HAKKI DEVRİM / RADİKAL
Biz TV seyircileri sinemayı unutmaya mı başladık?
Yazar yaşlı ve gevezeyse, mutlaka kendine özgü özdeyişleri de
olur. Tarife uyduğum için örneği kendimden vereyim:
-Büyükannesiz evden, meselâ romancı çıkmaz!
Bu düşüncemin kaynağında, kocasını savaşta kaybetmiş, tek çocuğunu
küçük erkek kardeşinin, yani babamın evinde büyütmüş Üftade halam
var benim. Bizim evin asıl yaşlısı olan babaanneme rağmen, (Çünkü
onun sevgilisi evin bir diğer çocuğuydu) benim asıl büyükannem
halamdı.
Öyle güzel hatırası ve o kadar çok izi var ki bende, onu anamla
babamla bir hizada tutarım.
Allah’ın kim olduğunu, nerede yaşadığını, niye bize hiç
görünmediğini beş yaşımdayken ona sormuştum. Daha sonra her yerde
hâzır ve nâzır’ın («her yerde bulunan ve her şeyi gören») anlamını
da o anlattı bana.
Haydi bir adım daha atayım. Gizli kalması gereken şeylerin hiç
konuşulmadığı bir evdi bizimki. Ortaokula yeni başlamıştım.
-Benim pipimde yanma–kaşınma gibi bir şey oluyor, neden acaba,
sualini de halama sordum.
-Bu yaşlarda olur, merak edecek bir şey değil, dedi.
Bir hamamtasına ılık su doldurdu, sabun tozu atıp köpürttü:
-Bunun içinde biraz dursun, sonra kurulanırsın. Birkaç kere
tekrarla, dedi.
Tavrında beni utandıracak bir tedirginlik, bir yadırgama yoktu.
Ailenin bütün çocuklarının da ebesiydi zâten halam. Bir tür aile
hekimi gibi bilgili, maharetli... Evde bir rahatsızlığı olanın
başvuracağı ilk adresti.
(Sözünü ettiğim mahal ile ziyade ilgili yazarlar vardır. Bu masum
vesileyi de kullanmaya kalkmazlar inşallah!)
Kadınlar hamamına da halamla gittim. Aklıma ne sual geldiyse
çocukluğumda, cevabını halamdan almışımdır. İstanbul Türkçe’sinin
en hâlisini de ondan dinlediğim gibi. Zeynep’in dünyaya gelişinin
hastanedeki iki yakın şahidinden biri (Gülseren Hanım’ın tıp hocası
olan babası ile içeri giren) halamdı. Beni olduğu gibi kızımı da
ilkin o kundakladı.
Eski İstanbul’un bütün mesirelerini sayesinde tanıdım. Birlikte
gitmediğimiz sinema kalmamıştır.
Büyükannesiz ev derken halamın bulunmadığı bir evde büyümüş olma
ihtimalini düşünerek ürperirim. Yalnız o da değil. Halamın, ailenin
öğretmen olan kızlarıyla taşra şehirlerine gittiği yıllar boyunca
da babaannem Şehime Hanım’la aynı odada yattım ben. O bir yerlere
gittiğinde uykum kaçardı.
Çınar Ağacı’nın anânesi bana hiç tanıdık gelmedi
Çınar Ağacı filmini görelim teklifini (teklif kardeşim Işıl’dan
gelmişti) hiç tereddütsüz kabul ettim. Dört çocuklu yaşlı bir
kadının torunuyla ilişkileriymiş filmin ana konusu. Gittik.
Tanıyıp sevdiklerim yanında ilk defa seyrettiğim oyuncular da vardı
filmde. Bu sonunculardan biri de Barış adlı torunu oynayan Deniz
Deha Lostar’dı; 6 yaşındaymış. Çok başarılıydı demek yetmez,
insanda onu bir yerde bulup sımsıkı sarılmak, yanaklarından öpmek
arzusu uyandıracak kadar güzel, sevimli (hatta yakışıklı da)
diyebilirim. O yaşta çocuğun yakışıklısı mı olur, demeyin;
görürseniz bana hak vereceksiniz.
Barış’ın «anânesi» Adviye Hanım rolündeki tiyatro oyuncusu Celile
Toyon da çok iyiydi. Başarılıydı diyemeyeceğim, çünkü büyükanne
portresinin tutarsızlığından belli ki o da tedirgindi.
Senaryonun yazarı ve filmin yönetmeni, Handan İpekçi hakkında fikir
sahibi değildim. Herhalde büyükanneli bir evin çocuğu değil. Olsa,
kendi kızlarının mutfağında pişen yemeğe gizlice, yiyeni ishal
edecek ilaç attırmazdı bir büyükanneye. Torun torba sahibi, emekli
öğretmen bir hanımefendi portresini, gündelikçi terzilere yaraşır
muzipliklerle donatmaya kalkmazdı.
Celile Hanım gibi, Nurgül Yeşilçay, Jülide Kural, Suzan Aksoy, Ebru
Özkan’ın, Hüseyin Avni Danyal, Erol Keskin, Nejat İşler, Ragıp
Savaş ve Settar Tanrıöğen gibi oyuncuların bu filmde hiç de hak
etmedikleri bir duruma düşürüldükleri kanaatindeyim.
Celile Toyon’u saygıyla selamlamak ve Deniz Lostar’ın yanaklarından
öpmekle yetinmek istiyorum. Yazar ve yönetmen Handan İpekçi hanım
hak ettiği cevabı seyirciden alacaktır, diye düşünerek üzgünüm.
*
Bu filme dair gazetelerde rastladığım yorumları da okuduktan sonra
onu düşündüm. Günümüzün sinemacıları ile seyircileri, televizyon
dizileri yüzünden seviye kaybına mı uğramaktalar acaba, ne
dersiniz?
Bu vesileyle size bir diyeceğim de şu:
-«Seyrederken gözyaşlarınızı zaptedemeyeceksiniz» diye methedilen
filmlere gitmeye hiç kalkmayın!