ESİN ÖVET: BENİM GİBİ GECELERDE DOLAŞAN BAŞKA BİR KADIN YAZAR YOK

MEDYATAVA RÖPORTAJ- “Gazetecilik oturarak değil yaşayarak yapılır. Son yıllarda, bütün magazinciler masalarının başında telefonla iş yapıyorlar.” Bu sözlerin sahibi HT Magazin yazarı Esin Övet, Sayım Çınar’ın sorularını yanıtladı...

Google Haberlere Abone ol
ESİN ÖVET: BENİM GİBİ GECELERDE DOLAŞAN BAŞKA BİR KADIN YAZAR YOK



Esin Övet adını son zamanlarda fazlaca duymaya başladık. Geçenlerde: "Cihangir'i Bodrum mu Zannettiniz?" diye bir yazı yazdın. Bu yazıya gelen tepkileri nasıl karşıladın?


Aslında, okuyup da ne demek istediğimi anlamayan insanların vermesi gereken tepkileri aldım. Ekşi Sözlük'te benim için 'Kadın düşmanı' diye yazmışlar. Hürriyet'in en sevdiğim yazarlarından olan Cengiz Semercioğlu beni kıskanç ilan etmiş. Yani kadınları kıskandığım için böyle bir yazı yazdığımı söylemiş. Tamam, haklı olabilir. Benim o kadar güzel popom da olmayabilir. Ama ben ne Londra'da ne New York'ta ne de Amsterdam'da popo yanaklarını gösterecek kadar minicik şortlarla gezen kadınları görmüyorum. O ülkeler bizden daha gelişmiş ve daha modern olmalarına rağmen. Üstelik sadece minicik şortlar da değil bikini üstüne beyaz ve içlerini tamamen gösteren kıyafetlerle de geziyorlar. Şimdi ben bir kadın olarak rahatsız oluyorum. Çünkü şehrin göbeğinde herkesin gözü önünde böyle gezmek teşhirciliktir. Bir kadın olarak hemcinslerimin daha kaliteli bir duruş sergilemesini istediğim için böyle bir şey yazdım. Onun dışında gece hayatında da kadınların yaptığı birçok saçmalıkları yazıyorum. Mesela bir keresinde, 'Kadınlar kendinize gelin' diye bir yazı yazmıştım. Çünkü inanın erkekleri bunaltıp kendilerinden kaçırıyorlar. Bu olayları görmek bir kadın olarak beni üzüyor. Ve tabii ki yazdıklarım beğenilecek diye bir şey yok. Tabii ki eleştirileceğim. Ben eleştiriye her zaman açığım.



Magazinden nefret edenlere nasıl bakıyorsun? Popüler olandan nefret etmek, popülerse bizden değil diyenlere söylemek istediğin özel bir şey var mı?


Bence magazinden hiç kimse nefret etmiyor. Nefret ediyormuş gibi yapıyorlar. Magazin dünyanın her yerinde var ve ilgiyle takip ediliyor. Bir keresinde sürekli ahkam kesen bir beyefendiyi ekonomi gazetesinin içine koyduğu magazin dergisini okurken yakaladım. Üstelik kısa bir süre önce yüzüme "Magazincilerden tiksiniyorum. Hayatta hiç kimse bana magazin okutamaz. Sana magazin yazmak hiç yakışmıyor" demişti. Benim gördüğümü farkedince gazeteyi hemen kapattı ve olduğu mekanı terketti. Şimdi nedir bu? Saçmalık değil mi? Hem magazinden nefret etmek bir statü mü kazandırıyor insanlara anlamıyorum. Popüler olanı sevmeyip farklı olmaya çalışıyorlar. Bence boşa harcanan bir çaba. Ve çok komik oluyorlar. Dikkat edin, magazini sevmediklerini söyleyen insanların yanında, hep ünlü tipler vardır.



Kötülük saçan yılan denildiğinde aklına kimler geliyor? İçinde biriktirdiği öfkeyi, kini yazılarıyla dışa vuran, kötülükten beslenen yazarlara neler söylemek istersin?


