Vatan Gazetesi'nin başyazarı Güngör Mengi, birçoklarınca
Türkiye'nin en saygın başyazarı olarak gösteriliyor. Çalıştığı her
gazetede yüksek hedefler peşinde koşan ve bunlara ulaşan biri o.
Üslubuyla da, özel hayatıyla da farklı. Çok ender olarak röportaj
veren ve hayatı pek bilinmeyen Mengi ile şu anda bulunduğu yere
nerelerden geçerek geldiği ve inançları üzerine söyleştik.
Hayatta iki tip insan karakterinden çekinirim. İlki, kendisine
verilen yaşam lütfuyla ne yapması gerektiğini bir kez olsun düşünme
zahmetini göstermeyenler, diğeri de amaçlarına ulaşmak uğruna,
hırslarına esir olup önüne geleni ezip geçenler. Bu modellerden
itinayla uzak durmaya ne kadar özen göstersem de herkes gibi, yaşam
dersinin dar ve meşakkatli yollarında, kaderin bana hazırladığı
bazı oyunlarda benzeri kimselerle aynı oyunda rol almak
mecburiyetinde kalmışımdır. Olsun hayat bu, zaten herşey bir oyun
değil mi? Mühim olan "oyunu bize diretilen kurallara göre mi
oynamalıyız yoksa kuralları bizzat kendimiz mi koymalıyız?"
tercihini yapabilmek. Bu bağlamda hayatı kendi kurallarıyla
yaşayan, hiçbir baskı ve özenti yaklaşımın tesiri altında kalmadan
geleceğini tasarlayan, Frost'un deyişiyle "ormandaki iki yol
ayrımına geldiğinde bu yollardan en az gidilmiş olanını tercih etme
cesaretini gösterebilen", nev-i şahsına münhasır şahsiyetlerin
yaşam öykülerinden feyz almayı yeğlemişimdir hep. İşte, az sonra
okuyacağınız bu röportaj vesilesiyle, kimliğine ve prensiplerine
sonuna kadar sahip çıkma mücadelesini vermenin, insana nasıl bir
nimet silsilesiyle geri döndüğüne şahit olacaksınız. Kendini ifade
edebilmenin insanı nasıl özgürleştirdiğini anlayacaksınız. Ben
anladım ve hayran kaldım; bu yüzdendir ki yazımın girizgahında öyle
alışık olduğum şen şakrak tarzımın çok ötesinde ağırbaşlı bir
minval üzere kalemimi çalıştırmayı uygun buldum. Kendisini tanıma
şansına nail olduğum, kalem duayeni Güngör Mengi'yle kimselerle
paylaşmadığı hayatı ve düstur edindiği doğruları üzerine çok yol
gösterici ve keyifli bir sohbet çıktı ortaya..
Kime sorduysam sizin Türkiye'nin en saygın başyazarı olduğunuz
yönünde beyanat verdi. Nasıl bir emek verdiniz de bu bu başarıyı
kazandınız?.
Bu konularda mütevaziyim ben. Fakat kendi kendime bir değerlendirme
yaparken bunu hakettiğimi de söylüyorum kendime. Ben gazeteciliğe
19 yaşında spor şefi olarak başladım. Demokrat İzmir Gazetesi
vardı. Yüzme ve atletizm şampiyonu olduğum için gazetenin patronu
beni çağırdı ve "Sen sporcubaşı olacaksın" dedi. O zamanlar,
devamlı olarak beğendiğim hangi yazı varsa keser biriktirirdim.
Kupürlerle doluydu ceplerim. Karşıyaka'dan İzmir'e geçme süresi
olan 20 dakika süresince vapurun en tenha yerlerinde oturur,
cebimdeki o güzel röportajları, güzel fıkraları, köşe yazılarını
hatmederdim. Bunun bana çok katkısı oldu....
O yazılarda kelime avcılığı mı yapıyordunuz acaba?
