HAFTALIK´IN ÇILDIRTANLAR LİSTESİ: NAZLI ILACAK, ECE TEMELKURAN VE MELİKE İLGÜN

Haftalık Dergisi geçen hafta başlattığı bizi çıldırtan kadınlar dizisinde bu hafta üç yeni isme yer verdi: Tercüman´dan Nazlı Ilıcak, Milliyet´ten Ece Temelkuran ve Show TV´Den Melike İlgün..

Google Haberlere Abone ol
HAFTALIK´IN ÇILDIRTANLAR LİSTESİ: NAZLI ILACAK, ECE TEMELKURAN VE MELİKE İLGÜN

Bizi Çıldırtan Kadınlar II


Nazlı Ilıcak'ın konuşmalarının izleyende hiç samimiyet duygusu uyandırmayışı, hırçınlığı... Melike İlgün'ün "pat" diye hayatımıza girip hiç de "yeterli" bulunmadığı halde gece haberleri sunuşu... Ece Temelkuran'ın "her şeyi bilirim" halleri... Bizi çileden çıkarıyor!


Yaman bir kadın... Kim bunun aksini iddia edebilir ki?.. Yazdıkları nedeniyle sık sık mahkemelere düşen, hapislerde yatan, sert yazılarıyla askerlerin tepkisini üzerine çeken bir çetin ceviz Nazlı Ilıcak...


Ama sadece "çetin ceviz" değil o... "Kibirli" ve "saldırgan" da onun için kullanılan tanımlardan... Halbuki Notre Dame De Sion Fransız Kız Lisesi'nde, Lausanne Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi'nde gayet iyi eğitim görmüş, daha otuzuna varmadan köşe yazarlığına başlayan başarılı bir kadın. Ülkesinin yönetiminde etkin rol alma çabasına hiç ara vermemiş, güçlü bir figür.


Fazilet Partisi'ne girmesinden çok uzun yıllar önce başlamıştı politikayla içli dışlılığı. Öylesine bitmek bilmeyen bir mücadele gücü ve öylesine bariz bir acımasızlığı var ki, insan onun "patron karısı" olarak değil de dişiyle tırnağıyla ve büyük badirelerden sonra bulunduğu yere geldiğini zannedebilir.


Ne ararsan onda var: çifte standart, yağcılık, hakaret...


Belki de onun bütün bu yıllar boyunca hep gündemde olmasının, "her dönemin adamı" olmasının ardındaki gerçek, onun "icabında bambaşka biri olabilmesidir". Kim bilir?


Nazlı Ilıcak'ın 12 Eylül'den sonra Tercüman'da yazdığı yazılarla askerlerin tepkisini çekip Milli Güvenlik Konseyi'nin 52 sayılı bildirisine aykırı davranmaktan hapis cezasına çarptırılması, Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı nedeniyle "yayın yoluyla askere hakaret" suçundan hakkında dava açılması filan onun askerlere karşı yaklaşımını özetlemeye yetmez. Onun bir de bambaşka ortamlarda generallerle arasında geçen ve halk arasında "yağcılık" diye tabir edilen "övgü dolu, alttan alan" konuşmalarının tanıkları var çünkü... Tam da bu noktada Nazlı Ilıcak'ın samimiyetsizliği konusuna geliyoruz. Zira Altemur Kılıç, Nazlı Ilıcak'ın babası Muammer Çavuşoğlu'nun Demokrat Parti bakanı olduğu için Yassıada'da hapis yatmış olmasından ötürü Türk ordusunu hiç affedemediğini yazıyor bir makalesinde...



Çifte standartlı oluşu, Nazlı Ilıcak'ın bizi çileden çıkaran kadınlar arasında yer alışının bir başka sebebi. Hatta bu konuda eşi Emin Şirin'le tartıştığı bir televizyon programının tarihi pek yeni... Nazlı Ilıcak, TV8'de Emin Pazarcı'nın programına katılmış ve Başbakanlık tezkeresini tartışırken, "Tezkereye hayır oyu vermenin başbakan ve hükümete güvenmeme anlamına geleceğini", hem iktidar milletvekili olup hem de tezkereye hayır demenin "etik" olmadığını açıklamıştı.



Eşi Emin Şirin ise bunca yıl lider sultası altında ezilmiş partililerin sesi olup durumu netleştirmişti bu tartışmada: "Nazlı Hanım'ın demokrasi anlayışı, sadece seçime dayalı biraz eksimiş bir demokrasi anlayışı. Nazlı Hanım'ın fikirlerine iştirak edecek olsaydık, hür yapılan seçimlerin sonunda otokratik diktatörler seçerdik."



Altan Öymen'i bile çileden çıkardı!