Eleştiriye açık bir toplumda yaşadığımıza inansaydım, bu soruya içtenlikle cevap verip bütün isimleri rahatlıkla sıralardım. Ama ne yazık ki, hazımsızlıkların çok olduğu bir memlekette yaşıyoruz. Şimdi isim verdiğim zaman sesler hiç olmadığı kadar çok yükselecek. Bir keresinde bir şarkıcının albümü hakkında bir şey yazmıştım. Menajeri ve basın danışmanına talimat verip beni araştırtmış. Yani bir açığımı bulmalarını istemiş. Şaka gibi ama gerçek. İki yıl kadın benimle konuşmadı. Daha sonra ben bir mekanda, onu görüp selam verdim. Ve röportaj yapalım dedim. Hemen kabul etti. Oysaki ben kabul etmeyeceğini düşünüyordum ama o bana, "Artık benimle konuşmazsın zannediyordum" deyip özür diledi. Şimdi ben gazeteciyim. Özel düşüncelerimi ve duygularımı işime karıştırırsam olmaz. Bunu yapan, öfkelerine yenik düşen isimler var. Sırf magazin için geçerli değil ama siyaset yazan yazarlarda da var bu tarz şeyler. Bence hoş durmuyor. Şahsen bunu yapmamaya çok dikkat ediyorum. Çünkü babamın gazetesi değil. O köşeyi kendi egomu tatmin edeyim diye kullanamam. Bence kimse de kullanmamalı.



Habertürk magazin eklerinin en sevdiğin tarafı nedir?


Cesur, genç, özgür, yenilikçi ve kalıplarının olmaması. Bir kere yazdığımız hiçbir yazıya müdahale edilmiyor. Bize sonsuz bir güven var. İşim gereği çok dışarıdayım. Yani seyahat dışında İstanbul'un içinde de her yerde görebilirsiniz beni. Çok dolaşıyorum. Habertürk'ün farkı ve en sevdiğim yanı da bu. Hayatın içinde yaşıyor olması. Masa başında haber yapılmıyor. Bizler yaşayarak yazıyoruz. Dolaşıyoruz, görüyoruz, dokunuyoruz, kokluyoruz. Ben bunu da çok kez köşemde de dile getirdim. Gazetecilik oturarak değil yaşayarak yapılır. Son yıllarda, bütün magazinciler masalarının başında telefonla iş yapıyorlar. Benimle bu mesleğe başlayan birçok kişi masa başına geçti. Haber yapıyorlar ama iki gün sonra yalanlanıyor. Ben onlara her zaman sesleniyorum. "Gelin takılın bana, dolaşalım" diyorum. Biz memur değiliz. Masa başına geçersek bu işte biter. Bir yerde kalır ve ilerleyemezsiniz.



Gecelerin yazarı olmak çok eğlenceli değil mi?


Eğlenceli ama zor. Bir kadın olarak şu anda tek benim aslında. Benim gibi gecelerde dolaşan başka bir kadın yazar yok.



Gece yaşayan bir yazar olunca sabah işler zor olmuyor mu?


Herkes benim sabah gazeteye gitmediğimi, evden yazdığımı düşünüyor. Ben çoğu zaman 05.00'e doğru eve giriyorum. Ama sabah da ne olursa olsun en geç 11.00'de gazetede olmaya çalışıyorum. En büyük zevkim kahvemi içerken gazetelerimi okumak. Gazetenin havasını koklamazsanız olmaz. Mesela öyle yapan yazarlar var. Akşama kadar uyup, gece de sabaha kadar geziyorlar. Sonra zannediyorlar ki, dünya sadece geceden ibaret. Ve o zaman kendi küçük dünyalarını yaratıyorlar ki en tehlikelisi bu. Kendilerini çok önemli, ünlü bir yazar zannedip burunları havada geziyorlar. Çünkü gece gittiğimiz her mekanda bizi tanıyorlar. Kapıdan girerken, çıkana kadar özel bir ilgi var. Hatta mekanda yanınıza gelip hiç tanımadığınız bir insan "Siz bilmem kimsiniz" diyebiliyor. Sadece gece yaşamak bence tehlikeli. O yüzden ben yazarların biraz da gündüz yaşamasından yanayım. Tabii ki akşama kadar gazetede değilim. Öğlen insanlarla buluşuyorum; Nişantaşı, Cihangir, Bebek, Etiler yani neresi olursa dolaşıyorum. Gündüz davetlere katılıyorum. Yorucu oluyor ama bizim işimiz hiç kolay değil.



Gece sence zamanın öksüz çocuğu mudur?


Evet, aslında öyle. Tüm kalabalığın ve ihtişamın içinde yalnız bir çocuk. Üstelik tehlikeli. Hem duygusal hem hırçın. Bazen öyle garip duygularla evime dönüyorum ki, anlatamam. O duyguyu anlatmak zor. Gece insanlar bambaşka. Hele bizim ülkemizde. İki kadehten sonra her şey çok açık. Herkes her şeyi yapabilecek düzeye ulaşıyor.



Daha önce bu soruyu Posta’nın magazin müdürü Müge Dağıstanlı’ya da sormuştum, sana da sormak istiyorum. Sence bir magazin gazetecisine başarı getiren en önemli kaynak nedir? Güzellik mi, zeka mı, etik mi, cesaret mi?


Müge'yi çok severim. 3 yıl birlikte çalıştık. İşte o tam bir magazinci. Haberi iyi koklama yeteneği var ve inanılmaz pratik. Bence bir magazincide olması gereken en önemli iki unsur. Güzellik, zeka, etik olmak ve cesaret bu işin olmazsa olmazları zaten. Ama bunun dışında magazincinin kesinlikle kitap-gazete okuması, gündemi takip etmesi, esprili olması, insan ilişkilerinin iyi olması ve kavgacı olmaması gerekiyor. Mesela gece çalışan arkadaşların birçoğu gazeteleri okumadan hayata başlıyorlar. Sanatçıya gece mikrofon uzattıkları zaman o kadar alakasız sorular soruyorlar ki, çok üzülüyorum. Biraz daha bu işe emek vermek gerekiyor. "Aman magazin canım ne olacak" diye yapılan iş kalıcı olmuyor.



Siyasetçilerin magazinle nasıl bir ilişkisi var sence? Bill Clinton’ın Monica'yla, Berlusconi’nin çıtır mankenlerle olmasına ne diyorsun?


Toplumun genel bakış açısı yüzünden uzak durmaya çalışıyorlar. Bence rahat değiller. Onlar da bizler gibi insan. Uyuyor, yemek yiyor, sevişiyorlar. Politikayla uğraşıyorlar diye neden hayatlarından ödün vermek zorunda kalsınlar ki. Bill Clinton da her erkek gibi çapkınlık yaptı. Günümüzde ben eşinin yanında başka bir kadın ile öpüşen erkekleri gördüğüm için şaşırmıyorum. Ve Berlusconi'nin rahat tavrına bayılıyorum. Ne güzel dürüst ve her şeyi olduğu gibi halkının gözü önünde yaşıyor. Gizli kapaklı kapıların arkasında yaşamıyor. Keşke bizim de ülkemizde Berlusconi gibi liderlerimiz olsa. İnanın o zaman daha hoşgörülü ve anlayışlı oluruz. Belki o zaman ne Tophane baskını olur ne de "Tarkan kendi işini yapsın" diyen bir çevre bakanımız.




Mehmet Ali Erbil ve Helin Avşar'la birlikte



Şöhret olmak insanlarda ciddi bir alışkanlık yaratıyor. Şöhretini kaybeden ünlülerde ne gibi değişikliler oluyor?


Evet, gerçekten yaratıyor. Hiç tahmin edemeyeceğiniz ünlü isimler sabah gazetede, kendi haberlerini görmedikleri zaman çılgına dönüyorlar. Takip edilmek, sokakta tanınmak herkesin hoşuna gidiyor. "Sıkıldım, bunaldım" diyenler de inanın yalan söylüyor. Şöhretini kaybeden ünlüler ilk önce ona buna bulaşır. Kavga çıkartır ve polemik konusu olmak için uğraşır. İkinci olarak da soyunurlar. Ya da hemen bir aşk bombası patlatırlar. Bunlar en baştaki kurallar. Ama artık bazıları için bunlar da ne yazık ki çözüm olmuyor.



Onur Baştürk ve Ayşe Özyılmazel’in şarkılarını dinlediniz mi? Bu yazarlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?