Evet... "çok korktu" yerine "yüzü alçıdan bir korku heykeline
benziyordu" gibi tanımlamalar dikkatimi çekerdi. Bu çalışmalarla,
güncel olayları kavrama ve ifade etme bakış açısı kazandım.1960'da
Yeni Asır gazetesine geçtim ve yirmibeş yaşında haber müdürü
oldum.Yeni Asır o zaman kent ağırlıklı bir gazeteydi. Müteakiben
1970'li yılların başında, on aylık bir Devir Dergisi maceram oldu.
Orada da derginin hem yazı işleri müdürlüğünü yaptım hem de
"Periskop" diye bir sütunum vardı. Bu sütun sayesinde iyi yazı
yazabildiğimi de fark ettirdim. Daha sonra, yazı işleri müdürü
olarak Yeni Asır' a geri döndüm..
Bu tecrübenin sonucunda mı keşfettiniz kaleminizin gücünü? .
Hayır bu bende bir arzuydu zaten. Ancak o zaman bir haber müdürü
sorumluluğu ve yoğun mesaisi içinde, öyle birşeye zaman ayırmanın
benim için yararlı mı zararlı mı olacağı konusunda tereddütlerim
vardı. O tereddütleri aşma şansı elde ettim ve Yeni Asır'a dönerken
de başka bir talep hakkını kendimde gördüm. Gazeteyi, evine tek
gazete alan ailelerin gazetesi yapma hedefiydi benimkisi. 1980'in
başında, Yeni Asır gazetesi sadece 7 ilde sattığı halde o yılın
günlük net ortalama satışı yüz yirmi bine ulaştı. Cumhuriyet'i
filan geçti ve beşinci gazete pozisyonuna geldi..
"Türkiye'nin elinde çok önemli kozlar var." .
Hayatın şu an ki konumunuza gelmek için bu fırsatları özellikle
sunduğunu, seçilmiş olduğunuzu hiç düşündünüz mü? .
Ben kendime hiçbir zaman için çok dar yollardan oluşmuş bir yol ağı
çizmedim. Aksine çok geniş bir yol belirledim kendime. Bu yol
üzerinde tutarlılık vardır; bencilliği mümkün olduğu kadar uzak
tutan bir anlayış vardır; demokrasinin hoşgörüsü ve çoksesliliği
vardır. Cumhuriyetin temel değerleri vardır. Halkın değerleri
vardır. .
Sabah gazetesinde iken gazetenizin genel yayın politikaları
gereğince bazı tavırlar sergileniyordu ve siz genellikle az önce
saymış olduğunuz prensipler çerçevesinde bu tür empoze edilen
yaklaşımlara direndiniz. Patronlara ve bu popülist yaklaşımlara
nasıl karşı koydunuz? Örneğin Sabah Gazetesinin Tansu Çiller'e
vermiş olduğu açık bir destek vardı. Siz hiçbir şekilde destek
çıkan olumlu bir yorum yapmadınız....
Aslında doğru bir fotoğraf çekmişsiniz. İşi sadece gazetecilik
olmayan grupların gazete çıkarmaları gerçeğinde, böyle bir ortamda
yazarların çok çok büyük zorlukları oluyor. Genellikle o ticari
grubun Türkiye'de liberal bir ekonomi bulunmadığı için, en büyük
işveren en büyük kredi veren, en büyük menfaat veren devletle olan
ilişkileri haliyle iktidarların ilk dönemlerinde yayın
politikalarına yansıyabiliyor. Bir süre için iyi geçinme modu
yaşanıyor ancak sonra menfaatler çakışmaya başlayınca, çatışma da
başlıyor..
Vatan gazetesi "Rambolara izin verdik" manşeti attığı gün, siz de
"Tren Kaçmasın" başlıklı yazınızı yazdınız. Bu konu hakkında da çok
eleştiri aldınız. Bunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?.
Ben aslında genel olarak politikamda savaşı
desteklemedim.Türkiye'nin 2000'li yıllarda bir hedefi, bir hayali
var ve bu hayalin gerçeğe çok yakın olduğu konusunda çok belirgin
bir ipucu var benim elimde. 1999 yılında Amerikan başkanı Clinton
"2000 li yılların kaderini büyük ölçüde Türkiye'nin kendisine
biçeceği rol belirleyecektir" diyor. Türkiye'nin stratejik konumu
bakımından elinde bu kadar önemli kozlar var. Ben dedim ki, savaşı
önlemek mümkünse önleyelim ama önlemek mümkün değil ise Türkiye'nin
2000li yıllarla ilgili gerçekleşebilecek hedeflerini kumar
masasında kaybetmeyelim. Devamlı olarak bunu savundum ve maalesef
1999 yılında Türkiye'nin layık olduğu rol birliği ve bugün o asla
yapmayalım dediğim günahları işlemek suretiyle, iddiasını
kaybetmiş, elindeki en güçlü strateji kozunun katsayısı neredeyse
sıfıra inmiş bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Böyle bir noktaya
gelmemenin uyarısını yapmaya çalışıyordum o yazımda da..
"Güçlü bir kadınla yaşamak erkeği diri tutar." .
Özel sorular sorabilir miyim? Nasıl bir baba olarak görüyorsunuz
kendinizi? .
Bu huzurumu aradığım şeyi evde bulabilme sırrını koruyabilmek için
hiçbir televizyon programı çağrısına cevap vermedim. Şimdiye kadar
hemen hemen hiç görmemişsinizdir röportaj verdiğimi..
Evet görmedim. Sizinle ilgili bilgi sahibi olabilmek için yazılı
hiçbir kaynak bulamadım. Kaynaklarım sizi yakından tanıyanlar...
Onlar da sizin bu hassasiyetinizi bildiklerinden olsa gerek pek de
yardımcı olmadılar ve sizin müsaade edeceğiniz ve bilmem gerekenin
dışında hiçbir bilgi sunmadılar bana. Ben de size soruyorum..
Aslında ben kendilerini düzeltmekten çok başkalarının hayatını
kurcalamakla tatmin bulan bir yanlış kültürün ortaya çıkardığı
tehditlere karşı işleyen bir savunma mekanizması kurabildiğim için
bugün bu kadar mutluyum..
Sorumuza dönelim. Bir baba olarak kendinizi hiç eleştirdiniz mi?
.
Tabi eleştirdim.Yine sevdiğim bir sözle yanıtlamaya çalışayım.
"çocuklarımıza kökler ve kanatlar dışında miras bırakabileceğimiz
ne vardır" diye soruyor bir düşünür. Ben haftanın 7 günü çalışan,
bunu bir anlamda bencillik noktasında götüren, bundan dolayı
aslında çocuklarımdan özür dilemek de zorunda olan biriyim. .
Ruhat hanımı çok severek aşık olarak evlenmişsiniz. O kadar ki, bir
ödül töreninde yılın gazetecisi ödülünü alırken kendisine sizin
başarılarınıza olan katkısından dolayı teşekkür ettiniz. Bu kadar
özel hayatının mahremiyetine inanan, bu konuda ketum davranan sizin
gibi bir karakter için bu açıklamayı yapma ihtiyacı Ruhat Mengi'ye
olan sevginizden mi kaynaklandı? .
Aslında aşk nedir? Aşk paylaşılan şeylerin çokluğu ve o gönüllü
paylaşmanın verdiği heyecan ve tatmin duygusu değil mi bir anlamda.
Aynı mesleği yapıyor olmamızın bu paylaşılacak şeyleri çoğaltmak
açısından çok önemli bir katkısı oluyor. Onun merakları da benim
denetleme ve gözlemleme açımla çok iyi örtüştüğü için birçok konuda
çok rahatlıkla konuşabiliyoruz. Bu konuşmalardan hem o
yararlanabiliyor hem de ben istifade edebiliyorum. Bunu çok
hınzırca kafa çalıştırmayan, doğru düşünmeyi bilebilen insanlar
görüyorlardır. Herkesin gördüğü bişeyi neden saklamaya gerek
duyayım ki. .
Ruhat Mengi'yi bir karakter ve kadın modeli olarak nasıl
gördüğünüzü soracağım. TV'de tartışma programlarına çıktığı zaman
son derece hararetli, kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü bir
kadın modelini temsil ediyor. Erkek başarısına sahip olabilmiş bir
kadınla yaşamanın bir erkek için ne gibi olumlu ve olumsuz yanları
olabilir. Her başarılı erkeğin arkasındaki kadınla mı birlikte
yaşaması daha kolay yoksa o başarılı erkeğin yanındaki kendi
başarısına sahip olabilme kaygısı olan bir kadınla mı?
Böyle bir hayat insanı mutlak surette diri tutar. Ama şartı var,
herkes yapamaz bunu, bazıları için cehennem yaratabilir.
Doğrularına sahip kişiliği gereksiz yere eğilip bükülmeyen bir
kadın kişiliği bazıları için bir cehennemdir. Bir de karşınızdaki
kadını bir kişilik olarak kabul etmek zorunda hissediyorsunuz
kendinizi ve ona göre bir ilişki yaratıyorsunuz. Bunu yakaladıktan
sonra neden bundan şikayet edesin. Benim şimdiki amacım, bu yapıyı
mümkün olduğu kadar geliştirme yönünde oluyor. Bunu ayakta tutmak
için aşırı bir çaba, aşırı bir özveri falan da göstermiyorum. Zaten
kendiliğinden oldu bu.
GİZLİ SAKLI
Gençliğinde Orkestrada şarkı söylüyordu.
Frank Sinatra, Nat King Cole, Tom Jones gibi ustaların şarkılarını
yorumluyordum. İyi de para kazandım. İzmir'de, Amerikan Subay
Kulübünde çaldım. Müzisyenlik benim kendime biçtiğim hayat rolüyle
pek uzlaşamadı. Zaten şarkı söylerken hareket de edemezdim; elime
kontrbası alıp dururudum öyle. O zaman "sen bu işi yapamıyacaksın,
gazeteciliğe devam et" dedim ve gazeteciliği sürdürdüm.
Bugünkü ortam ve popülarite olsaydı müziği tercih eder
miydiniz?
Hayır gazeteciliği feda etmem.
Yüzme
Karşıyaka klübünde 1955-58 arası yüzmüş.
Atletizm ve basketbol oynamış ve hala günde 5 km koşuyor.
Meditasyon yapıyorsunuz. Mantranız var. Bu hayat tarzına ne zaman
sahip oldunuz?
10 seneyi geçti. Türkiye gibi sürekli krizler içinde yüzen bir
ülkede insanın kendisini günde iki defa düzene sokması, reset
etmesi gerekli. Hem sabahleyin işe gelirken, işe gözünü yeni açmış
gibi başlamak için hem de işten yorgun argın eve dönerken yolda bu
çalışmayı yapıp eve sabahleyin yeni kalkmış gibi gelmek insan için
çok önemli bir şey.
Teknik.ayurveda
Restoran:la pergola'nın balık çorbası..
En sevdiğiniz şarkı: My way (Frank Sinatra)
Film aktörü ve aktrisi: Çoğunu severim..
EN SAYGIN BAŞYAZARLIĞI HAK EDİYORUM
Bu sözler Vatan Gazetesi başyazarı Güngör Mengi´ye ait. Haftalık Dergisi´nde Öykü Serter´e konuşan Mengi, ilginç açıklamalar yaptı. Ve Mengi bu sözüyle yeni bir tartışmayı da başlatmış oldu: En saygın başyazar kim
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin