İşte habertürk'teki röportajın
tamamı.
Bab-ı Ali'nin en iyi kadrosunu kuruyoruz
Ciner Grubu'nun heyecanla beklenen gazetesine ilişkin tüm
detayları, Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı anlatıyor...
"Yayın politikamızın özü budur; demokrasi, tam ve gerçek demokrasi
tek arzumuzdur. İnsan hakları önceliğimizdir. Birey bizim için
önemlidir. Vatandaş önemlidir. Mesela şöyle diyebilirim. Eğer kamu
ile yurttaş karşı karşıya gelirse ve her ikisi de kendi
penceresinden haklıysa biz burada yurttaştan yana oluruz. Bireyden
yana oluruz. Keza otorite ile haklar ve özgürlükler karşı karşıya
gelirse biz burada haklar ve özgürlüklerden yana oluruz. Otoriteden
yana asla olmayız. Avrupa Birliği’ne olan inancımız hala tamdır ve
bunun için elimizden geleni yaparız"
Fatih Altaylı, CİNER Grubu'nun heyecanla beklenen gazetesine
ilişkin tüm detayları Gülin Yıldırımkaya'ya anlattı.
Gülin Yıldırımkaya : Son dönemde medyanın en gözde yöneticisi
sizsiniz. CİNER Grubu'nun çıkaracağı gazete meslektaşlarımız için
büyük umuttu, bir de üzerine ekonomik kriz geldi. Heryerde işten
çıkarmalar, küçülmeler varken siz büyük transferlere imza
atıyorsunuz. Herhalde artık tarih netleşti, ne zaman çıkıyor
gazetemiz?
Fatih Altaylı: Medyanın en gözde yöneticisi miyim bilemiyorum. Ama
arandığım doğrudur, meslektaşlarım tarafından bolca aranıyorum.
Bir; zaten binlerce işsiz gazeteci var, medyada yeni iş
potansiyelleri üretilmediği için. İki, bulundukları konumdan memnun
olmayan çok sayıda insan var ve asıl önemli olan da bu. Birçok
arkadaşımın şu anda, dışarıdan bakıldığında çok iyi görünen, parlak
görünen pozisyonları var. Onların yerinde olmak isteyen gazeteciler
var ama o arkadaşlarım oldukları yerde gazetecilik yapamadıklarını
düşünüyorlar. Potansiyellerini yeterince değerlendiremediklerini,
Türkiye için faydalı bir iş yapamadıklarını düşünüyorlar. O yüzden
de ayrılmak, gazetecilik heyecanlarının prim yapacağı bir ortamda
bulunmak istiyorlar. Çoğu 25 senedir, yakından uzaktan birbirimizi
tanıdığımız bildiğimiz insanlar oldukları için de bizimle beraber
olmak istiyorlar. Çünkü burada iyi, bağımsız gazetecilik
yapılacağını, haberlerin saklanmayacağını ya da gazetecilikle
ilgili olayların başka yönlerden kullanılmayacağını biliyorlar.
Benim meslek hayatımın geçmişine baktıkları zaman, Sabah'taki
yöneticilik dönemime baktıkları zaman bundan emin oluyorlar. O
yüzden de burada çıkmakta olan oluşuma yönelik 'bir ilginç
teveccüh' diyeyim, var arkadaşlarımız arasında. Biz de bunları
değerlendiriyoruz.
ARALIK BAŞINDA ALTYAPI ÇALIŞMALARIMIZ BİTMİŞ OLACAK
Bu kadar talep varken değerlendirmek, kadroya karar vermek zor olsa
gerek. Daha önce çalıştığınız isimler mi daha avantajlı?
Bir şeye dikkat ediyoruz, burada eleman ya da gazeteci istihdam
ederken, o arkadaşlarımızla yola çıkarken, iyi insanlara bakıyoruz.
İyi insanlık derken, namuslu, dürüst, gazetecilik dışında işi
uğraşı olmayan ya da gazetecilik mesleğini başka yönlerde
değerlendirerek şahsi veya başka şekilde çıkar sağlamayan insanlar
olsun, sonra iyi gazeteci olsun diye bakıyoruz. Böyle iki kuralımız
var, bunda da şu ana kadar başarılıyız. Tarihe gelince, yaklaşık
bir yıl kadar önce yeni bir gazete çıkarmaya karar verince önce bir
altyapı kurmak gerektiğini düşündük. Türkiye'de pek çok gazete
çıkıyor, dünyada da pek çok gazete çıkıyor ama bizim gibi gazete
çıkartan şimdiye kadar olmadı. Ne yapılır genel olarak? Bir
yatırımcı bulunur. Bu yatırımcı minimum yatırım yapar, bir ofis
tutar, birkaç bilgisayar alır. Eskiden o da yoktu,bir kadro kurar
sadece kapıya kilidi vurduğu anda hiçbir kaybı olmayacak şekilde
maaşları öder, bir matbaa bulunur o matbaada fason baskı
yaptırılırdı. Sonra gazete satarsa ileride bir matbaa kurulur falan
gibi alttan gelen bir organizasyon vardı. Biz böyle yapmadık. Biz
dedik ki; gazete mi yapacağız? Yapacağız. Bu gazete nasıl olacak?
Türkiye'nin en iyi ve en pahalı gazetesi olması lazım. Bunun için
iyi bir altyapı gerekir. Daha hiç kimsenin bizim gazete
çıkaracağımıza dair beklentisi yokken Turgay Ciner'le ben oturduk,
ben yurtdışında fuarları gezdim, orada bazı fikirler oluşturduk.
Daha sonra Turgay Bey'le birlikte onları misafir ettik, oturup
konuştuk, danışmanlıklar aldık ve iddia ediyorum, dünyanın en iyi
matbaa makinasını ısmarladık. Getireceğimiz makina Türkiye'de hatta
dünyada bugüne kadar hiçbir gazete yayıncısının almadığı kadar iyi
bir makina. Türkiye'deki gazetelerden çok farklı, dünyada yeni
gelişen gazete trendlerine uygun bir makina. Yani kullanacağı kağıt
farklı. Baskı kalitesi farklı ve dünyada matbaa alanında gelişmiş
tüm teknolojileri de, bizim matbaayı aldığımız firmada
bulunmayanları da başka yerlerden, uzmanlarından alarak oluşturduk.
Hibrit bir makina aslında. Çok fazla kapasitesi var. Hem okuyucu
açısından çok fazla vaatte bulunan bir makina hem de reklamveren
açısından. Reklamverenlere de, bu gazeteye ilanını basmak
isteyenlere de farklı imkanlar sunacak. O yüzden de altyapı
hazırlıklarımız biraz uzun sürüyor. Makinanın imalat süresi
yaklaşık 11 ay tuttu. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana'da matbaa
kuruyoruz. İstanbul matbaamız zaten dev bir matbaa. Bunun yanında
Adana, İzmir ve Ankara'daki matbaalarımız da İstanbul'dakinden
biraz daha küçük ölçekli ama kendi bölgelerindeki en iyi matbaalar
olarak kuruluyor. Önce merkez binamızı yaptık, Taksim'deki binayı.
Bu bina rekor sürede bitti, 11 ayda tamamlandı. Taşındık buraya. Şu
anda 70000 m2 matbaa inşaatımız sürüyor. Bu aralar makinaların
montajları var. İstanbul matbaasında montaj iki aşamalı olarak
yürüyor ve orada da yüzde 50'leri geçtik şimdi montajda.
Zannediyorum bir buçuk 2 ay içerisinde makinaların montajı bitmiş
olacak 4 matbaamızda da. İstanbul matbaamız tamamı renkli, 96 sayfa
gazeteyi, saatte 180 bin hızla basabilecek kapasitede ve bunun
yanında üzerinde pekçok matbaa teknolojisi yeniliği barındırıyor.
Diğer matbaalarımız bundan biraz daha düşük kapasiteye sahip ama
yakın kapasiteler hepsi. Aralık başı gibi bizim altyapı
yatırımlarımız bitmiş olacak.
1 OCAK'TAN SONRA HER AN ÇIKABİLİRİZ
O zaman gazete Ocak'ta yayında diyebiliriz..
Diyemeyiz. Niye diyemeyiz? Bu kadar yoğun bir yatırımdan sonra
bizim bu gazeteyi çıkarmak için müthiş bir acelemiz yok. Ocak
başında da olabilir. Bilmiyorum, daha karar vermedik ama ben
yurtdışında bu konudaki deneyimlere çok saygı duyuyorum. Mesela
Independent gazetesi yayın hayatına başlamadan önce yaklaşık birkaç
ay kapalı devre yayın yaptı. Biz de burada bu sistemi kapalı devre
bir süre çalıştıracağız. Yani olabilecek her türlü aksaklık, her
türlü sıkıntı gazeteyi piyasaya vermeden önce başımıza gelsin
istiyoruz ki; bunlarla ilgili önlemlerimizi alabilelim. O yüzden
şöyle söyleyebilirim; biz kendimizi yüzde yüz hazır hissettiğimiz
anda çıkacak. Çünkü gazete gibi bir varlıkta biz bir yanlış yapıp
veya yarın öbür gün teknik bir aksaklıkla karşılaşıp 'Kusura
bakmayın' deme şansına sahip değiliz, öncesinde tamamen hazır
olmamız lazım. Ocak'tan sonra her an çıkabiliriz. 1 Ocak'tan sonra
her an çıkabiliriz.
Adını belirlediniz mi?
Adını 3 seçeneğe indirdik. Ama belirlemedik. Gazetelerde çıkan,
internet sitelerinde çıkan haberlerin hiçbiri doğru değildir.
Oralarda yazan isimler, aklımıza gelmiş isimler bile değil.
BAB-I ALİ'NİN EN İYİ KADROSUNU KURUYORUZ. SABAH'TAN DA,
HÜRRİYET'TEN DE, MİLLİYET'TEN DE DAHA GELECEK ARKADAŞLARIMIZ
VAR
Çok değerli isimler transfer ettiniz, özellikle Sabah
Gazetesi'nden. Neden Hürriyet'ten, Milliyet'ten değil de hep
Sabah'tan? Şöyle bir algı oluştu medyada; "Sabah'ı çökertmeye
çalışıyor Fatih Altaylı"
Hayır, Sabah'ı çökertmeye çalışmıyorum. Tam aksine Sabah'la hiçbir
derdim yok. Herhangi bir gazeteyle hiçbir derdimiz yok, gazete
çökertmeye çalışmıyoruz. Aldığımız isimlerin tamamının Sabah'tan
olduğu doğru değil, yönetim kadrosunun belli bir kısmını Sabah'tan
alıyoruz. Niye? Çünkü Sabah'ta benim o arkadaşlarla sürmüş bir
mesai beraberliğim var ve birbirimizin gazetecilik uslübunu
biliyoruz. İkinci faktör, bizim yeni gazetemizin yayın politikasına
baktığınız zaman eski Sabah'la paralellik arz edecek bir yapı.
Nedir o yapı? Birincisi biz, demokrasiden yanayız, piyasa
ekonomisinden yanayız, bugün piyasalar çökmüş olsa bile, biz
serbest rekabetten yanayız. Ve özgürlükçü bir gazete yapmak
istiyoruz. Elbette ki; Hürriyet'te benim çok iyi arkadaşlarım var
ve o arkadaşlarımın bir kısmı benimle beraber olacaklar. Ama öz
olarak biz, geçmişteki Sabah'ın, -bugün artık Sabah o noktada değil
ama- temsil ettiği bazı değerlerin Türkiye'de geçerliliği olduğunu
ve onların sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz. O yüzden de oradan
bazı yönetici arkadaşlarımı almam son derece normal ama baktığınız
zaman benim yardımcım Doğan Satmış Hürriyet'ten. Onu Hürriyet'ten
Sabah'a almış olmam onu Sabah'çı yapmıyor. Sabah'ta 1 sene
çalışabildi. Keza Milliyet'in yazı işlerinden, Akşam'ın yazı
işlerinden, haber merkezinden, Milliyet'in haber merkezinden,
Vatan'ın haber merkezinden pek çok arkadaşım var burada. Memet
Güler Vatan'dan geldi. Milliyet'ten gelecek olanlar var. Halil Özer
Milliyet'ten geldi. Milliyet sporda en güçlü gazetedir yıllardan
beri; o yüzden bizim spor ekibimizin bir bölümü Milliyet'ten geldi,
bir bölümü Takvim'den geldi mesela. Bizim İddia ekimiz Takvim'den
geldi. Biz şöyle yapıyoruz; en iyiler neredeyse oradan alıyoruz.
Bugüne kadar da burada teklif götürdüğümüz arkadaşlarımızın
neredeyse tamamı, 2 kişi hariç bizim teklifimize olumlu baktılar ve
geldiler. Emin olun ki; ben teklif götürmeden önce arkadaşlarımız
bizimle çalışmak istediklerini iletiyorlar ve ondan sonra
konuşuyoruz. 'Ben size gelmem' diyen kimseyle benim bir ikna turum
olmadı. Ben sadece çalışma isteğini beyan etmiş arkadaşlarımıza
'Gel' diyorum. Bir yenilik yapıyoruz burada, baktığınız zaman
Sabah'tan aldığımız isimlerin hepsi Sabah'ın 'creme de la
creme'idir. Yani Sabah'ı Sabah yapan adamların hepsini biz buraya
aldık. Ve bunlar son dönemde Sabah'ın içinde bulunduğu kaotik
ortamdan son derece rahatsızdılar. Buraya bir anlamda kurtuluş
maksadıyla geldiler. Çünkü bu gazetenin temsil ettiği değrlerden
uzaklaşmış olması onları da rahatsız ediyordu. Sabah'tan belki
başka alacaklarım da olabilir, bu düzeyde olmasa da. Keza
Hürriyet'ten bazı arkadaşlarım geldi, başkaları da gelecektir.
Milliyet'ten gelecektir. Daha Ankara büronun kuruluşuna başlamadık,
Ankara büromuz daha oluşacak. Orada ilginç sürprizlerimiz olabilir
ama şu çok net ki; Bab-ı Ali'nin galiba en iyi kadrosunu kuruyoruz.
Genç ama tecrübeli arkadaşlar, kendilerini kendi yaptıkları işle
kanıtlamış arkadaşlar var ve Sabah ağırlıklı olduğu kanaatinde
değilim. Bu gazete Hürriyet gibi bir statüko gazetesi olma
arzusunda değil ya da aşırı ulusalcı çizgi içerisinde olma
arzusunda değil. Bu gazete bir vatansever gazete olacak elbette,
Türkiye aşığı bir gazete olacak moda deyimiyle belki ama ulusalcı
gazete olmayacak, onu herkes onu biliyor, bilmeli. Benim olduğum
yerde olmaz. Kör ulusalcı çizgide olmayacak ama herkesten daha
vatansever olacak. Vatanı sevmenin bir tane yöntemi yok. Vatanı
sevmek demek o vatanı paylaşan vatandaşların daha iyi koşullarda
özgürce yaşamasını sağlamak demek. Bizim vatanseverliğimiz o
noktada ulusalcılık gibi ya da bir baskı rejimi gibi ya da
demokrasi dışı yöntemlere "gerekli hallerde" prim tanımak gibi
olamaz. O yüzden de Sabah'tan çok isim alması normaldir.
HINCAL ULUÇ FENAFİLLAH MERTEBESİNE ULAŞMIŞTIR, KENDİSİ İSTERSE
GELİR
Hıncal Uluç da o isimlerden biri olabilir mi, gelecek mi?
Hıncal Uluç, Turgay Ciner'in daha önce söylediği gibi fenafillah
mertebesine ulaşmıştır. Yani ne isterse onu yapar. Hıncal Uluç'a
benim 'Bu gazeteye gel' demem söz konusu değildir. Kendisi şunu
bilir ki; ben bu gazetede onu görmek zaten isterim. Canı isterse
gelir, canı istemezse gelmez. Ben Hıncal Uluç'a kalkıp gel deyip,
"Hayır, gelmiyorum" demesine de izin vermem. Yani refüze olmak da
istemem veya onu beni refüze etmiş durumuna düşürmüş olmak istemem.
Benim olduğum her yerde, Hıncal Uluç'un başımızın üzerinde yeri
vardır. İsterse gelir, istemezse gelmez, kendi bileceği iş.
HALEN BAŞKA GAZETELERDE YAZDIKLARI İÇİN İSİMLERİNİ SÖYLEMEM,
SÜRPRİZ YAZARLAR OLACAK
Köşe yazarı sayısı az olacak diyorsunuz hep. Bir rakam var mı
kafanızda? Kaç köşe yazarı olacak? Köşe yazarlığı kesinleşen
isimler kimler?
Bunu söylemem mümkün değil. Niye mümkün değil? Birincisi, okuyucu
açısından da, medya sektörü açısından da sürpriz olmasını istiyorum
bunun. İkincisi, bu arkadaşlarımızın bazıları halen bazı
gazetelerde yazıyorlar ve bugün adlarından bahsediyor olmak onlar
açısından sıkıntı yaratıcı olabilir. Gerçi bazılarının kendi
gazetelerinde duydukları rahatsızlığı dile getirdiklerini de
biliyoruz zaman zaman ama ne olursa olsun, gazetenin çıkmasına
yakın yaratmak istediğimiz sürpriz efektini ortadan kaldırmamak
için isim vermiyorum. Ayrıca da arkadaşlarımızı da zor durumda
bırakmak istemem ama bu gazetede herkesin okumaktan keyif alacağı
eski bildikleri ve yeni bazı yazarlar olacaktır. Ama çok kalabalık
bir yazar kadrosu dediğiniz gibi kurmayacağım.
Neden?
Bir kere, bizim oluşturduğumuz gerek yazı işleri, gerek muhabir
kadrosu net olarak herkes tarafından görüldüğünde şuna gelecekler
ki; bu gazetenin her bir muhabiri aslında köşe yazarı kıvamında.
Her biri kendi alanında uzmanlaşmış ve her biri Türkiye'nin son 10
yıldaki veya 5 yıldaki gündemine çok önemli haberleri sokmuş
arkadaşlarımız. Bunların her haberleri, yapacakları analizler zaten
birer köşe yazısı kıvamında olacak. O yüzden de ben bu gazetede
okunsun okunmasın, adı var diye çeşitli köşeleri çeşitli isimlere
tahsis etmek, onlara oralarda küçük, kendi halinde derebeylikler
yaratmak istemiyorum. Bu gazetede köşe yazarı olabilmek için bu
konuda kendini hakikaten kanıtlamış ve okunan bir köşe yazarı olmak
farzdır. Ben inanıyorum ki; bu gazete zaten kendi içerisinde bir
süre sonra köşe yazarından daha iyi köşe yazarı, muhabirler,
editörler üretecektir. Zaten gazeteyi gördüklerinde insanlar
anlayacaktır, bu gazetede köşe yazarına çok da ihtiyaç yok, her
biri bir köşe.
EMİN ÇÖLAŞAN O RÖPORTAJDA DOĞRU DAVRANMADI. SÖYLEDİKLERİ ÇOK HOŞUMA
GİTMEDİ, HER TARAFINDAN YANLIŞ BİR İŞ
Emin Çölaşan bir röportaj verdi, Talat Atilla'ya. Herhalde
okumuşsunuzdur.
Okudum.
Sizin ağzınızdan alamamıştık bugüne kadar, 'Hiç kimse ile anlaşmaya
varmadım' demiştiniz daha önce bu konuyla ilgili olarak ama Çölaşan
el sıkıştık diyor. Anlaştınız mı?
Emin Çölaşan'ın o röportajını okudum ve açıkçası okumaktan da çok
memnun olmadım. Çünkü o röportajda Emin Çölaşan çok da doğru
davranmamış. Emin Çölaşan'la çalışmanın zor olduğunu biliyorum ben.
Emin Çölaşan'la doğrudur görüştük, belli noktalarda anlaştık, belli
şeyleri konuştuk ama Emin Çölaşan orada sanki farklı bir üslupta
konuşmuş. Bazı şeyleri yanlış algılamış. O konuşmada ben vardım,
kısa bir bölümünde Turgay Bey vardı, konuşma değil yemekti Turgay
Bey'in olduğu bölümü. Sonra Turgay Bey, Emin Bey ile beni bırakıp
çıktı. Çünkü gazetenin, gerçekten hiç bir şeyine çok doğrudan
müdahelesi yok. Yani teknik altyapı dışında, yazıişlerinde Turgay
Bey'in en küçük bir tasarrufu olmuş değil. Emin Çölaşan tarafından
baktığınız zaman da, biz Emin Bey'le gazetenin yazı konsepti
üzerine konuşurken, 'Özgür olabilecek miyiz?' dedi. Ben "İşte benim
yazdıklarım ortada, herşeyi yazabiliyorum. Bu gazete Türkiye'de
olunabilecek en yüksek özgürlüğe sahip gazete olacak ama yanlış
anlamayın bu gazetede insanların fütursuz yazabilecekleri anlamına
gelmiyor. Bu editöryal sınırlamanın sebebi, patronaj, patronajın
işleri, siyaset ilişkileri falan değildir. Benim mesleki olarak
uygulamak istediğim ilkelerdir, oralarda bazı sınırlamalar elbette
ki olacaktır. Sizin fikrinize değil ama fikrinizi anlatma
biçiminize zaman zaman ben uyarılarda bulunabilirim" dedim. Ve
Turgay Bey'in söylediği cümle de o bağlamda bir cümledir. Turgay
Bey zaten o cümleden sonra çok fazla kalmadı orada. Beraber aynı
masada yemek yiyorduk dört kişi, Turgay Bey onu şu anlamda söyledi
o gün, 'Özgür olabilecek miyiz?' diye ona döndü Emin Bey, Turgay
Bey şöyle dedi; "Emin Bey, ben hayatımın hiç bir döneminde hiç
kimseden korkmadım, hiç kimseden çekinmedim. Bakın, benim malım
gasp edildi ama çıkıp tek kelime etmedim" dedi. "Benim için önemli
değil bunlar. Ben para, pul, şan, şöhret peşinde değilim. Böyle
birşeyle benim bir alakam yok. Gazeteyi Fatih yönetir, editoryal
bağımsızlığının garantisi, odur" dedi. Sabah Gazetesi'nde birgünden
birgüne ben, Turgay Bey'den şunu yaz, şunu yazma gibi birşey
duymadım. Gazetede ne olduğunu bilmezdi bile. Sabah bütün okurlar
nasıl gazeteyi alıp okuyorsa, Turgay Bey de aynen öyle alır,
okurdu. Herhangi bir yorum da yapmazdı. Turgay Bey'in Ciner
Grubu'nun sahibi olarak gösterdiği tek hassasiyet şudur; bana da
söylediği hep budur, "Ne olur somut hata yapılmasın." Özellikle
ekonomi sayfası rakamlarla ilgili, bu rakamlar doğru mu, bu konuda
çok hassastır. Onun dışında hiç birşeye karışmaz, ilgilenmez bile.
O daha çok bir yatırımcı gözüyle bakar konuya ve çıkan ürünün
kendini utandıracak bir ürün olmaması ile ilgilenir, ayıplı bir
ürün olmaması ile ilgilenir. Onun dışında, kimden yana olmuşuz,
kime karşı olmuşuz, o gün kimi eleştirmişiz, bunlara bakmaz bile.
Emin Bey'in o röportajını o yüzden biraz garipsedim çünkü orada
kendi aramızda yaptığımız samimi konuşma, kötü niyetliler
tarafından farklı anlama çekilecek şekilde yansıtılmasını doğru
bulmadığımı söylemek isterim. Doğru bir tavır değildi. Ortada
yanlış, kötü birşey yok ki; bunu da duyurmak istesin. Niye yaptı
bilemiyorum belki yazı yazmamaktan ötürü canı sıkılmış, konuşmak
istemiş. Doğru yapmadı. Keza benimle ilgili söylediği bazı şeyler
var, onlar da çok hoşuma gitmedi.
HAYATIMDA BİR GÜN SİLAH TAŞIMADIM, O DA BİR ABUK SABUKLUK
Bir silahla gazete bürosu basma olayından bahsetmiş mesela. Nedir o
mesele? Silah taşır mısınız siz?
Güneş Gazetesi'nin Ankara bürosundan bahsettikleri dönem, 1990 yılı
yanlış hatırlamıyorsam, 91 mi 90 mı, benim silahlı büro bastığım
iddiası. Emin de böyle bir yazı yazmıştı, ben de o dönem onu dava
etmiştim. O röportajı yapan arkadaş demiş ki; Fatih Altaylı silahla
büro bastı, o zaman gençti. Ben o zaman gençtim hala gencim. Ben
hayatımda bir gün silah taşımadım. Siz buraya geldiniz, silahlı bir
halim mi var benim? Hayatımda bir gün beni beLimde silahla görmüş
biri varsa, o gün Ankara Güneş bürosunda çalışanlar da dahil. O
rivayetin temelinde şu var, kulaktan dolma bir efsane halinde
yayılmış, Güneş Gazetesi'nin Ankara bürosunda çalışanların bir
eylemi vardı. O dönem gazetenin patronu olan Asil Nadir, beni
Ankara'ya gidip bu eylemi sona erdirmekle, daha doğrusu Ankara
büronun çalışmasını sağlamakla görevlendirdi. Ben de Ankara'ya
gittim ve arkadaşlarla bir toplantı yaptım. Dedim, 'Arkadaşlar, ben
sizin haklarınızı alamamanızdan ötürü eylem yapmanızı hoşgörü ile
karşılıyorum ama bu gazete çıkmak zorunda. Kusura bakmazsanız ben,
burada bu eylemi sürdürmek istemeyen arkadaşlarla beraber, haber
geçeceğim İstanbul'a, eylemi sürdürmek istiyorsanız buyurun
aşağıdaki odaların hepsi sizin, bize bir oda yeter, İstanbul'a
yeter ki haber geçelim buradan'. Nurcan Akat'tı o zaman gazetenin
Ankara Temsilcisi, Nurcan Hanım'a dedim ki; 'Sizin patron
temsilcisi olarak burada görevinizin başında olmanız lazım'. Nurcan
Hanım dedi ki; ben arkadaşları destekliyorum. Ben de o zaman sizi
temsilcilik görevinden alıyorum. Ben bunları yaparken Asil Nadir'in
Türkiye'deki yöneticilerinden bir tanesi de, benim gitmem üzerine,
Ankaralı bir güvenlik firmasına demiş ki; Fatih Altaylı oraya
gitti, orada 300 kişi var, aralarında yalnız kalacak, 2 güvenlik
elemanı yollar mısınız? Onlar da benim bilgim dışında, 2 güvenlik
elemanı yollamışlar. Ben oradan çıktığım zaman gördüm onları,benim
korumaya ihtiyacım yok, gidin dedim, gittiler. Orada yarım saat,
arkadaşlar toplanırken kapının önünde oturan 2 kişinin varlığı,
Fatih Altaylı silahla bastı diye çıktı. Benim silahım yok. Ben
hayatımda bir gün silah taşımadım. Korumam var devletin vermiş
olduğu, resmi, polis memuru korumam var ama bir gün silah taşımadım
ben. O da bir abuk sabukluk. O zaman gençti hata yapmış olabilir.
Hayır, ben gençliğimde de hata yapmadım, hiçbir zaman silah
taşımadım, hiçbir zaman silahla bir yer basmadım. O neyse abuk
sabuk başka bir şey de... Yani her tarafından yanlış bir iş.
EMİN ÇÖLAŞAN'LA ÇALIŞMA FİKRİMİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRECEĞİM
Peki bu yanlış iş sizin Emin Çölaşan'la çalışma fikrinizi yeniden
gözden geçireceğiniz anlamına mı geliyor? Vaz mı geçtiniz
Çölaşan'dan?
Bilmiyorum.
Düşüneceksiniz yani, kararınız değişebilir öyle mi?
Düşüneceğim, evet.
Ankara kadrosunu henüz oluşturmadık sürprizler var demiştiniz,
Ankara için de yazılan isimler oldu.
Kimi yazdılar?
Okan Müderrisoğlu'nu yazdılar Ankara Temsilcisi olarak. Doğru
mu?
Okan Müderrisoğlu benim çok sevdiğim bir kardeşim, bir arkadaşım.
Beraber keyifle çalıştık, Okan'la her zaman çalışırız ama Okan'la
bu konuda yapılmış herhangi bir görüşmem yok.
Muhafazakar kanadı temsil eden isimler de olacak mı? Nazlı Ilıcak,
Fehmi Koru gibi isimleri düşünür müsünüz?
Temel prensip olarak bu gazetenin kapısı hiçbir iyi gazeteciye
kapalı değildir. Önemli olan, namuslu, iyi niyetli ve tutarlı,
prensipli bir çizgiyle sahip olmaktır. Söz ettiğiniz isimleri de bu
kapsamda değerlendiririm ben. Bu tanımlara uyuyorlarsa kapı
açıktır. Nazlı Ilıcak’ı bu röportajı okuyacakların
değerlendirmesine bırakıp Fehmi Koru’ya dönelim isterseniz. Fehmi
Koru, iyi yazar. Ya da iyi yazardı, diyeyim. Fehmi Koru'ya geçmişte
benim kızgınlıkla birlikte saygım vardı. Dedim ya, namusluysan
herkes saygı duyar, kızsa bile diye. Fehmi Bey’in fikirlerine
kızsam da, beğenmesem de saygım vardı. Ama bugün artık benim Fehmi
Koru'ya kızgınlığım olsa da, saygımın olduğunu söyleyemem. Neden?
Çünkü Fehmi Koru, geçmişte eleştirdiği herşeyin derin bir
kompleksten kaynaklandığını ortaya koydu. Bilderbergçiler,
Bilderbergçiler diye eleştirdi Bilderbergçilerin toplantısına
katıldı. Kendisi onunla ilgili hiçbir şey yazmadı. Birdenbire o
kulubün bir üyesi oldu. Anlıyorum ki ben, Fehmi Koru
kompleksleriyle hareket ediyor. Yarın Fehmi Koru bir kadın için çok
çirkin bir kadın derse ben anlayacağım ki; Fehmi Koru o kadınla
yatmak istiyor. Neyi kötülerse onun bir özlemi var Fehmi Koru'da.
Yıllarca güç simsarlığı yapan gazetecilere, siyasete yakın olan
gazetecilere demediğini bırakmadı. Ertuğrul Özkök'e, diğerlerine,
şimdi bakıyorum kendisi beterini yapıyor. Üstelik bundan keyif
alıyor, bunu bir güç gösterisi haline getiriyor. Fehmi Koru'yu AKP
iktidarı öncesindeki Fehmi Koru olarak ya da Abdullah Gül'ün
Cumhurbaşkanlığı öncesindeki Fehmi Koru olarak düşünürsek bu
gazetede yazmasını çok isterdim. Ama bugünkü Fehmi Koru çok fena
bir Fehmi Koru yani eleştirdiği, kızdığı, ne varsa bugün kendi
bünyesinde toplamış, barındıran bir adam haline geldi. İşin özünde
İlkeli bir muhafazkar bir yazar benim gazetemde yer bulabilir.
Bulmalı da. Bunların da sayısına baktığın zaman zaten Türkiye'de
hem bizim gibi özgürlükçü, demokrat, çağdaş olacak, hemde
muhafazakarlığı bu dediğim kavramlarla birleştirmiş olacak.
Bunların sayısı da Türkiye'de üçü geçmez, bu üçünden birini de bu
gazetede görmek isterim.
HANGİ YAZARLARI GÖRMEK İSTERSİNİZ DİYE ANKET YAPTIK, ŞAŞIRTICI
YANITLAR ALDIK
Kamuoyunun beklentilerini de dikkate aldığınızı biliyorum gazeteyi
şekillendirirken, birçok anket yaptırdınız. Ne sordunuz, ne yanıt
aldınız?
Türkiye'de yeni bir gazeteye ihtiyaç var mı diye sorduk. Buna
Türkiye çapında verilen yanıtların oranı yüzde 23. Türk halkının
yüzde 23'ü Türkiye'de yeni bir gazeteye ihtiyaç olduğunu söylüyor.
Bu düşük bir oran gibi görünebilir. Ancak bu gazete okuyanlar,
hergün bir gazete satın alanlar arasında Türkiye'de yeni bir
gazeteye ihtiyaç var mı diye sorduğunuzda, bu oran yüzde 85'e
çıkıyor. Bir insan grubu var ki Türkiye'de, halk var ki, gazete
okumuyor ve umurunda değil. Ama gazete satın alanların yüzde 85'i
hatta 86'sı gazetelerinden memnun değil. Çünkü gazetesinden memnun
olan birisi niye desin ki, yeni bir gazeteye ihtiyaç var. Memnun
değil. Çünkü Türkiye sıkıştı, bir yanda Doğan Grubu bir yanda
kayıtsız şartsız iktidarı destekleyen medya var. Türkiye bu iki
medya anlayışı arasında sıkışmış vaziyette. Türkiye ne yazık ki,
medya olarak Doğan Grubu'na muhtaç kalıyor, tek başına Doğan
Grubu'nun oyuncağı oluyor. Doğan da bunu kendi işleri için
kullanıyor, siyaseti, sosyal hayatı manipüle ediyor.O yüzden de
orada yeni bir medya lazım. Ve bu medyanın Doğan Grubu'ndan daha
güvenilir olmasını her ne pahasına olursa olsun sağlamak lazım.
Gerçi Doğan Grubu'ndan daha güvenilir olmak çok da zor bir şey
değil ama bu grubun kamuoyu oluşturmadaki gücünü de unutmamak
gerek. İşin özünde Türkiye'de özgür gazetecilik yapmak isteyenlerin
sığınabilecekleri bir liman oluşturmak lazım. Bilinçli okurun şüphe
duymadan okuyacağı bir haber ortamı yaratmak lazım. Şimdi mailim
açık, çok önemli gazetelerin çok önemli muhabir ve yazarlarının
bana yazdıkları mailleri görseniz, oturup ağlarsınız. Ben bazen
hüzünleniyorum, bu kadar mı rahatsız insanlar diye. Onlara bir
liman oluşturmak lazım. Türkiye'de gerçeklerin manipüle edilmek
üzere saklanmayacağının garantisini vermek lazım. Bana herkes
herşeyi söyleyebilir ama hiçkimse söyleyemez ki; Fatih Altaylı şu
haberi de saklamıştı diyemez. Ben bazan yalanlanmak pahasına bile
olsa haberlerimi yazarım, yazdırırım, kullanırım bazan yalanlanırım
ama uzun vadede yazdığım herşeyin doğru olduğu şimdiye kadar ortaya
çıkmıştır. Yani başbakanlıklar, bakanlıklar, cumhurbaşkanlıkları
benim yazdığım birşeyle ilgili sayfa safya yalanlama yazarlar,
yollarlar, ben onları kibarlıktan yayınlarım, aradan bazen bir ay,
bazen altı ay, bazen bir sene geçer, benim yazdığımın satır satır
doğru olduğu ortaya çıkar. Yazarız biz yani... Herşeyin yazılması
lazım Türkiye'de diyoruz o yüzden de o boşluğu doldurmağa
çalışıyoruz. Ankette başka ne var? Hangi yazarları görmek
istersiniz gazetelerde diye? Oradaki aldığım sonuçlarda çok
şaşırtıcı. Bazı çok kendini önemli zanneden yazarların adları bile
geçmedi. O listeyi versem çok komik bulursunuz. Çok alakasız
isimlerin adının zaman zaman çok ön plana çıktığını, çok okunduğunu
zanneden kendini çok büyük yazar zanneden veya çok büyük diye lanse
edilen bir takım isimlerin okuyucuların kendi kendilerine hiçbir
isim hatırlatılmadan saydıkları 50 yazar arasında isimlerinin yer
almadığını görürsünüz. Şöyle yaptık anketi; her okuyucuya 10 yazar
ismi söyle dedik, çok büyük olduğu zannedilen, kendini çok
önemseyen veya gazetelerinin çok önemseyerek lanse ettiği
yazarların adının bile geçmediğini gördük. Şaşırtıcıydı yani o
açıdan.
Birinci kim çıktı, en çok görmek istedikleri yazar kimdi?
Emin Çölaşan.
HABERTURK.COM GAZETE KADAR ETKİLİ
Gazetede yazmak ile internette yazmak arasında nasıl bir fark
gördünüz? Uzun süredir HABERTURK.COM'da yazıyorsunuz ve gerçekten
inanılmaz okurunuz var. Hatta ilginç bir örneği de kayda geçireyim
bu vesileyle, tatile çıktığınız zaman Fatih Altaylı şu tarihe kadar
yazılarına ara vermiştir yazdık. O not bile 100.000'den fazla
tıklandı. Ne gibi bir fark gördünüz, gazete çıkınca HABERTURK.COM'a
da yazmaya devam edecek misiniz?
Bambaşka bir formülasyon yapabiliriz. Bilmiyorum, orası çok net
değil. Bırakmak istemem. İnternet çok enteresan bir mecra. Sabah'ı
bırakınca işsiz kaldım. İşsiz kalınca, çeşitli medya gruplarından
iş teklifleri geldi. Kimi ciddi, kimi çok ciddi, kimi gayri ciddi,
kimi yarı ciddi. Bunların bazılarıyla konuştum, bazılarıyla
konuşmadım bile. Baktım ki; benim yazabileceğim bir medya
Türkiye'de yok, o aşamada. Yazmam lazım yani yazmayınca deliriyorum
çünkü. Oturdum evde kendi kendime yazı yazmaya başladım. Evdekiler
üşüttüğüm gözüyle bakmaya başladı. Dediler ki; 'Sen manyak mısın?'
25 yıldır yazıyorum, bugün de yazma dedim, yazmazsam deliririm.
Olayın dışına çıkıyorum, yarın öbür gün yazmam gerekirse yazmayı
unutacağım. Yazmaya başladım ama birşey yapmam lazım, dedim bir
internet sitesi kurayım. Kalktım fatihaltayli.com.tr diye domain
name buldum ve orayı satın aldık. Orada yazmaya başladım ve birden
100 bin civarında okunmaya başladı orası. Çok şaşırdım. Benim kadar
o organizasyonu yapan arkadaşlarım da şaşırmaya başladı, Allah
Allah ne oluyor diye. O ara Yavuz Semerci Gazeteport'u kurmuştu.
Ondan bir teklif geldi. Olur dedim, benim için çünkü yazarlık
profesyonel bir iş değil. Yapmam gereken bir iş. Karşılığı para
olarak ödensin ödenmesin önemli değil. Yavuz'un sitesinde yazmaya
başladım. Tam o günlerde de Ciner Grubu Habertürk'ü satın aldı.
Ciner Grubu, Habertürk'ü satın alınca, zaten Ciner Grubu'ndan
kopmamıştım. Kopmamıştım derken, Ciner Grubu medyaya devam etme
kararı aldığı andan itibaren beraberdim. Ve Habertürk'e geldim.
Habertürk'e gelmek çok enteresandı. Niye enteransan birşey? Ben
internetin etkisini biliyorum yani Habertürk falan yokken bu
risotto meselesini fatihaltayli.com.tr'de patlattım. O zaman
fatihaltayli.com.tr ne ama Türkiye'nin günlerce gündemi olan o
risotto hikayesi fatihaltayli.com.tr'de yazılmıştı. Habertürk'e
gelince enteresan bir şey gördüm. Haberturk.com gazete kadar
etkili. Günde aldığım mail sayısı bazı günler 3-4 bin, 5 bin
oluyor. Yani 5 bin kişi bana cevap yazıyor. Delirmiş olmalılar yani
çoğunu okuyamıyorum, okumaya çalışıyorum ama hakikaten çok zor
oluyor. Binlerce birikmiş mailim var. İki, etkisi hiç farklı değil.
Yani Habertürk'e birşey yazıyorum oraya yazdığım şey 10 dakika
sonra bir internet sitesinde, ertesi gün 2 tane gazetenin
manşetinde. Habertürk farklı bir makina. Ben Türkiye'de böyle başka
bir internet sitesi olduğunu zannetmiyorum. Bir sürü siteler var,
falan ama Habertürk gazete etkisine sahip. Okunma sayılarına
baktığım zaman da, Hürriyet ve Milliyet'ten sonra geliyor. Bu çok
ciddi bir rakam. Ama kağıda basılı yazmanın da keyfi bir başka.
Yani o önünüzde kalıyor, sanki biraz daha mı etkili oluyor, orada
yazdığınız yazıyı ertesi gün bir gazetede gördüğünüz vakit daha
hoşunuza gidiyor. Bizdeki hastalık herhalde ama etki olarak
baktığınız zaman asla altında değil. Bu sadece Habertürk'e özel
birşey galiba. Haberturk.com dışındakilerin bu kadar etkisi var mı
bilemiyorum.
HEDEFİMİZ BİRİNCİLİK, RAKİBİMİZ HÜRRİYET
Fatih Bey, sizin şu aralar en keyifle okuduğunuz gazete
hangisi?
Keyifle okumak başka birşey, görüşlerine katılmak başka
birşey...
Yani en iyi gazeteciliği hangisi yapıyor şu an, mevcutlar
içerisinde?
Vakit.
Şunun için sordum, habercilikte rakibiniz kim olacak, tirajda hangi
gazetenin yerine oturmayı hedefliyorsunuz? Mesela, çıktığı ilk gün
kaç satacak sizce?
İsterim ki, 1 milyon satsın. Bilemeyiz. Gazetenin tiraj hedefinin
açıklanması son derece manasız bir iştir. Biz bütün bu altyapıyı
niye kuruyoruz? Türkiye'nin en büyük gazetesi olmak için kuruyoruz.
Tiraj hedefimiz nedir? Tiraj hedefimiz rakiplerimizin tamamını
geçmektir. Rakiplerimiz kimlerdir? Birincisi, Hürriyet
Gazetesi'dir. Şu anda piyasadaki en çok parayla satılan gazete
olduğu için. Hedefimiz birincilik. Bunu 1 ayda da başarabiliriz
işler yolunda giderse, 1 senede de başarabiliriz.Bir süreçtir, o
süreci başarı ile tamamlayacağımızı düşünüyorum. Vakit'i,
gazetecilik anlayışı açısından beğeniyorum. Çok akıllılar. Bir
misyon gazeteciliği yapıyorlar ve bunu çok başarı ile yapıyorlar.
Düşünün Deniz Feneri davası görülüyor, Deniz Feneri davasında bir
sürü mahkumiyet çıkmış, Vakit gazetesi başlık atıyor, 'Deniz
Feneri'nde 2 tahliye' diye. O anlamda beğeniyorum, zeki buluyorum
adamların yaptıklarını. Fikirlerine falan katılmadığım zaten
bilinen birşey de, çok zekice bir misyon gazeteciliği yapıyorlar.
Bugün hangi gazete, gazeteye benziyor sizin açınızdan diye
sorarsanız, elbette ki; Hürriyet Gazetesi yani. Gazeteye benzeyen
gazete hala ve herşeye rağmen Hürriyet. Tabii alternatifsizlikten.
Doğan Grubu'na rağmen, Ertuğrul Özkök'e rağmen, yapılan onca yanlış
işe rağmen, hala Hürriyet gazetesi en gazeteye benzeyen gazete. En
fazla okunacak konu hala Hürriyet'te var. Vatan Gazetesi'nin
birinci sayfasını beğeniyorum ama maalesef gazetenin içi o birinci
sayfa ile eşdeğer değil. Ama çok iyi 1-2 isim var ellerinde.
Milliyet'te çok beğendiğim isimler, iyi haberler de var ama bu
kadar mı kötü bir birinci sayfa yapılır. Kendi haberlerini mundar
ediyorlar ama baktığın zaman çok iyi haberler bulabilen ve bu
haberleri sergileyip değerlendiremeyen bir gazete. Ama en okunur
gazete Hürriyet herşeye rağmen. Yazar kadrosuyla, şuyuyla buyuyla
ama Hürriyet'i de benim gibi bir profesyonelin okumasıyla,
vatandaşın okuması çok farklıdır. Şimdi belki ama vatandaş da
uyanmıştır. Hürriyet bir manşet attığı zaman her zaman arkasında
bir Doğan Grubu çıkarı aramak gibi hepimizde bir huy oluştu,
oluşturdular ister istemez. Acaba bunu niye yaptı veya acaba bu
haberi niye yapmadı diye bakıyoruz Hürriyet'e.
BAB-I ALİ'DE ÇOK CİDDİ BİR YAYIN YÖNETMENİ PROBLEMİ VAR. SABAH
BULAMIYOR, ERTUĞRUL'UN YERİNE ADAY YOK
Bir röportajınızda 4-5 yıl önce demiştiniz ki, Hürriyet'te Ertuğrul
Özkök'ün yerine geçecek kimse yok. Şimdi var mı?
Yok, hala yok.
Neden yok, bir çok iddialı isim var Doğan Grubu bünyesinde?
Bugün baktığınız zaman Babıali'de çok ciddi bir yayın yönetmeni
problemi var. Düşünün Sabah gazetesi, yayın yönetmeni bulamıyor.
Ergun Babahan hala o gazetenin başında. Eşyanın tabiatına aykırı
bir durum aslında. Ergun Babahan yayın yönetmeni olabiliyorsa
Türkiye'de herkes olur. Benim Sabah'tan transfer ettiğim herkes
Ergun Babahan'dan birkaç gömlek daha iyi gazetecidir. Ama
alternatifsizlikten midir, nedendir? Baktğınız zaman Akşam'ın
başında Serdar Turgut var, Allah aşkına Serdar Turgut'tan yayın
yönetmeni olur mu? Şahane bir yazardır, filandır ama Serdar'dan
yayın yönetmeni olur mu? Olmaz ama Akşam hala ısrar ediyor, patinaj
yapıyor, gidiyor. Sabah bulamıyor, Hürriyet'te Ertuğrul 17.
Senesini doldurdu. 17 senedir bir alternatif yok, yerine geçecek
kimse yok. Ertuğrul o işi isterse 75 yaşına kadar yapabilir,
hakikaten baktığınız zaman Ertuğrul gitsin, peki kim gelsin? Yok.
Kimse bir yayın yönetmeni bulamıyor. Denemeye de korkuyorlar belki
isimler büyük olduğu için. Ama Ertuğrul'un yerine bence hiçbir aday
yoktur.
AYDIN DOĞAN'IN ŞU AN EN BÜYÜK HEDEFİ MİLLİ PİYANGO'YU ALIP, ÇOK
YÖNLÜ KUMAR OYNATMAK PROJELERİ BİLE HAZIR
Siz Doğan-Erdoğan kavgasında bir öngörüde bulunmuştunuz. Kavganın
en ateşli olduğu zaman uzlaşırlar bu iş kapanır demiştiniz.
Gerçekten de bir sessizlik dönemi geldi, bitti kapandı herhalde.
Var mı bu konuda bir duyumunuz?
Bir duyumum yok. Ben sadece Doğan Grubu'nun genetik kodlarını
tamamen biliyorum. Eğer Deniz Feneri haberinin Başbakan'ı bu kadar
celallendireceğini bilselerdi yapmazlardı. Zaten daha önce de
yapmadılar. Deniz Feneri olayını biz Sabah gazetesinde 2007 yılının
Ocak-Şubat'ında yazmaya başlamışız. Haberin açıldığı tarih o. Ve
Hürriyet'in Almanya baskısında bu haber gibi pek çok haber çıktı.
İstanbul'da bu konuda yazan köşe yazarlarının bazı yazıları Almanya
baskısında yer aldı, İstanbul baskısında çıkarıldı, Zahid Akman'la,
Deniz Feneri ile ilgili olarak. Hürriyet iktidara karşı yapmadı
bunu. Hürriyet'in bu haberi yapmasının sebebi, Zahid Akman'la bir
hesap görme isteğiydi. Normalde yapmazlardı. Yani Zahid Akman,
TV5'in yayın lisansını Doğan Grubu'nun istediği şekliyle vermiş
olsaydı bunlara, bu haber yapılmazdı. Türk halkı da Deniz Feneri
ile ilgili birşey duymuş olmazdı. Biz bir gazete olarak çıkıp da
yayın yapmaya başlayıncaya kadar. Doğan Grubu, orada Zahid Akman'ı
incitmek istedi. Bunun ucunun Başbakan'a kadar acıtacağını, yani
dokunduğu sinirin Başbakan'ın canını da yakacağını bilemedi. Onlar
Zahid Akman'ın canını yakarak birşey yapmak istediler. Çünkü TV5'i
satın aldılar, TV5 Saadet Partisi'nin televizyon kanalı. Saadet
Partisi, bu televizyon kanalını aynen Kanal 7'i nasıl kurulmuşsa,
bağış paralarından, dernek paralarından, Bosna paralarından,
kaybolan trilyondan falan öyle kurdu. Yani genetik olarak aynı tip
bir kanal. Doğan Grubu, bu kanalı almakta hiçbir beis görmedi.
Gitti, TV5'i bu yardım paralarıyla kuruldu, Bosna paraları ile
kuruldu, bu kayıp trilyonlarla kuruldu diye düşünmeden TV5'i
aldılar. Neden? Çünkü bunu bir ulusal kanal haline getirip, belki
CNN'i oradan yayınlamak istiyorlardı bilmiyorum. Ama bir televizyon
daha yapmak istiyorlardı. Uzun süre RTÜK'ten bununla ilgili onay
beklediler ama RTÜK buna onay vermeyincede Zahid Akman'a çakarak
Deniz Feneri üzerinden bir şantaj mekanizması işletmek istediler
ama bastıkları sinir Başbakan'ın canını acıtınca Doğan Grubu'da
şaşırdı. Aydın Bey'de şaşırdı. Allah Allah, niye bu kadar
sinirlendi bunlar diye. O andan itibaren zaten bu haberi
yaptıklarına pişman oldular ve geri adım atmak istiyorlardı. Geri
adım atmaları kaçınılmazdı çünkü Doğan Grubu bugün hiçkimse ile
kavga etmez. Neden etmez? Çünkü asıl işlerini medya olarak
görmüyorlar. Aydın Bey için medya en son iş. Size bakın birşey daha
söyleyeyim, ilk defa burada söyleyeyim, Aydın Doğan'ın şu an en
büyük hedefi ne? Milli Piyango ihalesini almak. Gerçi bir kaç sene
önce yazmıştım ama unutulmuştur. Göreceksiniz Milli Piyango'ya
sapına kadar asılacaklar. Sonuna kadar dayanacaklar. Neden? Milli
Piyango yıllardır süren düşü. Bütün bu medya grubunun da hala zarar
edenlerine rağmen bir kısmını elinde tutuyor olmasının sebebi,
Milli Piyango'yu promote etmek ve Türk halkına Milli Piyango
aracılığıyla çok yönlü kumar oynatabilecek sistemler geliştirmek.
Bununla ilgili projeleri bile hazır. Şimdi Aydın Doğan için
Hürriyet mürriyet hepsi çöp olsa ne olur? O, Milli Piyango'yu almak
istiyor. Ve hükümetle de kavga edemez. Şeyden altı ıslak, POAŞ'tan.
Rafineri istiyor bir yandan. Hilton'u istiyor bir yandan. Ama asıl
hedef Milli Piyango. Milli Piyango'yu istiyor. Bunu da buradan Türk
halkı duysun. Onun için de herşeyi yapar. Bakın Aydın Doğan eğer şu
anda sahip olduğum 7-8-10 milyar dolar neyse bu bana yeter artık,
bu memleket için yayıncılık yapayım dese Aydın Doğan'a kimse
dokunamaz, çok güçlü. Parasal olarak çok güçlü. Ama Aydın Doğan,
daha da zengin olmak, daha da zengin olmak istediği için yayıncılık
mayıncılık yapamaz. Onun içinde uzlaşır. Milli Piyango hedefinde
olmasaydı, Başbakan'la sabaha kadar tepişirdi ve herkes destek
olurdu. Sonunda ben de olurdum. Emin olurdum çünkü iyi niyetinden
ama ben biliyorum bunların ne olduklarını. Şimdi Aydın Doğan diyor
ki; ben o kavgayı unuttum bile. Biri sana şerefsiz diyecek, hırsız
diyecek, alçak diyecek, soyguncu diyecek sen de diyeceksin unuttum
bile. Nasıl unutursun bunu? Ama unutur. Çünkü onun için herhangi
bir para bütün bu sayılan değerlerden daha önemli. Onun için de
unutuyor onu. Boşver biz hükümetle kavga etmeyelim. Görürsünüz,
yarın öbür gün rafineri ile ilgili izin de çıkabilir. Bunlar başka
ihaleye de girebilirler, başka şey de yapabilirler. İddia
ihalesinde şartların nasıl değiştiğini hepimiz biliyoruz. Erdenay
Oflaz onun hesabını nasıl verecek, onu bilmiyorum. Gerçi iyi oldu
Türkiye açısından bir anlamda baktığınız zaman ama Aydın Doğan şoke
olmuştu alamayınca o ihaleyi. Aydın Doğan'da hala müthiş bir daha
da zengin olma hırsı olduğu müddetçe uzlaşır, herkesle uzlaşır.
BAŞBAKAN ERDOĞAN İLE AYDIN DOĞAN ARASINDA ZIMMİ UZLAŞI VAR,
BİRBİRLERİNİ BESLİYORLAR
Peki Tayyip Erdoğan, Aydın Doğan ile uzlaşır mı?
Ben, Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan arasında zımmi bir uzlaşı
olduğu inancındayım. Neden bu inanca sahibim? Geçmişte bende sizin
gibi düşünüyordum, diyordum ki; herhalde uzlaşmazlar. Ama artık
öyle düşünmüyorum. Ne zamandan beri düşünmüyorum? 2007 yılının
Mayıs ayından beri böyle düşünmüyorum. Hatırlarsanız biz Sabah
gazetesinde Aydın Doğan'ın müthiş bir vergi kaçağını ortaya
çıkardık. Başta yaklaşık 3 milyar doları bulan bir vergi kaçağı. Bu
Türkiye Cumhuriyeti için büyük para. Herkes için büyük para, işte
Amerika'da bir finansal kriz var, koca koca bankalar üç otuz
paralar için batıyorlar. 3 milyar dolarlık bir vergi kaçağını
ortaya çıkardım. Hükümet ne yaptı? Uzlaştı. 3 milyar dolar vergi
kaçağı yani yaklaşık 4.5 milyar YTL yada 4,5 katrilyonluk bir vergi
kaçağı kaça indirildi? 270 milyon YTL'ye. Yani devede kulak. Ve bu
da zaten petrol ürünlerine yapılan bayi karları oranlarının
değişimi ile halledildi gitti. Hakikaten dediği gibi Aydın Doğan
ile hesabı olan bir hükümet, Aydın Doğan'a hakikaten karşı olan bir
hükümet burada Aydın Doğan'ı yakalamışken bırakmazdı. İllegal
birşeye de gerek yok, hani Uzan muzan. Hani gidip de kafasına
vursun. Halkına olan borcunu, devlete olan borcunu, vergi borcunu
öde dese, yeterdi. Bunun onda birinin de altında bir parayla,
yaklaşık yirmide biri bir paraya anlaştı, kapattı gitti. Demek ki;
bunların arasında bana sorarsan zımmi bir anlaşma var. Birbirinin
ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Tayyip Erdoğan'ın kendi tabanında
sıkıştığı zaman küfredeceği, hedef tahtasına koyabileceği ve kendi
tabanına hoş görünebileceği yumruk torbasına ihtiyacı var. Bir kum
torbasına ihtiyacı var. Onu gerektiği anda kullanıyor Aydın Doğan.
Aydın Doğan'ın da bununla ilgili herhangi bir hassasiyeti yok.
Kendisini zaman zaman Başbakan'ın şamaroğlanına çevirmesinden
gocunmuyor. Çünkü onunda ihtiyaç duyduğu anda gereken yardım
yapılıyor vergi olayında görüldüğü gibi. Buna mukabil Aydın Doğan
da ne yapıyor? Kendi okur kitlesine karşı zaman zaman bir muhalif
tavrı varmış gibi bir sistem sunuyor bu kavga gibi şeylerle. İki
paralık ettiği haysiyetini tekrar düzeltmeye kalkışıyor,
düzeltebiliyor belli ölçülerde ama boyası hemen dökülüyor. O da
muhalif gazetecilik yapıyormuş intibaı uyandırıyor. İkisi de
birbirinden, onlar ikisi bir ekosistem kurmuşlar besliyorlar
birbirlerini.
ERDOĞAN'A EN SIKIŞIK GÜNLERİNDE DESTEK VERDİM, YARIN DOĞRU BİR İŞ
YAPTIĞINDA YİNE BEN DESTEKLERİM
Başbakan'dan bu kadar bahsetmişken size bir duyumumu anlatayım.
Tayyip Bey sizin bir yönünüzü kendisine benzetiyormuş. Fazla
duygusallıktan kaynaklanan ani sert çıkışlar yaptığınızı
düşünüyormuş, yakınındaki isimlerden duydum. Sizce de var mı
benzerlik?
Vardır herhalde. Tayyip Bey ile bizim geçmişimiz çok eskiye
dayanıyor. Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday
olduğu günlerden beri tanışırız. Zaman zaman didişiriz, zaman zaman
sevişiriz. Doğru yaptığını düşündüğüm zaman kendisine pozitif
yaklaşırım, yanlış yaptığını düşündüğüm zaman negatif yaklaşırım.
Tayyip Bey de belki beni de kendisi gibi görüyor, bilmiyorum. Ben
de sevdiği bir adam olduğum için ama ben herhalde Tayyip Bey kadar
öfkeli çıkışlar yapmıyorum. Daha büyüdüm herhalde bilmiyorum,
Tayyip Bey hala daha genç herhalde. Ama Tayyip Bey'in benden
kişisel olarak bir sempatisi olması muhtemeldir. Çünkü bir, en
sıkışık olduğu günlerde, rüştünü ispata en muhtaç olduğu günlerde,
kendisini destekleyen çok az sayıda yandaş olmayan gazetecilerden
biriydim. Yandaşları vardı ama karşı kamptan olup da ona destek
veren bendim. Niye destek verdim? Bunu da söyleyeyim, bu bizim
gazetenin yayın politikasının da belki anahtar cümlelerinden bir
tanesi, benim bu meslekte olsun, kişisel hayatımda olsun, her zaman
seçilmişlere karşı bir sempatim vardır. Bunu demokrasinin gereği
olarak görürüm. Sempati derken şu; bu ülkeyi seçilerek yönetmeyi
hak etmiş kişilere bu ülkedeki her vatandaşın destek olması lazım.
Ne zamana kadar? İyi niyetli olmadıklarına ya dab u işi
beceremeyeceklerine dair emareler belirinceye kadar. Ben de bu
anlamda Mesut Yılmaz'a da destek verdim, Tansu Çiller'e de destek
verdim, Süleyman Demirel'e de destek verdim, Özal'a da destek
verdim. Kim seçilirse seçilsin, bizim başımızın tacıdır. Ne zamana
kadar? Ülkeyi yönetemeyeceği veya yönetimde iyi niyetli olmadığı
ortaya çıkıncaya kadar. Tayyip Erdoğan'a da bu kapsamda destek
verdim ben, Tayyip Erdoğan'ın geçmişindeki söylemleri, diğerlerine
oranla farklı olduğu için verdiğimiz destek yanlış algılandı ama
eğer bir adam ben değiştim diyorsa, değiştiğine dair işaretler
veriyorsa, o gün için ve ülkeyi iyi yönetme konusunda girilmeyen
konulara girilme konusunda bir kararlılık gösteriyorsa ben destek
veririm. Yarın başkası gelse onu da destekleyeceğim. Bu yüzden ben
Tayyip Erdoğan'ı o çok ihtiyacı olduğu günlerde bir gazeteci olarak
, çok etkin bir gazeteci olarak destekledim. Ne zaman bunun tersine
döndü? Bununla ilgili yanlışlar görmeye başladığım zaman. Ne
zamandır bu? 2006 yılında başlamıştır, Galataportları biz manşet
yaptık Sabah'ta. Maliye Bakanı ile yazdıklarım benim ortada. Bugün
Maliye Bakanı hakkında söylenmiş negatif ne varsa hepside benim
kalemimden çıkmadır. Bu haberleri ilk ben yazdım, mısır olayı başta
olmak üzere, gemicikler başta olmak üzere, bunları Türkiye benden
duydu hep. Doğrusu Tayyip Bey’den burada hiç bir ters tavır
görmedim. Niye yazdın demedi. Hatta arayıp detay bilgi aldığı da
oldu. Ama gereğini yapmadığını görünce bu işlerin üzerine
gitmediğini görünce güven erozyonu başladı. Giderek bu desteğim
azaldı azaldı sonunda yok oldu. Bazıları diyorlar ki; Sabah
Gazetesi'ne el konulmasından sonra senin tavrın değişti. Hayır,
Sabah'a el konulmasından önce zaten benim tavrım değişmeye
başlamıştı. Sabah Gazetesi'ne elkonduktan sonra tavrım daha net
ortaya çıkar oldu. En fazla hukuksuzluğa maruz kalmış birisi olarak
hukuksuzluğun nereye kadar yapılabildiğini gördüm ve iyice tepem
attı. Hukuka saygısı olmaması, yani ben Sabah Gazetesi'ne el
konulmasına değil Sabah Gazetesi'nin yargı kararı sonrasında geri
verilmemesine çıldırdım. Herkes bir idari hata yapabilir. Herkes
sahte belgelerle yola çıkıp bir takım yanlışlar yaptırabilir kamu
kurumlarına ama böyle bir olay ortaya çıktıktan sonra arkasından da
hala hukukun gereğini yerine getirmiyorsa, hukuka saygı yoksa bir
yönetimde ciddi zaaftır. Benim tepkimin artmasının sebebi odur.
Kendi hukukunu korumayan, başkasının hukukunu da koruyamaz. Ben
nasıl başkasının hukuku için savaş verdiysem, kendi hukukum için de
savaş veriyorum. Hukuk, hak hepimize lazım. Demokrasi illa seçim
demek değildir yani seçim, check balance,kuvvetler ayrılığı,
yargının denetim gücü olmadan demokrasi palavradır. Seçime
gidersiniz, Saddam'ı da seçiyordu herkes, O yüzden ben desteğimi
çektim Tayyip Erdoğan'dan, hissettiği desteğimi. Yarın doğru bir iş
yaptığında yine ben desteklerim. Alkışlarım. AB projesine gaz
versin yine sahip çıkarım. Ama bugünkü otoriter görünümüne destek
olmam. Yolsuzlukların üzerine gitmemesine destek olmam. Tayyip
Erdoğan'ın bana sempatisine gelince. Doğrusu benim de ona bir
sempatim vardır her zaman. Keşke Tayyip Bey, ilk günlerde söylediği
gibi, göründüğü gibi, ya da 22 temmuz gece yarısı söylediği çizgide
dursaydı derim hep. Ben Tayyip Erdoğan'ı en sıkışık günlerinde
desteklerken de, desteklemezken de kendisinden hiçbir zaman hiçbir
talebim olmadı. O da onu biliyor yani benim bütün bunları sadece
iyi niyetle yaptığımı yani Tayyip Bey yakınımı işe alın, o ihaleyi
verin, şunu şöyle yapın, arsam var imar izni, patronun bir ricası
var gibi şeylerim olmadı. Tayyip Bey ile siyaset dışında hiçbir şey
konuşmadım ben. Gazeteci siyasetçi ilişkisi dışında hiç bir
kelimemiz olmamıştır. Öneride bulunmuşumdur, şunu şöyle yapmak daha
iyi olur demişimdir, dinlemişse dinlemiştir, dinlememişse
dinlememiştir. O yüzden de biliyor ki; ben dürüst bir insanım.
Dürüst insanlara da insanlar kızsalar da saygı duyarlar. Tayyip
Erdoğan'ın da bana büyük ihtimalle saygısı vardır diye düşünüyorum,
başka birşey değil.
FATİH ALTAYLI, GAZETENİN YAYIN POLİTİKASINI ANLATIYOR
Bu söylediklerinizden yola çıkarak gazetenin yayın politikası ile
ilgili bir anlayış da ortaya çıkıyor gibi. Yanılıyor muyum?
Doğrudur. Bu meslekte beni izleyenler bilir ki, benim kimseye
sistematik bir karşıtlığım veya yandaşlığım yoktur. Eğriye eğri,
doğruya doğrudur. Ben bu kimseye özne olarak karşı olmam. Benim
karşıtlıklarım fiilleredir. Bu siyaset için de böyle, ekonomi
dünyası için de böyle. Bir örnek vereyim. Halit Cıngıllıoğlu bana
hayatımdaki en büyük tazminat davasını açmıştı. Bu dava sürerken
Cıngıllıoğlu’nun bankasına el kondu. Türk basınında bu yapılan
haksızlıktır BDDK yanlış yapmıştır diyen bir tek ben çıktım.
Davamız vardı. Ama bu Halit Bey’in haklı olduğu ya da haksızlığa
uğradığı gerçeğini değiştirmiyordu.
Dava ne oldu?
Ben kazandım. Çok sonra sonuçlandı.
Yayın politikasına dönersek..
Özü budur. Demokrasi, tam ve gerçek demokrasi tek arzumuzdur. İnsan
hakları önceliğimizdir. Birey bizim için önemlidir. Vatandaş
önemlidir. Mesela şöyle diyebilirim. Eğer kamu ile yurttaş karşı
karşıya gelirse ve her ikisi de kendi penceresinden haklıysa biz
burada yurttaştan yana oluruz. Bireyden yana oluruz. Keza otorite
ile haklar ve özgürlükler karşı karşıya gelirse biz burada haklar
ve özgürlüklerden yana oluruz. Otoriteden yana asla olmayız. Avrupa
Birliği’ne olan inancımız hala tamdır ve bunun için elimizden
geleni yaparız. Beni ve arkadaşlarımı herkes biliyor zaten.
Ayinemiz yaptığımız işlerdir, gazetecilik geçmişimizdir.
KAÇ OTOMOBİLİM VAR BİLMİYORUM. FERRARİ ALMAK İSTİYORUM, PARAYA
KIYAMIYORUM
Son sorum, bir ikidir Autoshow'u yazdığınız için, okurlardan
yorumlargeliyor araba tutkunuzla ilgili olarak, bugün de bir
Ferrari'yi gözünüze kestirmişsiniz. Merak ediyorlar, acaba Fatih
Altaylı'nın kaç arabası var?
Bilmiyorum.
Gerçekten mi?
Gerçekten bilmiyorum.
Klasik araba kolleksiyonunuz var değil mi?
Evet. Yani bir sürü arabam var ama araba demem ben onlara otomobil
derim. Bir sürü otomobilim var ama bunlar benim yıllardır
biriktirdiğim ve aslında pek çoğuna da komik sayılabilecek, para
sayılmayacak paralara aldığım ama zaman içerisinde uğraşıp didinip,
parçalarını sağdan soldan toplayıp hale yola sokmaya çalıştığım,
pek büyük bölümünü sokağa çıktığı zaman 5 kilometreden fazla
gidince su kaynatan yada frene bastığınız zaman tutmayıp önünüzdeki
arabaya çarpma riski içeren, arabalar, otomobiller. Birkaç tane
hakikaten çok kıymetli olabilecek otomobilim var, onlarda uzun
yıllardır bende ve kıymetlerinin böyle artabileceğini kimse tahmin
etmiyordu o zamanlar. Ben onları komik komik fiyatlara almışım
Türkiye'den veya yurtdışından. Çok yıllar önce almışım yani.
Çocukluğumdan beri otomobil merakım var. Herkes şey sanıyor, Fatih
Altaylı köşe yazarı oldu, çok paralar kazandı ki; çok paralar
kazanmadım köşe yazarlığından, bazı meslektaşlarımı düşünürseniz.
Televizyon yapıyorum, gazete yapıyorum, radyo yapıyorum, bunları
senelerden beri yapıyorum, onların kazandığı paraları kazanamadım
ama uzun yılların birikimi onlar. Cumhuriyet gazetesinde
çalışırkende benim güzel arabalarım vardı, stajyer muhabirdim, o
zaman da güzel otomobillerim vardı. Bu merak yani herkes kendi
merak ettiği, sevdiği birşeyi biriktiriyor sonra o merakı değerli
bir ürün haline gelebiliyor. Birkaç arabam var yani say deseniz
sayısını bilmiyorum ama birkaç otomobilim var ama parayı basıp ver
şunu dediğim arabalarım yok yani. İstiyorum olsun, Ferrari almak
istiyorum ama kıyamıyorum paraya. Ona o parayı verirsem kızımın
okul parasını harcamış olacağım gibi geliyor bana. O yüzden öyle
acayip paralar vermem belki emekli olunca, kızım da üniversiteyi
bitirirse o zaman alabilirim. Gerçi eşim bu tutkuma çok kızıyor.
Hepsini sat, yoksa ben yakacağım falan diyor bazen. Yani benimkisi
hayal. Alamam ama olsun. Otomobil zaten hayaldir. Okurlardan bu
otomobil tutkusuna kızanlar da var. Ne yapalım, bazı meslektaşlarım
gibi saklayayım mı? Gariban pozlarına mı gireyim. Yok vallahi ne
otomobili, taksitle aldığım bir Anadol’la geziyorum mu diyeyim.
Çapkınlığım yok, kumarım yok, içkim yok, gece hayatım yok. Bir
ailem var. Bir de otomobillerim.
EMİN ÇÖLAŞAN'LA ÇALIŞMA FİKRİNİ YENİDEN GÖZDEN GEÇİRECEĞİM
Fatih Altaylı, habertürk.com Genel Yayın Yönetmeni Gülin Yıldırımkaya'ya ilginç açıklamalar yaptı. Altaylı'nın özellikle geçtiğimiz günlerde bir röportajında Turgay Ciner'le ilgili konuşan Emin Çölaşan için "Onunla çalışmayı yeniden gözden geçireceğim" bölümü ilginç.
Sıradaki Haber İçin Sürükleyin