HAŞMET BABAOĞLU / VATAN
Ah, ruhumun şu kar kış yorgunluğu!
Üst üste karla geçen günler insanı kaynağı belirsiz bir hüzünle tüketip bitiriyor sanki; melankoli dedikleri bu "yorgunluk" olsa gerek!
Taşrada kar içten içe insanın kanını kaynatır.
Çaydanlıkta su fokurdar gibi, sacın üzerinde ekmek kızarır gibi, beden dururken zihin dörtnala koşmaya başlar…
Şehirde, hele büyük şehirde öyle mi ya?
Günlerce önceden kalmış yemekleri yemeye gönülsüzlüğü andıran bir duygu gelip çörekleniyor sonunda, o güzel beyaz örtü etkisini kaybediyor.
Hem sonra şu da çok açık ki, şehre düşen kar, çocuk olmakla çocukluğunu çok gerilerde bırakmış olmanın arasına kalın bir çizgi çekiyor.
Çocuklara sevinç düşüyor, bizeyse ya sıkıntı ya da hüzün…
***
Akşam gazeteden eve dönüyorum.
Taksilerin cılız farları cadde kenarlarına tepeleme yığılmış karın üzerine ürkek çizgiler atıyor.
Aklımda hep Trabzon'daki çocuk var; yazı işleri toplantısında son kez gözden geçirilen haber ayrıntıları hâlâ zihnimde uçuşuyor.
Çocukları ateşe atmayı, onlara ateş ettirmeyi adet edinen alçaklık çizgisinin kahramanlık sayılmaya başlandığı bir şiddet kültürünün kurbanı; gazetemin ne yazık ki daha şimdiden "Küçük Ağca" manşetiyle ona kader biçtiği cinayetten sanık çocuk…
Taksinin arka koltuğundayım, kalorifer sıcak hava üflüyor ama ben yine de üşüyüp kaşkoluma sarılıyorum.
FIFA'nın Milli Takımımıza biçtiği cezaları soruyor şoför: "Ağabey, FIFA mı, UEFA mı artık neyse o p...ların bize yaptığını gördün mü?"
Şimdi ona cezaların gerçekten ağır olduğunu ama bizim suçumuzun da hiç ama hiç hafif olmadığını anlatmak ne kadar zor!..
Çünkü ne gerçekler anlatıldı kamuoyuna, ne esas görüntüler gösterildi; bütün pislikler saklandı, örtüldü!
***
Radyoda hava raporunu okuyan, karın kesileceğini, hafta başında tekrar geleceğini söylüyor.
Üfff! Birden ışığa açlık duyuyorum; günlerce aç kalıp da suya, ekmeğe açlık duyar gibi...
Taksi kendi halinde bir hamburger büfesinin önündeyken trafik tıkanıyor.
Birkaç masa ve sandalye var içerde. Tezgâhın arkasında bir delikanlı çalışıyor. Ve pencere kenarındaki masada tek başına genç bir kadın oturuyor. Boynunu büküp küçük bir ısırık alıyor elinde sımsıkı tuttuğu hamburgerinden...
Dışarısı karanlık artık.
Büfenin önü kar, çamur, çöp yığını...
Genç kadınınki tarifi imkânsız bir yalnızlık.
Neden orada, neden?
O anda Teoman'ın şarkısındaki gibi "yavaşlıyor ama durmuyor dünya."
***
Taksiden inip bir parça yürümeyi tercih ediyorum.
Yürümeye başlamamla ayak bileğime kadar çamura girmem bir oluyor.
Botlarımın içine doğru su ağır ağır sızıyor, tabanımı buluyor.
Hoşuma gidiyor bu. İlkokuldan eve dönen Haşmet oluveriyorum…
Ama çok kısa sürüyor bu hoş ve aldatıcı duygu.
Yok, ben güneş istiyorum.
Bu yorgun uykudan, bu karlı çamurlu dünyadan çıkmak istiyorum.
Isıya bağlı olarak katı cisimler gibi büzüşen ruhumun genleşmeye başlamasını özlüyorum.