Nazlı Ilıcak tabii ki sadece eşiyle değil televizyon ekranlarında saldırgan bir ses tonu ve "itici" diye nitelenen mimikleriyle her katıldığı programın kavgacı üyesi... Onca sakinliğiyle tanınan Altan Öymen'i dahi çileden çıkaran o değil mi? Üstelik en sakin tonda konuşmalar sırasında bile her an patlayıverecekmiş gibi bir duruş, karşısındakini germek için ise katiyen dinlemiyormuş gibi bir ifadeyle... Ama sanılmasın ki bu onun ekranlardaki yüzü... Bir güzel sahil kasabasında yapılan yemekli toplantıda da kâh çalınan müzikleri beğenmeyerek, kâh bir barış şiiri okunmasını kendine yediremeyip masadaki belediye başkanına "sen de çık Mehmet Akif'ten bir şiir oku" deyivermesiyleyle bulunduğu ortamda huzur bırakmayan bir karakter o...



Kamuya mâl olmuş insanlar hakkında iyi-kötü yazı yazılması doğal tabii... Ama Nazlı Ilıcak'sa söz konusu olan, o zaman yayınevine gidip "nasıl yazılır benim hakkımda böyle bir yazı" diye hesap sorulması da vaka-i adiyeden!..



Rüyasını "kazanan" kadın



Gene de kabul etmek gerek, Nazlı Ilıcak'ın "kamuya mal oluş" hikâyesi uzun ve güçlüklerle dolu bir yoldu. Bir de aniden hayatımızın ortasına düşüverenler var. Tabii bu gibi durumlarda genellikle iki kriter aranıyor söz konusu şahıslarda: Yetenek ve/veya estetik olarak göze hoş görünme... Oysa Melike İlgün'ün adını taşıyan gece haberleriyle hayatımıza girişi konusundaki yorumlar "itici" olduğu tespitiyle başlayıp diğer iki kriterin de onun için geçerli olmadığı noktasında toparlanıyor.



Aslında "bu meslek"in çocukluk rüyası olduğuna ve kendisiyle "habercilik üzerine" yapılan bir röportajdan gazeteciliğe Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken Hukukçu Dergisi'nde başladığını öğrendiğimize göre, yadırganacak bir şey olmadığı fikrine kapılabiliriz. Ama bu rüya meselesiyle ilgili ettiği cümlenin finali şaşırtıcı: "Çabaladım, direndim ve kazandım." Kazanmak?.. "Başarmak" anlaşılabilir bir fiil olurdu bu cümlenin sonunda ama kazanmak? Meslek hayatına dair kullandığı fiil "savaşa dair" olduğuna göre hiç çekinmeden onun "hırsından" söz edebiliriz. Bu kötü bir şey de değil tabii... Ama esas mesele onun "kifayetsiz muhteris" diye nitelenmesine yol açan hallerinde... "Hırsını saklayacak bir maske takacak kadar dahi yeteneği yok" cümlesi bir başka yorum. "Biz insanlara günü yakalayacakları bir son haber vermekle birlikte aslında onları gelecek güne de hazırlıyoruz" diyor ama o günün gazetelerinde çarşaf çarşaf ele alınmış bir haber Melike İlgün'ün son haberinde "geniş geniş" verilince, insan "gelecek güne" değil, "düne" hazırlanmış (!) oluyor.



Haberin "güzele sonla biteni..."



Diyelim Melike İlgün o gün sadece haber sunmuyor, konuk da çağırdı; bu sefer sorduğu "klasik" sorularla iç bayıyor. Cüneyt Arkın ve figüranlarla kim bilir kaçıncı defa kavga sahnelerine dair bir söyleşinin, -sorular da bildikse eğer- ne cazibesi olabilir ki izleyici için? Hadi farklı sorular soramıyor, diyelim su şişeleriyle müzik yapan bir grubu ağırlarken bir müzik otoritesi edasıyla "çok güzel, harika" diye övmesine ne demeli? Zira müziğe yatkın olup da onu izleyenlerin "hiçbir şeyden anlamıyor, dünyadan haber yok" yorumlarına yol açıyor böylece...



Halbuki o zannediyor ki, "haberi yaşıyor" ve diğer gece haberleriyle arasında böylece bir fark yaratıyor. "Anlatımlarımız bu nedenle gerçekçi" diyor Melike İlgün ama ne yüzünde ne de sesinde gerçeklikten eser yok! "Biz kimsenin önem vermediği kültür ve sanat haberlerinde, insan öykülerinin canlı sunumunda çok iddialıyız. Kuru, yapay, olduğundan farklı görünen bir program değil bizimkisi." Yani vücut dilinden yüz ifadesine, kullandığı sesten stüdyo boyunca yaptığı yürüyüşe "yapaylığının" farkında da değil Melike İlgün... "En çok sıcak haber yapmayı, haberin içine girip kendini unutmayı" sevdiğini söylüyor ama hayatı algılayışının da tıpkı kendisi gibi gerçeklik dışı olduğunu haberlerden bir film yorumundan söz eder gibi söz ederek açık ediyor: "Hele haber güzel bir sonla bitiyorsa... O zaman çok keyif alıyorsunuz."



Ben Ece, köşe yazarı Ece



Melike İlgün, "Evrenselliği hedefliyorum", "gelişime katkım olsun istiyorum" gibi kocaman cümlelerini sarfederken ne derece samimi bilinmez ama biliyoruz ki samimiyetsizlik ve iddialı olmak ona has özellikler değil! Bir de mesela, genç, zeki ve yetenekli olmakla birlikte "samimiyetsizlik" ve "iddialılıkta" onu fersah fersah geçecek Ece Temelkuran var: Köşe yazarı Ece Temelkuran. Onu bu şekilde takdim ediyoruz, çünkü o kendini takdim ederken adıyla yetinmiyor: 20'li yaşlarının sonunda Bedii Faiklerin, Falih Rıfkı Atayların, Çetin Altanların, Necip Fazıl Kısaküreklerin arasına karışmış olmanın getirdiği kendine güven, hazımsızlık ve başarıyla birleşiyor, "Ben köşe yazarı Ece Temelkuran" oluyor adı...



Yazarların adını sıralarken de boşuna Bedii Faiklerden bahis açmadık elbet: Öylesine ağdalı bir dille yazıyor, öylesine sık Osmanlıca kelime kullanıyor ki meselenin "bakııın, nasıl da dile vakıfım, ne zengin bir kelime haznem var"dan bile öte olduğunu düşünüyor insan... Mümkün mertebe dolambaçlı, kıvrım kıvrım cümleler kurarak zaten dolmuş olan "hafif köşe yazarı" kadrosunun çok ötesine geçecek birikimini de ortaya koyuyor Ece Temelkuran. Zaten okurları da ikiye ayrılıyor. İlk grup "Ece Temelkuran cumhuriyetimizin yetiştirdiği ender gençlerimizden. Sanki yazılarında destansı bir tat var. Ben onu okurken Homeros, Dede Korkut tadı alıyorum. Aslında ben bu üretken gençleri çok seviyorum. Ulu önder Atatürk de gençleri çok önemsemişti. Geleceğimizi gençlere emanet etmişti." benzeri yorumlarla değerlendiriyor onu... İkinci gruptan bir örnek şöyle: "Bu şiirle sırnaşık, metinle oynaşık tarzı çok beğeniyorum. Ece Temelkuran kardeşimizin de böyle bir kitabı var. Böyle oturup benzetme baygını, sayıklamalı horlamalı, gelem gelem imgelemli, bunun arkasına da şu laf ne iyi giderli zımbırtılar döktürüyorlar."



"Gözyaşına boğulmuş ukalalık"



Temelkuran'a duyulan antipatinin bir başka kaynağı ise inandırıcı olmayan duyarlılıkları... Mesela "Akbank reklamlarındaki duyarlılığı köşesine taşıyıp muhtemelen yaşı nedeni ile tanıklık etmesi mümkün olmayan yetmişli yılların 'ahlakına, yerli malları haftasına, Hababam Sınıfı duygusallığına' bizi çağırıverdi" diyerek tanımlanıyor bu halleri...



Sol yaklaşımını da herkese beğendiremiyor Ece Temelkuran: "Bizi korkuttunuz ama yıkılmadık ayaktayız edebiyatının Türk medyasındaki son örneği... Gözyaşına boğulmuş bir ukalalık, biz her şeyi görüyoruz biliyoruz, halktan kopuk değiliz diyen bir sözde duyarlılık... Hitap ettiği kesimi yani hedef kitlesini şaşırmış, varoşların dertlerini burjuva sınıfa vah vah dedirten yazılarla anlatma çabasını gösteren köşe yazarı."



Onun sol kavramına zarar verenlerden biri olduğu, farklı söyleminin ve derin bilgi birikiminin dahi zekânın yerini tutmayacağının açık göstergesi olduğunu savunanlar da var. Yazdıklarının insanlarda bunca zıt fikirler oluşturmasına bakılarak "hayat materyalini bilinç dışı kirli kullanmanın Türk medyasındaki en takdir alan örneği" cümlesinin onu şık biçimde ifade ettiğini söyleyebiliriz herhalde...



Görünen o ki insan "içten" değilse, yaptığını "içtenlikle" yapmıyorsa, diğer insanları çileden çıkarıyor, antipatik oluyor; Nazlı Ilıcak gibi, Melike İlgün gibi, Ece Temelkuran gibi...


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin