Sina Koloğlu'nun bugünkü köşe yazısı şöyle:
"ATLARI DA VURURLAR
Bazen yarışmalara katılan sonra kendi gerçek hayatlarına dönüp
yaşadıklarını kaleme alan okurlar oluyor. Onların anlattıkları
sanki başlıktaki ‘Atları da Vururlar’ filmini andırıyor. Malum
filmde, ABD’de 1930’larda yaşanan Büyük Ekonomik Buhran sırasında
çaresiz bir grup yarışmacının para ödüllü bir dans maratonunda
onurlarını çiğnetmek pahasına da olsa ölümüne yarışmaları
anlatılıyor.
Okurum tabii böyle ‘ölümüne bir yarışma’ya katılmadı. Ama bir
yarışmaya katıldı ve orada yaşadıklarını ‘ironi’
çerçevesinde bu filmle bağdaştırıyor. Hani yarışmalarda yarışanlar
ve sunucu neşelidir. Sunucu onlarla ilgilidir ve
biz öyle seyrederiz. Demek ki öyle olmuyormuş.
O akşamın birincisi oldu ve...
Aziz Naci Doğan, bilgisine güvendi, kalitesiyle her daim farklı bir
yere konulan ‘Kelime Oyunu’nda yarıştı geçen
20 Mart günü. Ve gün birincisi oldu. Üç gün sonra da diğer
birincilerle cuma gecesi bir araya gelindi televizyon kanalında.
Devamını kendisinden dinleyelim:
“22 Mart Cuma akşamı, önce o günün gün birinciliği yarışmasının
canlı yayını gerçekleştirildi. Gün birincisi olan yarışmacıyla
benim de aralarında bulunduğum diğer üç gün birincisi, ıssız kanal
koridorlarında çekimin başlayacağı 23.30 sularına
kadar bir ‘garip’ bekleyiş içine girdi. Bu arada kendileriyle hiç
ilgilenilmedi, bir su bile ikram edilmedi.
Saatler 23.30’u gösterdiğinde canlı yayın görünümü verilmiş tatsız
mı tatsız, isteksiz mi isteksiz bir program çekimi başladı.
Yarışmacılara bu kez makyaj da yapılmadı. ‘Kelime Oyunu’ ekibinin
bir yerlere bir şeyler yetiştirme zorunluluğu altındaymışçasına
‘acul’ temposu ve genç stüdyo yönetmeninin biraz otoriter edadaki
komutlarıyla doğrudan doğruya yarışma bölümü çekildi.
Sonuç ortaya çıktıktan, yarışma faslı geride kaldıktan sonra en
sona, ‘Kelime Oyunu’nun başındaki ‘tanışma faslı’nın çekimi
bırakıldı! Burada beş yarışmacı zorunlu biçimde
kurgusal/kurgulanmış sözler sarf etti...”
Her akşam böyle olmuyordur. Ya da bu kadar uzun soluklu ve sürekli
bir çekim temposu içinde sinirler gerilip isteksizlikler
kendini gösterebiliyordur. Unutmamak lazım,
televizyon gerçek hayatın ta kendisi değildir. Bir yansımadır ve bu
yansımada kendi sahnesindeki oyunu oynaması kendi kuralı gibidir.
Bir camdır aslında.
BİR TÜRLÜ EVLENEMEYENLER ASLINDA BİRER REYTİNG MALZEMESİ Mİ ?
Esra Erol’un vazgeçilmez bir takımı var. Doğukan onlardan biri.
Programın ‘reyting’ unsunlarından. Genç kızların pek beğendiği genç
kardeşimiz, artık yarışmacı olmaktan çıkıp bir televizyon adamı
oldu. Bundan sonraki ‘Survivor’ yarışmasında görürsek şaşmayalım.
Yeteneği var mı bilemem ama dizilerde hatta ATV’nin bundan sonraki
bir projesinde oynayabilir. O kıvama gelmiştir.
Yine gördüm kendisini, evlenmek için taliplerini arıyor. Telefonlar
geliyor yurdun değişik yörelerinden. Sempatik çocuk sanırım,
lokantasında işler acayip gidiyordur. Memleketinde AVM’lere
gidemiyordur artık."
Yazının devamı için tıklayın