FENERBAHÇELİ KADIN YAZARDAN RAKİBİNE: İYİ Kİ VARSIN GALATASARAY!

Meryem Fırat bundan on beş gün önce Şükrü Saracoğlu Stadı'na gidip maçı yazmıştı. Bu kez evden izlediği maça ilginç bir yorum getirdi.

Google Haberlere Abone ol
FENERBAHÇELİ KADIN YAZARDAN RAKİBİNE: İYİ Kİ VARSIN GALATASARAY!


İyi ki varsın Galatasaray!



Ligin iki dev takımı arasında oynanan kupa maçı bir kere daha gösterdi ki, Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının tadına doyum olmaz ve eğer Fenerbahçeliysek bunun nedeni biraz da yeryüzünde Galatasaraylıların var olmasıdır.



Kupanın ilk maçını yerinde, Şükrü Saraçoğlu’nda dondurucu soğuğa rağmen izlemiş, umutsuz gittiğimiz derbiden 2-1’lik galibiyetle evimize mutlu mesut dönmüştük. Üstelik bu günün 8 Mart'a dek gelmesiyle ortaya çıkan ilginç tabloyu yine Medyatava sayfalarında sizlerle paylaşmıştık. Randevunun ikinci bölümünde ise üstün konumda olmanın verdiği gevşeklikle beraber bir de, deplasmanda olmanın verdiği gerginlik içindeydik. Gurbette yalnız olmak ne kadar zorsa deplasmanda oynamak da o kadar can sıkıcıydı. Şükrü Saraçoğlu’nda dondurucu soğuğa, yağmura, çamura ve hatta kara rağmen takımımızın yanında olmanın galibiyetle cilalandığı keyfimizin yerinde bu kez, sarı kırmızı bir atmosferde olmanın boynu büküklüğü vardı.



Üstelik Ali Sami Yen’e sızmayı başarmış mutlu azınlığın içinde de değildim. Bunun maç keyfimi engelleyemeyeceği düsturuyla maçı koşullar gereği televizyondan bile değil radyodan, üstelik cep telefonumdan da dinlesem, o 90 dakika, futbolun bir damak tadı varsa eğer Michelin yıldızı alacak kadar güzeldi. Bu arada aklınıza radyodan maç dinleyerek yorum mu yapılır diye bir soru gelirse, "Neden olmasın?" diye bir savunma yapmayacağımı da belirtirim.



Camiadan ilk haberler öğle saatlerinde pek eğlenceli bir biçimde geldi. Kadıköy Beşiktaş vapurundan bize canlı olarak bağlanan bir sarı lacivert arkadaşımız vapurda kavga çıktığını söylüyordu. Hoşumuza hiç gitmeyen ama en çok da hangi takım taraftarının dayak yediğini merak ettiğimiz haberin sonu, bize tekrar bağlanan arkadaşımızın verdiği bilgiye göre tatlı bitmişti. Bu kez iki takımın taraftarları karşı karşıya geldiklerinde hiç olmadıkları kadar akıllı davranmışlar ve öfkelerini konunun o an muhatabı olmayan başka bir kanala akıtmışlardı; Beşiktaşlılara!



Neyse. Derbi öncesi yeterince can sıkıcı olan Anelka’nın yokluğuna bir arkadaşımın ek olarak “Appiah da yokmuş” şeklinde iç geçirmesiyle eklenen eyvahlanmam, başlama düdüğünden sonra Appiah’ın adını duymamla yerini tatlı bir güven duygusuna bıraktı. Bir Fenerli'den gelen bu tatsız şakadan sonra Appiah’ın takımda olduğunu bilmek içime ne kadar su serptiyse, Mondragon’nun da karşı takımın on birinde yer aldığını duymak o kadar sinir bozucuydu. Ki Galatasaraylılar bu psikolojik üstünlüğün oldukça farkındaydılar. Adamın adı baştan sinir bozucu bir kere, dragon! Üstelik sadece dragon değil, Mondragon! Daha da abartırsam, abra kadabra gibi bir şey bu!



Maç başladı, besmeleler çekildi, radyo yorumcusunun çok şık bir şekilde ifade ettiği gibi perdeyi açan isim 7. dakikada Tuncay oldu. Tuncay’dan gelen ilk golle şenlenen gönüller, neredeyse ilk yarım saatte iki gol daha görünce, burnum görsel şölenin kokusunu radyodan bile aldı. Öyle heyecanlı bir maç oldu ki, Galatasaray 2-1 üstünken aniden telefonumun şarjının bitmesi, bir şarj bulup takmam ve telefonumu açmam arasında geçen birkaç dakikalık sürede maçın 3-2’ye dönmesi akıllara durgunluk verecek cinstendi. Tarihin en kısa süren beraberliklerinden birine sevinme fırsatını kaçırdığıma mı üzüleyim, arkasından yediğimiz diğer gole mi? Her ne ise, sonuç itibariyle sürekli değişen final, sürekli pompalanan adrenalin demekti ve ben maç diye işte buna derim.



Sahaya atılan yabancı madde sorunsalına da değinmemek olmaz bu arada. Galatasaray taraftarında maçın başından sonuna devam eden şiddet ve celali, derbi gerilimi diyerek geçiştirmek doğru mu? Maçta sahaya atılan yabancı maddelerin, -ki en yabancısı su idi- sonu gelmek bilmedi. Kendi tribünlerine sürekli “atmayın” uyarısı yapan Hasan Şaş’ın, Şükrü Saraçoğlu’ndaki duyarlılığını devam ettirdiğine sevindik. Laf Hasan’dan açılmışken, tıpkı önceki maçta olduğu gibi mücadele gücüne hayran kaldığımı belirtmeliyim. Kör göze parmak bir fiziksel üstünlüğü var. Hele bir araya gelen Hasan-Necati çifti çok can yakar gibi görünüyor. Bu arada Şaş’ın bana, bir zamanlar Fener’deyken yıldızı çok parlayan ve o parlaklıkla Galatasaray’a transfer olarak bizi şok eden, sonra da sarı kırmızı forma içinde sönüp giden Hasan Vezir’i hatırlattığını söyleyeceğim, konuyla hiç alakası olmasa da.



Maç öncesi yapılan konuşmalarda Galatasaraylıların bu maçta galibiyete çok ihtiyaçlarının olduğunu söyleyen ünlü bir isim, “İyi oynayan kazansın derler ama ben kim iyi oynarsa oynasın, Galatasaray kazansın diyorum” diyerek gönlünden geçeni söylemişti. Bu laf çok doğru geldi bana. İyi oynayan kazansın demek, tok insanın önüne bir tabak yemek konunca “Yok sağol, aç olan yesin” demesine benziyor. Bu kez iyi oynayan kazandı mı sorusunun cevabını herkes kendisi versin, kupanın ilk maçında da söylediğim gibi galibiyet her zaman tatlı gelir. Hatta matematiksel olarak kaybettiğiniz maçın sonunda averajla tur atlamanız bile.



Fenerbahçe olarak kupa maçlarında Avrupa maçlarında olduğu gibi pek şanslı olduğumuz söylenemez. Bu nedenle yarı finale çıkmamız pek güzel oldu. Aşkta kaybeden kumarda kazanır önermesi ne kadar doğruysa, kupa maçında kaybeden lig maçında kazanır demek de o kadar doğrudur. Her iki durumda da zaten skoru kaybeden ama yarı finale çıkan takım olarak dört ayak üstüne düştüğümüzü söylemeliyim.



Ne demişler; iyi ki varsın Galatasaray!



MERYEM FIRAT


firatmeryem@hotmail.com





Sıradaki Haber İçin Sürükleyin