48. Antalya Film Festivali’nin
ulusal yarışmasının en merakla beklenen filmlerinden biriydi
“Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm”. İzleyiciyle ilk kez Antalya’da
buluşan ve 28 Ekim’de vizyona girecek filmin bu kadar merakla
beklenmesinin nedeni ise geniş kitlelerin müptelası olduğu popüler
televizyon dizisinin sinema uyarlaması olması. Ama diziden önce de
kitaplar vardı. Emrah Serbes’in yazdığı Behzat Ç. romanları “Her
Temas İz Bırakır” ve “Son Hafriyat”, polisiyeye meraklı okurların
ilgisini yayımlanır yayımlanmaz çekmişti. Kitapları, önce dizi
sonra film takip etti. Çoğu yazarın kaderinin aksine Emrah Serbes,
film uyarlamalarda senarist olarak işinin başındaydı. Karakterini
kimseye emanet etmek zorunda kalmadı. Emrah Serbes’le Antalya Film
Festivali’nde filmin kalabalık ekibiyle bir rakı sofrasında
buluştuk.
* Filmi ilk nerede gördünüz, Antalya’da mı? Aklınızdakine ne
kadar yakındı?
Serdar Akar önceden izlettirmedi. “Gelini göremezsiniz” dedi.
Antalya’da izledik. Aslında bu bir yandan benim de tercihimdi.
İstersem kurgu odasında izleyebilirdim. Sinemada herkesle birlikte
izlemek ve insanların tepkisini görmek istedim. Galada salondan
olumlu tepkiler aldığını duydum, hissettim. Kendi filmimiz diye
söylemiyorum ama iyi bir film olmuş. Ben sıradan bir seyirciyim.
Ben sevdiğime göre, pek çok insan da sever diye düşünüyorum.
* Erdal Beşikçioğlu, En İyi Erkek Oyuncu
dalında Altın Portakal aldı. En İyi Senaryo ödülü de
sizin için önem taşıyor muydu?
Ödül verseler reddetmezdim ama burada olmak başlı başına
yeterli.
“Film 90’lardaki faili meçhullerin bugüne yansımasıyla ilgili”
* Film “Son Hafriyat” romanının sadık bir uyarlaması mı?
Kitaptan yola çıkarak film yaptık. Birebir sadık bir uyarlama
değil. Değişiklikleri bizzat yaptım. Belki başkası yapsaydı “Ne
oluyor?” diye düşünebilirdim. Sonuçta kitabın dışına çıktıysam da
kendim çıktım. Serdar Akar’la konuştuk, nasıl yapabiliriz diye.
Ortada bir kitap ve dizi var. Bunlardan kopuk olmaması lazım ama
diziyi izlemeyen insanın da filmi izleyebilmesi önemli.
* Önemli değişiklikler nelerdi?
Kitabı okuyanlar fark eder; Cansu Dere’nin canlandırdığı
karakter, kitapta başka biri. Yazarken burada bir kadın karakter
olsa daha iyi olur diye düşündüm. Bunun mantıklı olacağına karar
verdik, tema açısından. Kadın-erkek ilişkisinin tonlarının
kullanılabileceği bir film yapmaya çalıştık. Bu aşk ilişkisi olmak
zorunda değil. Babayla kızın ilişkisi de, anneyle oğulun ilişkisi
de kadın-erkek ilişkisine girer.
* Filmde polisiye bir olay örgüsü olmasına rağmen itici gücün
karakter ve diyaloglar olduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız?
Karakter bizde her zaman ön planda. Tüm kurguyu Behzat Ç.’nin
üzerine kurduk. Hikayeyle karakterin birbirini bütünlemesi lazım.
Filmde karakteri geliştiren de hikayedir. Aynı bizi insan yapan da,
başımıza gelen olaylar ve onlara verdiğimiz tepkiler olması gibi...
Dolayısıyla adamın başına ne getireceğini bilirsen karakter öne
çıkıyor ve hikaye görünmez oluyor. İyi hikayede böyle bir şey
olması lazım.
* Filmin hikayesi derin devlet etrafında
dönüyor.
1990’lı yıllardaki faili meçhullerle alakalı. O zaman ortaya çıkan
pisliklerin şimdiye yansımasıyla ilgili... Filmin sosyal ve siyasi
anlamdaki meselesi buydu.
* Derin devlet son dönemde daha çok konuşulmaya, “Behzat Ç.
Seni Kalbime Gömdüm”de olduğu gibi popüler işlerde bile karşımıza
çıkmaya başladı.
Eskiden de konuşulurdu ama herkes konuşmuyordu. Şimdi ana
akım medya konuşmaya başlayınca insanların bunları kabul
etmesi ve karşı durması daha kolay oluyor.
“Eğer güzel bir final bulursam sondan başa doğru yazıyorum”
* Romanlar yayımlandıktan sonra uyarlama için ilk teklif
Serdar Akar’dan mı geldi?
Dizi yapmak isteyenler vardı ama hayır biz film istiyorduk. O zaman
“Beynelmilel” filminin iki yönetmeninden biri olan Muharrem Gülmez
beni Makedonya’ya çağırdı, “Gel biz bunu film yapalım, burada
da senaryo yazalım” diye. O zaman da Serdar Akar’la Makedonya’da
“Elveda Rumeli”yi çekiyorlardı. Ben de atladım gittim, 1,5 ay
kaldım. Gerçi bunun 15-20 günü serserilikle geçti ama kalan
günlerde de senaryoyu yazdık. O proje bir türlü olmadı. Sonra dizi
projesine döndü.
* Dizide Behzat Ç.’nin kurgusunu, hikayenin gittiği yönü ne zaman
belirlediniz?
Biz ilk bölüme başladığımızda son bölümde ne yapacağımızı
biliyorduk. Bir sezonu planladık. Son bölüm de o yüzden bu kadar
kuvvetli oldu. Ne yazarsam yazayım sonunu bilmem gerekir. Filmde
de, kitapta da, dizide de. Sonu ne olacak diye soruyorum, güzel bir
son bulursam, sondan başa doğru yazıyorum.
“Paraya ihtiyacım yok; arabam yok ki benzin alayım”
* Dizinin başarısı sizi nasıl değiştirdi? Maddi anlamda
rahatlatmıştır mutlaka.
Paraya pek ihtiyacım yoktu zaten. Evli değilim, çocuğum yok. Arabam
yok ki benzin alayım. Annemin yanında yaşayan bir adamdım. Parayı
alıp anneme veriyorum zaten, belki onun bir şeylere ihtiyacı olur
diye. Tabii biraz rahatlattı. Diğer yönden ister istemez her şey
değiştirir insanı. Etkisi oluyor, insanlar daha çok arıyor
soruyorlar. Eskiden daha görünmez bir adamdım. Görünmez duvarlara
çarpıyordum.
* Behzat Ç.’nin diziden ayrı romanları çıkmaya devam edecek
mi?
Evet, uğraşıyorum. Bir tane de daha Behzat Ç. romanı yazıyorum
şimdi. İnşallah bu sene bitmeden onu bitireceğim.
* Yazarken nasıl bir tempoda çalışıyorsunuz?
Her gün yazmam. Ama yazdığım zaman sürekli yazarım. Afilli
Filintalar sitesine parça parça şeyler yazıyorum. Baktığınız zaman
bir paragraf ama ben onunla bir-iki gün uğraşıyorum. Kitap yazarken
de öyle. Başlayınca sonunu getirmek lazım. O ruh haliyle devam
etmek lazım.
* Kitap yazmak ve senaryo yazmak arasındaki en önemli fark
edir?
Senaryo yazarken 150 kişiyi düşünmek lazım. Bir yatırım var ortada.
Kitap yazdığım zaman prodüksiyon düşünmüyordum. Masrafsız bir şey
kitap yazmak. Ama film çekerken bir araba takla atınca dünyanın
parası.
* Edebiyatta yarattığınız karakterin sinema ve dizilerde ilk
halinden uzaklaştığını düşünüyor musunuz?
Hayır. Erdal Beşikçioğlu öyle bir Behzat Ç. oynadı ki sanki bu
kitaplar onun için yazılmış gibi oldu. Serdar Akar’ın kafasında
başından beri Erdal Beşikçioğlu vardı. Üç senedir temastayız. Bizim
dizinin senaryosunu da Ercan Mehmet Erdem yazıyor. “Behzat Ç.”nin
fenomenleşmesinde aslında iş biraz benden çıktı. Ercan’ın kişisel
başarısının rolü de var. Hem Ercan’ın hem Erdal’ın hem Serdar’ın
hem de yapım ekibinin büyük katkıları var. Kitaplar sadece temel
oldu. Konu cinayet, birileri yaşar birileri ölür. Bizim asıl
derdimiz karakteri anlatmaktı.
“Ne Yalova’da ne İstanbul’da ne Ankara’dayım”
* Ankara’ya ne zaman gittiniz, öğrencilik yıllarınızda mı?
Evet, 2003’te gittim, 2009’a kadar Ankara’daydım. Şimdi de
Ankara’dayım ama otelde kalıyorum. Evi taşıdım, Yalova’ya annemin
yanına. Aslında bir yerim yok. Ne Yalova’da annemin yanındayım, ne
İstanbul’dayım, ne Ankara’dayım. Güzel bir ev
buldum Bodrum’da, orada da kalıyorum. Biraz dolaşıyorum bu
aralar ama bir yere yerleşeceğim herhalde. Beşiktaş’a
taşınmayı düşünüyorum.
‘İlk romanı arkadaşım bilgisayarın çöpünden çıkardı‘
* En başa dönersek, polisiyeye merakınız ne zaman başladı?
Ben önce polisiye yazmaya karar verdim. Sonra polisiye okumaya
başladım. Zaten okuyordum. Ama ciddi şekilde eğilmem, yazmaya karar
verdikten sonra oldu. O külliyatı biraz okudum. Ben daha çok kara
polisiyeleri sevdim. Sert polisleri anlatan... Yaratacağım karakter
resmi bir polis olsun dedim çünkü bizde dedektiflik kurumu yok.
Türkiye’de polisiye nasıl yazılır derken, resmi polis olması daha
gerçekçi geldi. Polisi az çok tanıyorduk.
* Nereden tanıyordunuz?
Ankara Üniversitesİ’nde Dil Tarih Fakültesi’nde okudum ben, çok
polis gördük biz doğal olarak. Bir filmde bir replik vardı. Bir
insanı tanıman için önce onunla dövüşmen gerekir diye. Aynen öyle.
Ben de polislere aşinaydım.
* “Behzat Ç.” romanı “Her Temas İz Bırakır”ı yazarken, yayınlanacak
mı diye endişe duymuşsunuz. Herhalde bu kadar popülerleşecek bir
diziye dönüşeceği aklınızdan geçmezdi.
Romanı yazarken ben sadece bunu bitirebilir miyim acaba diye
düşünüyordum. Ben bundan önce dört tane romana başladım.
Bitiremedim. Behzat Ç. beşinci romandı. Onun da yarısındayken,
bilgisayarda dönüşüm kutusuna atmıştım. Dedim bu olmuyor, olmuyor
işte, bu roman da bitmeyecek! Artık eskisi gibi taslakları
yakamıyorsun tabii. Bir arkadaşım bilgisayarın geri dönüşüm
kutusundan indirdi, okudu. “Bu çok heyecanlı gidiyor” dedi. “Bu
şimdi ne olacak, nasıl olacak?” diye sorular sormaya başladı. Dedim
ki ben bunu bitireyim. O zaman 2006’nın nisan ayıydı. Haziranda
Dünya Kupası vardı, o zamana kadar bitirip rahat rahat Dünya
Kupası’nı izlemeyi düşünüyordum. Yetişmedi. Haziran ayında bir maç
seyrediyorum, sonra tekrar yazıyorum. Tam final gününde bitti.
Romanı İletişim Yayınları’na bıraktım. 15 gün sonra Tanıl Bora
aradı. Normalde edebiyat editörü olmamasına rağmen Ankara’da
geçiyor diye almış, sonuna kadar okumuş. Başka bilenlere okuttu.
Sonra “Basmak istiyoruz” dedi. Sonra da gerisi geldi.
Avans olarak Beşiktaş maçlarına kombine bilet
* Anladığım kadarıyla polislerle ilişkiniz de pek iyi değil.
Sizin yarattığınız bir polis karakterinin bu kadar tutması sizi
arada rahatsız ediyor mu?
Bazen oluyor, polisi sevdirdim diyorum. Okuldan solcu arkadaşlar
kızıyorlar bana.
*Nasıl hikayeler yazmayı seviyorsunuz?
“Üst Kattaki Terörist” diye çok sevdiğim bir hikayem var. Orada
faşistleşmiş 13 yaşında bir çocuk var. Aynı bu hikayede olduğu gibi
arada derede kalmış adamların hikayesini anlatmayı seviyorum. Bir
solcunun hikayesini anlatsam, araya mesafe koyamadığım için ironi
olmayacak. Ama bir polisin hikayesini anlattığında ortaya ironi de
çıkıyor. İlgi çekici kısmı da o oluyor.
* “Üst Kattaki Terörist” film olacaktı. O proje hangi
aşamada?
Ona Fransızlar senaryo geliştirme desteği verdiler. Yapımcım Emre
Yeksan’dan da senaryo avansı olarak kombine bilet aldım Beşiktaş
kapalıya. Ama tek satır yazmadım daha. Fransızlar arada bir
soruyormuş ne oldu o senaryo diye. Bu yıl yazmayı planlıyorum
senaryoyu.
Nil KURAL/MİLLİYET