Hürriyet köşe yazarı Ayşe Arman, Gezi tanıklıklarına Amerika'dan devam ediyor. Yazar bugün de Amerikalı müzisyen Toussaint Liberator'le Gezi direnişini anlatan bir şarkı yapan Özgür Ercan'la röportajını köşesine taşıdı. İşte o yazı:
"Amerika’dan Gezi’ye şarkı desteği
GEZİ tanıklıklarına Amerika’dan devam ediyoruz...
Özgür Ercan, çok sayıda reggae, soul ve rock projesinde yer
almış, albümler çıkarmış Amerikalı müzisyen olan Toussaint
Liberator’le Gezi direnişini anlatan bir şarkı yaptı.
Youtube’dan izleyebilirsiniz...
(www.youtube.com/watch?v=yq3pDUNL4Jw)
Adın?
-Özgür Ercan.
Eğitim?
-Robert Kolej. Ardından da Amerika’da üniversite okudum. Yani,
tescilli, diplomalı dış mihrağım!
Ne münasebetle Amerika’da yaşıyorsun?
-Eşim Amerikalı. Türkiye’de fırtınalı, depremli, krizli bir 3 yıl
geçirdikten sonra Amerika’ya döndük. Eşyasız, ahırdan bozma bir
dairede, sıfırdan başladık. Bazı sanat kurumları için editörlük
yaptıktan sonra, kazara emlakçı oldum. Şimdi aile desteğiyle de
olsa yuvarlanıp gidiyoruz. Anlayacağınız faiz lobisi benim!
Türkiye’de ne iş yapıyordun?
-Tempo dergisinde yazardım. Sonra 2000'de arkadaşlarımla “Fasulye”
filmini yaptık.
Gazsızlıktan boğulduk
Gezi olayları patlayınca ne hissettin? Katılamadığın için üzüldün
mü?
-Üzülmek ne kelime! Tam bir travma. 17 Ağustos’u, 11 Eylül’ü,
Boston Maratonu’ndaki patlamayı tekrar tekrar yaşamak gibi bir şey!
Eşimle birlikte iki senedir yumurtalık kanserine karşı direniyorduk
zaten. Halen kemoterapi gördüğü ve iki tane dünya güzeli çocuğumuz
olduğu için, ne o ne de ben Türkiye’ye gelebildik. İçimiz içimizi
yedi. Gaza geldik ama gaz yiyemedik, burada gazsızlıktan
boğulduk!
Gezi direnişi süresince seni en çok üzen ne oldu?
-Akademisyen, hatta babası bakanlık yapmış bir arkadaşımın yediği
dayak. Sokakta dakikalarca tekmelendi, dövüldü. Gören yaşlı bir
komşusu, dayağın sonralarına doğru yetişiyor ve kameraya
kaydediyor. “Ay, ay, ay! Ne feci dövdüler kızı!” diye arkadan
çığlıkları duyuluyor. Arkadaşım yerden kalkıp yakındaki hastaneye
sığınmaya çalışırken, arkasından polisler gelip, tekrar tekrar
tekmeliyorlar. Ölen, gözü çıkan, beyin sarsıntısı geçirenlerin
yanında, evet bu hiçbir şey değil. Ama beni afallatan, arkadaşımın
bu videoyu birkaç kişi dışında kimseye göstermek istememesi ve
hakkını aramayacak kadar travma geçirmiş olması...
Böylesine toplumsal bir olayda, yurtdışında, uzakta olmak nasıl bir
his?
-Ethem olsun Medeni olsun, her yitirdiğimiz can beni suçlu
hissettiriyor. Dahası, geçmişimi sorgulatıyor...
Nasıl yani?
-99’da, “Aklımdan geçenleri dürüstçe yazarsam, askeri mahkemede
yargılanırım” diye korkup yazarlığı bıraktım. Bir de utanmadan,
kalemimi kırdım diye kendimi kandırdım. Güneydoğu’da 30 senedir
yaşananların, bugün “penguen” gösteren medya tarafından
anlatılmasına, şimdi bize “terörist” diyenlerin, o zamanın
mağdurlarına da “terörist” dediğinin ancak şimdi farkına
varabildim. Geriye dönüp bakıyorum da, “30 sene boyunca her şeyi
doğru yaptık” diyebilir mi vicdanı olan bir insan? Diyemez! Sırrı
Süreyya Önder, “Omuz omuza direnme pratiği, azınlık grupları
arasındaki iletişim bariyerlerini yıktı!” dedi. Bence Türkiye’nin
umudu, geleceği burada. Pazarlıklarla, yasal dayatmalarla değil,
toplumsal uzlaşmayla sarılır bu kadar büyük yaralar. Ama şu da var.
Başbakan Erdoğan bir şiirden hapse girdiği dönemde, bugün
“Özgürlük, özgürlük!” diye bağıran ben, neredeydim. Ondan da
içtenlikle özür dilerim. Ben, “Duran Adam Erdem Gündüz”ün geçmişte
yaptığı gibi üniversiteye türbanla girmeye çalışmadım. Artık
biliyorum ki, alt alta toplandığında Türkiye'nin de dünyanın da
yüzde 99'u azınlık ve kenetlenirsek özgürlüklerimize statükodan
yararlanan yüzde 1'lik 'çoğunluk' karar veremez."
Röportajın tamamını okumak için tıklayınız.