Tuncel Kurtiz,
hiç yorulmaz. Yaş alır sadece, hiç yaşlanmaz. Tiyatro bizim
gerçekten kendimizi bulduğumuz yer. Tiyatro olmasa ben sıyırırdım
diye düşünüyorum.
Aşkın, diziye başlamama sevindi
- Yeşilçam kuşağı anlayamadığı için izleyemiyormuş diziyi.
- Biraz sabretmeleri lazım. Bu biraz ezber bozmak. Biz
ezberimizin bozulmasından çok korkuyoruz. Çünkü her şeyin
ezberletilmiş olduğu bir milletiz biz, sorgulamıyoruz. Şimdi böyle
farklı bir şey hazır oturma odana gelmiş, aç televizyonu bir bak.
Anlaşılmayacak bir şey yok. Kimse aptal değil.
- Gençliğinizi oynayacak olan Cahit Gök’le Ramiz’in gençliğini
oynayacak olan Ufuk Bayraktar’ı nasıl buldunuz?
- Enteresan bir şey var orada. Ufuk Bayraktar, Kader filminde
benim gençliğimi oynamıştı. Şimdi burada Tuncel Ağabey’in
gençliğini oynuyor. Ve bizim dizide dört tane Bayraktar soyadlı
insan var, hiçbirinin birbiriyle ilgisi yok. Uluç Bayraktar
yönetmenimiz, Kader Bayraktar asistanımız, Ufuk Bayraktar şimdi
girdi, bir de Ezel Bayraktar var. (Gülüyor)
- Yakın çevrenizden izleyenler ne dedi diziye girmenize?
- Geçen seneden bilip sevdikleri bir diziye girmem onları daha
bir sevindirdi tabii.
- Eşiniz izliyor muydu diziyi?
- Büyük ihtimalle izliyor, karakterleri biliyordu çünkü.
- Sizin başlamanıza ne dedi?
- Çok sevindi. Bir bölümü beraber izledik. Baktım, o da hiç
kıpırdamadan izledi. Çekiyor insanı yani.
Ekip olarak ikiye bölünerek çekim yapıyoruz
- Geçen sene izliyor muydunuz Ezel‘i?
- Aslında bana bu teklif yapıldıktan sonra ev ödevimi yapmaya
başladım. Türk televizyonlarında belki de daha önce görmediğimiz
bir tarz. Senaryosu öyle, ayrıca çok titizlikle çekiliyor. Bu kadar
kısa zamanda bu kadar kaliteli çekebilmek bayağı bir yetenek
istiyor. O yetenekleri bir araya toplamak gerekiyor. Ama ekibe
dahil olunca gördüm ki hiç de sürpriz değilmiş bunlar. Muhteşem bir
ekip gerçekten. Mesela biz yönetmenimiz Uluç’la bir yerde bir şey
çekerken diğer yönetmenimiz Cem başka bir yerde başka bir sahne
çekiyor.
- Nasıl dahil oldunuz diziye? Şener Şen’i hatta Al Pacino’yu
bekleyenler vardı.
- Ben Şener Ağabey’in lafını duydum, fakat anlayamadım. Çünkü
Kenan’ın Ramiz’den çok daha küçük olması lazım. Sonra Ekrem Çatay
geldi, biz her yıl bir buluşuruz kendisiyle zaten. Ama ben 10
yıldır drama yapmadığım için hep özür dilerim. Benim tiyatrom var,
maalesef beş gün dizi çekemem. Fakat böyle bir işle gelince ve
Ekrem Bey de ‘Biz pazartesi-salı yaparız çekimleri, senin
oyunlarına engel olmadan,’ deyince, ben de ‘Harika,’ dedim.
Melis D. Çalapkulu / www.sabah.com.tr