Onur'un şarkılarını hiç dinlemedim. Ama Ayşe'nin albümünü ilk olmasına rağmen beğendim. Hatta beğendiğim bir iki şarkısı da var. Yazılarına gelince. Ayşe bence albüm çıkartmadan önce daha güzel ve etkili yazıyordu. Şimdi galiba biraz şarkılara ağırlık verdi. Yazılarında eskisi gibi heyecan hissetmiyorum. Bir de sürekli kendinden bahsettiği için haz alamıyorum galiba. Bir okuyucu olarak sürekli yazarın kendisinden bahsetmesi benim hoşuma gitmiyor. Bir şarkıcı olarak Demet Akalın'a bir köşe versek ve sürekli kendinden bahsetse şikayet edip eleştiririz. Onun gibi bir şey aslında. Yani şarkıcı mı, gazeteci mi? Bazen arada sıkıştığını düşünüyorum. Onur da gece hayatına yön veren önemli bir isim. Onun düşünceleri de çok önemli. Ama biraz daha cesur olup magazin yazmasını isterim ben Onur'un. Bir magazinci ve gece yaşayan biri olarak bildiklerini daha cesur yazmalı. Bizim mesleğimizde, dostluklar çok ağar bastığı zaman, yazacak bir şey bulamazsınız. Buna dikkat etmek ve mesafeyi iyi korumak gerekiyor. O mesafeyi iyi ayarlamazsanız elinizi verir, kolunuzu kaptırırsınız hiç farkında olmadan.



Twitter, Facebook ya da Blogger'da takip etmekten hoşlandığın, yazdıklarını takip etmekten keyif duyduğun yazarları anlatır mısın biraz?


En başta Ahmet Hakan'ı takip etmek çok keyifli. Ahmet Hakan, Twitter'ın hakkını verip, amacına uygun kullanan yegane isimlerden. Bir de tabii, benim yıllardır tanıdığım, kamera ışıkları kapandıktan sonra farklı olan sanatçıların Ahmet Hakan'ın dikkatini çekmek için yazdıklarını görünce çok eğleniyorum. Çok komik oluyorlar. Sanatçıların, magazinciler ve gazetenin başka birimlerinde yazan insanlar ile olan ilişkileri çok farklı. Onun dışında, aynı gazetede çalıştığım arkadaşım Oben Budak o kadar çok seyahat ediyor ki, çok yakın olmamıza rağmen, bazen nerede olduğunu bu sitelerden öğreniyorum. Cengiz Semercioğlu'nun tespitlerini seviyorum. Bazen Twitter'dan sorular soruyor. Ben de yanıt veriyorum. Rahşan Gülşan da çok iyi bir Twitter kullanıcısı bence. Yani amacına uygun kullanıp bazı insanlar gibi, her dakika yaptıklarını yazmıyor. O yüzden Rahşan'ı da takip etmek çok keyifli. Bazı geceler ben dolaşırken "Ah yine nerelerdesin?" diye sormasına bayılıyorum. Bence Twitter boş laf edilmediği zaman çok eğlenceli bir paylaşım ağı. Ama geyik yapan insan çok var. Mesela ben sürekli mutsuz, hastalıklı, negatif şeyler yazan ve hatta sürekli kavga edip dikkat çekmek isteyenleri unfollow ediyorum. Üzgünüm kızmasınlar bana ama hayatta o kadar çok negatif şeyler var ki, bari Twitter’da eğlenelim. Orada insanlar kendilerini kasmasınlar. Ego ego nereye kadar.



İstanbul’daki mekanların gittikçe çoğaldığını görüyoruz. Daha çok nerelere gidiyorsun? İyi mekan sahibinin önemi nedir?


Oraya gitmem, buraya gitmem gibi ayrımlarım yok. Ben bir magazin yazarıyım ama her şeyden önce gazeteci ve muhabirim. O yüzden her yerde görebilirsiniz beni. Kalitesi ve yeri hiç önemli değil. Evet, mekanlar çok çoğalıyor ama bir o kadar da kapanıyor. Yerine yenileri açılıyor. İstanbul uyumayan bir şehir. Pazartesi hariç her gece hareketli diyebilirim. Mekan sahibi ve tabii işletmecisi de çok ama çok önemli. Bir müşteri gittiği mekanda, iyi ağırlanıyorsa oradan çıkmaz. Bir de biz Türk milleti olarak biraz rağbeti seviyoruz. Şimdi sıradan bir kişi gitmiş Sortie'ye ve kapıda da ismi ile hitap ediliyor. Ne kadar çok hoşuna gider biliyor musun? Çünkü onun için çok önemli. Yanındaki, insana hava atıyor, koltukları kabarıyor. Kendini dünyanın en ünlü insanı zannediyor. Yani bizim halkımız için önemli bu tür şeyler. O yüzden iyi bir mekan sahibi ve işletmecisi gelen her müşterisi ile yakından ilgilenirse o mekan hiç boş kalmaz ve her zaman popüler olur.



