EN SAYGIN BAŞYAZARLIĞI HAK EDİYORUM

Bu sözler Vatan Gazetesi başyazarı Güngör Mengi´ye ait. Haftalık Dergisi´nde Öykü Serter´e konuşan Mengi, ilginç açıklamalar yaptı. Ve Mengi bu sözüyle yeni bir tartışmayı da başlatmış oldu: En saygın başyazar kim

Google Haberlere Abone ol
EN SAYGIN BAŞYAZARLIĞI HAK EDİYORUM

Vatan Gazetesi'nin başyazarı Güngör Mengi, birçoklarınca Türkiye'nin en saygın başyazarı olarak gösteriliyor. Çalıştığı her gazetede yüksek hedefler peşinde koşan ve bunlara ulaşan biri o. Üslubuyla da, özel hayatıyla da farklı. Çok ender olarak röportaj veren ve hayatı pek bilinmeyen Mengi ile şu anda bulunduğu yere nerelerden geçerek geldiği ve inançları üzerine söyleştik.



Hayatta iki tip insan karakterinden çekinirim. İlki, kendisine verilen yaşam lütfuyla ne yapması gerektiğini bir kez olsun düşünme zahmetini göstermeyenler, diğeri de amaçlarına ulaşmak uğruna, hırslarına esir olup önüne geleni ezip geçenler. Bu modellerden itinayla uzak durmaya ne kadar özen göstersem de herkes gibi, yaşam dersinin dar ve meşakkatli yollarında, kaderin bana hazırladığı bazı oyunlarda benzeri kimselerle aynı oyunda rol almak mecburiyetinde kalmışımdır. Olsun hayat bu, zaten herşey bir oyun değil mi? Mühim olan "oyunu bize diretilen kurallara göre mi oynamalıyız yoksa kuralları bizzat kendimiz mi koymalıyız?" tercihini yapabilmek. Bu bağlamda hayatı kendi kurallarıyla yaşayan, hiçbir baskı ve özenti yaklaşımın tesiri altında kalmadan geleceğini tasarlayan, Frost'un deyişiyle "ormandaki iki yol ayrımına geldiğinde bu yollardan en az gidilmiş olanını tercih etme cesaretini gösterebilen", nev-i şahsına münhasır şahsiyetlerin yaşam öykülerinden feyz almayı yeğlemişimdir hep. İşte, az sonra okuyacağınız bu röportaj vesilesiyle, kimliğine ve prensiplerine sonuna kadar sahip çıkma mücadelesini vermenin, insana nasıl bir nimet silsilesiyle geri döndüğüne şahit olacaksınız. Kendini ifade edebilmenin insanı nasıl özgürleştirdiğini anlayacaksınız. Ben anladım ve hayran kaldım; bu yüzdendir ki yazımın girizgahında öyle alışık olduğum şen şakrak tarzımın çok ötesinde ağırbaşlı bir minval üzere kalemimi çalıştırmayı uygun buldum. Kendisini tanıma şansına nail olduğum, kalem duayeni Güngör Mengi'yle kimselerle paylaşmadığı hayatı ve düstur edindiği doğruları üzerine çok yol gösterici ve keyifli bir sohbet çıktı ortaya..



Kime sorduysam sizin Türkiye'nin en saygın başyazarı olduğunuz yönünde beyanat verdi. Nasıl bir emek verdiniz de bu bu başarıyı kazandınız?.



Bu konularda mütevaziyim ben. Fakat kendi kendime bir değerlendirme yaparken bunu hakettiğimi de söylüyorum kendime. Ben gazeteciliğe 19 yaşında spor şefi olarak başladım. Demokrat İzmir Gazetesi vardı. Yüzme ve atletizm şampiyonu olduğum için gazetenin patronu beni çağırdı ve "Sen sporcubaşı olacaksın" dedi. O zamanlar, devamlı olarak beğendiğim hangi yazı varsa keser biriktirirdim. Kupürlerle doluydu ceplerim. Karşıyaka'dan İzmir'e geçme süresi olan 20 dakika süresince vapurun en tenha yerlerinde oturur, cebimdeki o güzel röportajları, güzel fıkraları, köşe yazılarını hatmederdim. Bunun bana çok katkısı oldu....



O yazılarda kelime avcılığı mı yapıyordunuz acaba?
Evet... "çok korktu" yerine "yüzü alçıdan bir korku heykeline benziyordu" gibi tanımlamalar dikkatimi çekerdi. Bu çalışmalarla, güncel olayları kavrama ve ifade etme bakış açısı kazandım.1960'da Yeni Asır gazetesine geçtim ve yirmibeş yaşında haber müdürü oldum.Yeni Asır o zaman kent ağırlıklı bir gazeteydi. Müteakiben 1970'li yılların başında, on aylık bir Devir Dergisi maceram oldu. Orada da derginin hem yazı işleri müdürlüğünü yaptım hem de "Periskop" diye bir sütunum vardı. Bu sütun sayesinde iyi yazı yazabildiğimi de fark ettirdim. Daha sonra, yazı işleri müdürü olarak Yeni Asır' a geri döndüm..



Bu tecrübenin sonucunda mı keşfettiniz kaleminizin gücünü? .


Hayır bu bende bir arzuydu zaten. Ancak o zaman bir haber müdürü sorumluluğu ve yoğun mesaisi içinde, öyle birşeye zaman ayırmanın benim için yararlı mı zararlı mı olacağı konusunda tereddütlerim vardı. O tereddütleri aşma şansı elde ettim ve Yeni Asır'a dönerken de başka bir talep hakkını kendimde gördüm. Gazeteyi, evine tek gazete alan ailelerin gazetesi yapma hedefiydi benimkisi. 1980'in başında, Yeni Asır gazetesi sadece 7 ilde sattığı halde o yılın günlük net ortalama satışı yüz yirmi bine ulaştı. Cumhuriyet'i filan geçti ve beşinci gazete pozisyonuna geldi..



"Türkiye'nin elinde çok önemli kozlar var." .



Hayatın şu an ki konumunuza gelmek için bu fırsatları özellikle sunduğunu, seçilmiş olduğunuzu hiç düşündünüz mü? .


Ben kendime hiçbir zaman için çok dar yollardan oluşmuş bir yol ağı çizmedim. Aksine çok geniş bir yol belirledim kendime. Bu yol üzerinde tutarlılık vardır; bencilliği mümkün olduğu kadar uzak tutan bir anlayış vardır; demokrasinin hoşgörüsü ve çoksesliliği vardır. Cumhuriyetin temel değerleri vardır. Halkın değerleri vardır. .



Sabah gazetesinde iken gazetenizin genel yayın politikaları gereğince bazı tavırlar sergileniyordu ve siz genellikle az önce saymış olduğunuz prensipler çerçevesinde bu tür empoze edilen yaklaşımlara direndiniz. Patronlara ve bu popülist yaklaşımlara nasıl karşı koydunuz? Örneğin Sabah Gazetesinin Tansu Çiller'e vermiş olduğu açık bir destek vardı. Siz hiçbir şekilde destek çıkan olumlu bir yorum yapmadınız....



Aslında doğru bir fotoğraf çekmişsiniz. İşi sadece gazetecilik olmayan grupların gazete çıkarmaları gerçeğinde, böyle bir ortamda yazarların çok çok büyük zorlukları oluyor. Genellikle o ticari grubun Türkiye'de liberal bir ekonomi bulunmadığı için, en büyük işveren en büyük kredi veren, en büyük menfaat veren devletle olan ilişkileri haliyle iktidarların ilk dönemlerinde yayın politikalarına yansıyabiliyor. Bir süre için iyi geçinme modu yaşanıyor ancak sonra menfaatler çakışmaya başlayınca, çatışma da başlıyor..



Vatan gazetesi "Rambolara izin verdik" manşeti attığı gün, siz de "Tren Kaçmasın" başlıklı yazınızı yazdınız. Bu konu hakkında da çok eleştiri aldınız. Bunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?.



Ben aslında genel olarak politikamda savaşı desteklemedim.Türkiye'nin 2000'li yıllarda bir hedefi, bir hayali var ve bu hayalin gerçeğe çok yakın olduğu konusunda çok belirgin bir ipucu var benim elimde. 1999 yılında Amerikan başkanı Clinton "2000 li yılların kaderini büyük ölçüde Türkiye'nin kendisine biçeceği rol belirleyecektir" diyor. Türkiye'nin stratejik konumu bakımından elinde bu kadar önemli kozlar var. Ben dedim ki, savaşı önlemek mümkünse önleyelim ama önlemek mümkün değil ise Türkiye'nin 2000li yıllarla ilgili gerçekleşebilecek hedeflerini kumar masasında kaybetmeyelim. Devamlı olarak bunu savundum ve maalesef 1999 yılında Türkiye'nin layık olduğu rol birliği ve bugün o asla yapmayalım dediğim günahları işlemek suretiyle, iddiasını kaybetmiş, elindeki en güçlü strateji kozunun katsayısı neredeyse sıfıra inmiş bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Böyle bir noktaya gelmemenin uyarısını yapmaya çalışıyordum o yazımda da..



"Güçlü bir kadınla yaşamak erkeği diri tutar." .



Özel sorular sorabilir miyim? Nasıl bir baba olarak görüyorsunuz kendinizi? .


Bu huzurumu aradığım şeyi evde bulabilme sırrını koruyabilmek için hiçbir televizyon programı çağrısına cevap vermedim. Şimdiye kadar hemen hemen hiç görmemişsinizdir röportaj verdiğimi..



Evet görmedim. Sizinle ilgili bilgi sahibi olabilmek için yazılı hiçbir kaynak bulamadım. Kaynaklarım sizi yakından tanıyanlar... Onlar da sizin bu hassasiyetinizi bildiklerinden olsa gerek pek de yardımcı olmadılar ve sizin müsaade edeceğiniz ve bilmem gerekenin dışında hiçbir bilgi sunmadılar bana. Ben de size soruyorum..



Aslında ben kendilerini düzeltmekten çok başkalarının hayatını kurcalamakla tatmin bulan bir yanlış kültürün ortaya çıkardığı tehditlere karşı işleyen bir savunma mekanizması kurabildiğim için bugün bu kadar mutluyum..



Sorumuza dönelim. Bir baba olarak kendinizi hiç eleştirdiniz mi? .


Tabi eleştirdim.Yine sevdiğim bir sözle yanıtlamaya çalışayım. "çocuklarımıza kökler ve kanatlar dışında miras bırakabileceğimiz ne vardır" diye soruyor bir düşünür. Ben haftanın 7 günü çalışan, bunu bir anlamda bencillik noktasında götüren, bundan dolayı aslında çocuklarımdan özür dilemek de zorunda olan biriyim. .



Ruhat hanımı çok severek aşık olarak evlenmişsiniz. O kadar ki, bir ödül töreninde yılın gazetecisi ödülünü alırken kendisine sizin başarılarınıza olan katkısından dolayı teşekkür ettiniz. Bu kadar özel hayatının mahremiyetine inanan, bu konuda ketum davranan sizin gibi bir karakter için bu açıklamayı yapma ihtiyacı Ruhat Mengi'ye olan sevginizden mi kaynaklandı? .



Aslında aşk nedir? Aşk paylaşılan şeylerin çokluğu ve o gönüllü paylaşmanın verdiği heyecan ve tatmin duygusu değil mi bir anlamda. Aynı mesleği yapıyor olmamızın bu paylaşılacak şeyleri çoğaltmak açısından çok önemli bir katkısı oluyor. Onun merakları da benim denetleme ve gözlemleme açımla çok iyi örtüştüğü için birçok konuda çok rahatlıkla konuşabiliyoruz. Bu konuşmalardan hem o yararlanabiliyor hem de ben istifade edebiliyorum. Bunu çok hınzırca kafa çalıştırmayan, doğru düşünmeyi bilebilen insanlar görüyorlardır. Herkesin gördüğü bişeyi neden saklamaya gerek duyayım ki. .



Ruhat Mengi'yi bir karakter ve kadın modeli olarak nasıl gördüğünüzü soracağım. TV'de tartışma programlarına çıktığı zaman son derece hararetli, kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü bir kadın modelini temsil ediyor. Erkek başarısına sahip olabilmiş bir kadınla yaşamanın bir erkek için ne gibi olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Her başarılı erkeğin arkasındaki kadınla mı birlikte yaşaması daha kolay yoksa o başarılı erkeğin yanındaki kendi başarısına sahip olabilme kaygısı olan bir kadınla mı?



Böyle bir hayat insanı mutlak surette diri tutar. Ama şartı var, herkes yapamaz bunu, bazıları için cehennem yaratabilir. Doğrularına sahip kişiliği gereksiz yere eğilip bükülmeyen bir kadın kişiliği bazıları için bir cehennemdir. Bir de karşınızdaki kadını bir kişilik olarak kabul etmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi ve ona göre bir ilişki yaratıyorsunuz. Bunu yakaladıktan sonra neden bundan şikayet edesin. Benim şimdiki amacım, bu yapıyı mümkün olduğu kadar geliştirme yönünde oluyor. Bunu ayakta tutmak için aşırı bir çaba, aşırı bir özveri falan da göstermiyorum. Zaten kendiliğinden oldu bu.







GİZLİ SAKLI



Gençliğinde Orkestrada şarkı söylüyordu.


Frank Sinatra, Nat King Cole, Tom Jones gibi ustaların şarkılarını yorumluyordum. İyi de para kazandım. İzmir'de, Amerikan Subay Kulübünde çaldım. Müzisyenlik benim kendime biçtiğim hayat rolüyle pek uzlaşamadı. Zaten şarkı söylerken hareket de edemezdim; elime kontrbası alıp dururudum öyle. O zaman "sen bu işi yapamıyacaksın, gazeteciliğe devam et" dedim ve gazeteciliği sürdürdüm.



Bugünkü ortam ve popülarite olsaydı müziği tercih eder miydiniz?


Hayır gazeteciliği feda etmem.


Yüzme


Karşıyaka klübünde 1955-58 arası yüzmüş.


Atletizm ve basketbol oynamış ve hala günde 5 km koşuyor.


Meditasyon yapıyorsunuz. Mantranız var. Bu hayat tarzına ne zaman sahip oldunuz?


10 seneyi geçti. Türkiye gibi sürekli krizler içinde yüzen bir ülkede insanın kendisini günde iki defa düzene sokması, reset etmesi gerekli. Hem sabahleyin işe gelirken, işe gözünü yeni açmış gibi başlamak için hem de işten yorgun argın eve dönerken yolda bu çalışmayı yapıp eve sabahleyin yeni kalkmış gibi gelmek insan için çok önemli bir şey.



Teknik.ayurveda



Restoran:la pergola'nın balık çorbası..


En sevdiğiniz şarkı: My way (Frank Sinatra)



Film aktörü ve aktrisi: Çoğunu severim..


Sıradaki Haber İçin Sürükleyin