Meslek yaşamınızda mutlu yaşadığınız anlar vardır mutlaka. Esin Övet olmak size neye mal oldu, diye sorsam, ne dersiniz?


Tabii ki var, olmaz olur mu? Ben 1994'te Sabah Gazetesi'nde başladım çalışmaya. Kenan Erçetingöz müdürümüzdü. Ben 5 yıl hiç izin yapmadan çalıştığımı biliyorum. Bazı servislerde kadın muhabirler akşam 6'dan sonra çalışmıyordu ama bizde öyle bir kural yoktu. Gazetecinin kadını, saati olmaz. Gazeteci dediğin her mekana gider, herkesi tanır, haberi yerinde görür mantığı ile yetiştirildim ben. Yorucu bir maratonunun içinde, harika güzel anılarım var benim. Asla unutulmaz anılar. Asla bir daha o güzellikle yaşanamayacak anılar. Mesela ben şimdi işe başlayanlara çok üzülüyorum. Çünkü magazinde en tatsız dönemi yaşıyoruz. Mesela biz "Yapamadım, bulamadım, ulaşamadım" diye gazeteye, müdürümüzün karşısına gidemezdik. Günlerce bir sanatçının kapısında yatar yine o işi götürürdük. Zordu ama keyifliydi. Getirisi başarı oldu. Olduğum yere kendim çalışarak geldim. Geçen gün bir kadın yanıma geldi ve "Sizi yazılarınızdan tanıyorum. Bu kadın yazdıysa doğrudur diyorum" dedi. Bu nasıl bir mutluluk biliyor musun? Tarifi yok. Bir magazinci olarak, bu güveni kazanmak inanılmaz mutluluk veriyor. Bunun yanı sıra götürüsü de yok değil dersem yalan olur. Mesela ben beş kardeşin en küçükleriyim. Dört ablamın da güzel aile hayatları var. Ama benim olmuyor. Çünkü ben hep iş düşünüyorum. Çünkü ben hep çalışıyorum. Gece sokakta olan, çoğu zaman gece yarısından sonra evden çıkan bir kadını hangi erkek kabul edebilir. Evliliğim süresince aslında bunu denedim. Yani akşamları evden çıkmadım ve daha düzenli bir hayat yaşamaya çalıştım. Olmadı, bocaladım ve mutsuz oldum. Sonra anladım ki, ben işi ile mutlu olanlardanım. Ben gazeteci ve magazinciyim. Bu işi tercih ettim ve bunu da en iyi şekilde yapmam gerekiyor. Bu benim hayatım. Bunu çok iyi kabul ettim Sayımcığım. Sen de beni çok eskiden bu yana tanıyorsun. Değişimi en yakın görenlerdensin. Ben işimi severek yapıyorum ve gerçekten okuyucum da bunu çok güzel farkediyor.



Bir gün anılarının yer aldığı bir kitap yazar mısın?


Kitap yazmak istiyorum, ama anılarımın yer aldığı bir kitap olmayacak bu. Ben yazarsam isim vermek isterim. Tüm ayrıntılarıyla anlatmak isterim. O da mümkün olamayacağı için anılara hiç girmemek en iyisi. Çünkü yazamadığımız çok aşk ve olay var. O yüzden yazacağım kitap magazinle ilgili olmayacak. Daha farklı bir kitap üzerinde çalışıyorum. Parçaları henüz tamamlamadım. Tamamladığım zaman başlayacağım. Ama bu hemen olmayacak. Daha zamanı var.




SAYIM ÇINAR


sayimc@superonline.com

Etiketler Kenan Erçetingöz
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin